Önce Manisa, sonra Ankara ve ne yazık ki Elazığ… Son günlerde beşik gibi sallanan ülkemiz bir felaketle karşı karşıya. Aslında hepimizin bildiği gibi felaketi getiren deprem değil, kontrolsüz yapılanm...
Önce Manisa, sonra Ankara ve ne yazık ki Elazığ… Son günlerde beşik gibi sallanan ülkemiz bir felaketle karşı karşıya. Aslında hepimizin bildiği gibi felaketi getiren deprem değil, kontrolsüz yapılanma. Daha acısı da bunu hemen herkesin biliyor olmasına rağmen kimsenin hiçbir önlem almayışı ve inşaat sektöründe deprem ihtimalinin ısrarla göz ardı edilmesi…
1999 Marmara Depremi’nde resmi raporlara göre 17 bin 480 ölüm, 23 bin 781 yaralanma oldu. 505 kişi sakat kaldı. 285 bin 211 ev, 42 bin 902 iş yeri hasar gördü. Resmi olmayan bilgilere göre ise yaklaşık 50 bin kişi hayatını kaybetti, ağır-hafif 100 bine yakın yaralı oldu. Ayrıca 133 bin 683 çöken bina ile yaklaşık 600 bin kişi evsiz kaldı. Yüzyıllar öncesinde değil sadece 20 yıl önce gördük bu felaketi. Hani yaşamadan olayların ciddiyetini anlamıyoruz ya, peki böylesine büyük bir afet sonrasında bile yapılan kaç bina depreme dayanıklı? Yüzde 50’yi geçmeyeceğine adım gibi eminim…
Hazır değiliz, neredeyse hiçbir afete hazır değiliz. Bir yağmur yağıyor sokaklar küçük göllerle doluyor, evler dükkanlar kullanılmayacak duruma geliyor. Fırtına kopuyor, yolda evine gitmeye çalışan vatandaşın tepesine reklam levhası düşüyor. Deprem oluyor, aynı sokaktaki 10 binadan sadece birkaç tanesi yıkılıyor ve onlarca cana mal oluyor. Doğal afet engellenemeyen bir durum olsa da hasarı en aza indirmek için alınması farz olan birçok önlem var. Birileri canını toprağa verdikten sonra Türkiye tek yürek olmuş, bilmem kaç milyon lira toplanmış ne fayda. Doğa bazen ufak uyarılarla tedbirinizi alın, hazırlık yapın diyor. Ama biz bu uyarıları büyük bir umursamazlıkla görmezden geliyor doğal afetlere kendimizi hazırlamıyoruz. Mesela Elazığ depremi dünyada depremle en çok yüzleşen ülkelerden biri olan Japonya da olsa ne olurdu?
JAPONYA’DA OLSA NE OLURDU
Uzun yıllar boyunca edinilen tecrübeler, bilimsel çalışmalar ve yoğun altyapı hazırlığı ile yüksek eğitim sayesinde, kayıp ve hasar oranı en alt seviyeye indirilen ülkenin en iyi kavradığı nokta “Deprem öldürmez, bina öldürür” gerçeği. Yasalarla belirlenmiş depreme uygunluk standartları oldukça katı. Bu yasalar, okullar ve ofis binaları gibi diğer yapılar için de geçerli. Birçok yapı, bir sarsıntı sırasında esneme payına sahip. Bunlardan bazıları ani bir şokta hareket etmesini sağlayan teflon üzerine inşa edilirken; diğerleri ise genleşebilir, kauçuk veya sıvı dolu zeminlere sahip. Ayrıca Japonya'daki her akıllı telefon, deprem ve tsunami için acil durum uyarı sistemine sahip. Yaklaşan felaketlerden yaklaşık 10 saniye önce devreye giren bu sistem, kullanıcılara hızlı bir şekilde korunmaları için uyarı veriyor. “Jishin desu!” (Deprem var) sistemi, deprem duruncaya kadar faal oluyor.
Japonya'daki tüm okullar, ayda bir kez olmak üzere düzenli deprem tatbikatları yapıyorlar. Genç yaşlardan itibaren Japonlar, depreme karşı neler yapmaları gerektiğini konusunda iyi şekilde eğitiliyorlar. Tatbikatlar sırasında uygulanan en yaygın yöntem, çocukların masaların altına girip deprem bitene kadar masa ayaklarını tutmaları. Dışarıda olanlar ise düşen yapılardan etkilenmemek için doğrudan açık bir alana gitmeleri öğretiliyor. Ayrıca deprem simülatörlerine yapılan geziler sayesinde çok genç yaşta deprem hissini tanımlayabiliyorlar. Yani aynı deprem Japonya’da olsa bırakın can kaybını insanlarda telaş yok denecek kadar az olurdu. Alınacak çok fazla önlem kat edilecek çok yolumuz var. Bilinçlenmediğimiz sürece de kaçacak çok uykularımız, akacak çok gözyaşımız var…