5 Haziran1972 yılında, BM Stockholm Konferansı`nda insanların çevre ile ilişkisi üzerinde durulmuş ve 5 Haziran, Birl...
5 Haziran1972 yılında, BM Stockholm Konferansı`nda insanların çevre ile ilişkisi üzerinde durulmuş ve 5 Haziran, Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmiştir. Dünya Çevre Günü "Sadece bir Dünya var." sloganı temeline dayanmaktadır. 1970`lerden 1980`e kadar Dünya Çevre Günü Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından çevre bilincinin artırılmasına yönelik değerlendirilmiştir. Ozon tabakasının incelmesi, toksik kimyasallar, çölleşme ve küresel ısınma vb. konular her yıl tema olarak belirlenmiştir.Geçmişten günümüze, dünyamızın çevre problemleri daha çok artmış ve su kirliliği, toprak kirliliği, iklim değişikliği, nesli tükenmekte olan canlı türlerinin sayılarında artış vb. birçok konu ortaya çıkmıştır. İklim değişikliği gibi büyüyen çevre problemleri doğal kaynakları da kısıtlamaktadır. Örneğin sera gazlarının artışıyla birlikte gelen iklim değişikliği problemi su kaynaklarına etki etmekte, azalan su kaynakları tarımsal üretime etki etmekte ve biyolojik çeşitliliği azaltmaktadır. 2018 yılı Dünya Çevre Günü`nün teması ise "plastik kirlilik ile mücadele" olarak belirlenmiştir. Bu tema ile dünyada kullanılan plastik ürünlerin azaltılması da hedeflenmektedir. Ülkemizde de plastik kullanımı her alanda yaygınlaşmış, plastik atıkların yönetiminde zorluklar oluşmuştur (UN Environment).Belediyelerde toplanan atıkların, yüzde 30`u plastiktir. Türkiye`de farklı sektörlerde toplam 8 milyon 612 bin ton plastik tüketilmektedir. 1 milyon 800 bin ton plastik ambalaj piyasa sürülmekte ve bunun sadece 384 bin tonu toplanmaktadır. Plastik atıklarımızın toplanması, geri kazanılması sürecinin sağlıklı olmadığı sayılarla da ortaya çıkmaktadır. Bu plastikler topraklarımızda, derelerimizde, denizlerimizde birikmekte ve sağlığımızı tehdit etmekte, ekosisteme zarar vermektedir. Ambalaj plastiklerin kaynağında ayrı toplanması sağlanamamış, depozito yaklaşımı güçlendirilerek zorunlu hale getirilmemiştir.PLASTİK ATIK İTHALATI2011 yılında 55 bin ton mertebesinde olan plastik atık ithalatı, 2017 yılında gelmiş geçmiş en yüksek miktar olan 205 bin ton seviyesine ulaşmıştır. 2018 yılının ilk iki ayında, geçen yılın neredeyse 1/3`ü kadar plastik ithalatı yapılmıştır. Son 5 yıl içerisinde sadece atık plastik özelinde dış ticaret açığı toplamımız 128 milyon Euro`ya ulaşmıştır. İthal edilen karışık plastik atıkların yüzde 30-35`i ise geri dönüştürülebilecek nitelikte değildir..Öte yandan, plastik kullanımını hayatımızdan çıkarmamız gerekmektedir. Paketlenmiş su tüketimi, plastik pipet kullanımı, plastik çatal, bıçak, tabak gibi malzemelerin kullanımını azaltmak için her bir bireyin çaba harcaması gerekmektedir. Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği ile 2019 yılı itibariyle süpermarketlerde plastik poşet kullanımı ücretli hale getirilecektir. Bu düzenleme kesinlikle ertelenmemelidir.Atık sektörünün kamusal bir gereksinimi karşıladıği gerçeğinden hareketle; kar amacı güden değil kamusal bir anlayışın hayata geçirilmesi gerektiği göz önüne alınarak sektörün ve çevresel hizmetlerin Devlet tarafından desteklenmesi sağlanmalıdır.Ülkemizin özellikle Ege, Marmara ve İç Anadolu bölgelerindeki dere ve göllerin tamamı kirlenmiştir. Bu dere ve göller mevzuatımızda belirtilen 1. sınıf temiz yüzey suyu özelliğini yitirmiştir. Yapılan arıtma tesisleri yeterince denetlenmemekte, işletmesi sağlıklı yapılmamaktadır. Büyük Menderes, Kızılırmak, Sakarya, Susurluk, Küçük Menderes, Gediz, Bakırçayı, Ergene nehirleri açık kanalizasyon haline dönüşmüştür. Ankara`nın içerisinden geçen Ankara Çayı tehlikeli ve evsel atık taşıyan bir hale dönüşmüştür. Bunun temel nedeni atıksu arıtma tesislerinin işletmelerde olmaması, var olanlarının çalıştırılmaması, yanlış işletilmesi ve denetimlerin yetersizliğidir.Kent nüfusunun artışını özendiren, kentler arası rekabete dayalı kamu yatırımlarından vazgeçilrek; kente göç ile kentler arası göçün önüne geçen temel politikalar benimsenmeli. Ketsel ve kırsal yaşamda kamusal anlayış egemen olmalıdır.HES’LERE İZİNÜlkemizde, entegre çevre yönetimi yaklaşımı uygulanmalıdır. Yatırım yapan ile denetleyen, izin veren aynı kurum olmamalıdır. Örneğin DSİ hem HES yatırımı yapmakta hem de HES`lere izin vermektedir. Öte yandan, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`nın su yönetimi ve çevre yönetimi konusunda ortak çalışma alanları ve ortak görevleri bulunmaktadır. Bu çelişkili durum yerine tek başına, bilimsel ve teknik altyapısı güçlü, çevre mühendisi istihdam eden çevre yönetiminin bütün temellerini ve ilkelerini barındıran bir Çevre Bakanlığı Kurulmalıdır.Sularımızın kirlenmesi engellemek için ülkemizde ekosistem odaklı atıksu yönetimine odaklanılmalı, her alıcı ortamın (dere, göl, deniz) kendi özgün koşulları değerlendirilerek, havza bazlı su yönetimi ve alıcı ortam esaslı deşarj standardına geçilmelidir.İklim değişikliğine karşı kentlerimizin ve kırın hazırlıklı olması için uyum faaliyetlerine başlanmalıdır. Uyum çalışmaları için kentlerde taşkınları önleyecek, sel felaketlerini önleyecek çalışmalar yapılmalıdır. 8 Eylül 2006 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 2006/27 sayılı Başbakanlık Genelgesi`nde aşağıda belirtilen hususların hayata geçirilmediği görülmektedir. 12 yıldır hayata geçirilmeyen, uygulanmayan bu düzenleme acilen uygulanmalıdır.
• Madde 2: Çeşitli kullanım alanları oluşturmak maksadıyla derelerin üzeri, zaruri hallere münhasır olmak üzere DSİ Genel Müdürlüğünün izni alındıktan sonra gerçekleştirilecek işlemler hariç, kesinlikle kapatılmayacaktır. Bunun dışında dere yataklarında gerçekleştirilecek her türlü yapılar, ilgili kurum ve kuruluşlarca onaylı bir projeye dayandırılacaktır.
• Madde 4: Kamu kurum ve kuruluşlarınca, köprü altındaki su akış kesitinin daralmasına sebebiyet veren ve su akışını engelleyen yapılar yapılmayacaktır. Özel ve tüzel kişilerce yapılmak ve yaptırılmak istenen bu tür yapılara da kesinlikle izin ve ruhsat verilmeyecektir. İlgili kurumlarca yapılan denetimler neticesinde su akış kesitinin daralmasına sebebiyet verdiği tespit edilen yapılar, imar mevzuatına göre mülki amirlerin sorumluluğunda yetkili belediye veya özel idare tarafından derhal kaldırılacaktır.
• Madde 13: 4373 sayılı «Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu» içinde lüzum görülen tedbirler alınacak ve yasaklanan faaliyetlerin önlenmesi takip edilecektir.10.05.1926 tarihinde yayınlanan Sular Hakkında Kanun ile ülkemizdeki su kaynaklarımız korunamaz, sürdürülebilir şekilde yönetilemez. Bu nedenle geçmişte başlayan taslak Su Kanunu kamu yararı gözetir bir şekilde güncellenerek acilen kanunlaştırılmalıdır.Yeni Su Kanunu`nda iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve uyumu sağlamak adına, "Taşkın yönetim planlarında; önleme, koruma ve hazırlıklı olma ilkeleri gereğince, taşkın öncesi, esnası ve sonrasında alınması gereken yapısal ve yapısal olmayan tedbirlerin belirlenmesi, yerleşim yerlerinin imar planlarının hazırlanmasında taşkın tehlike haritalarını da ihtiva eden taşkın yönetim planları dikkate alınması; bu planlar ile belirlenen taşkın koruma alanlarının 3194 sayılı İmar Kanunu’nda yer alan yeşil alan kullanımlarına ayrılması, taşkın koruma alanlarında, mecburi sanat yapıları hariç hiçbir yapılaşmaya izin verilmemesi; bu alanlar ancak insanlar tarafından hızla ve kolaylıkla boşaltılabilen park, yeşil alan ve benzeri maksatlarla kullanılması, dere yataklarına tabii akışı veya akış yatağını olumsuz etkileyecek yapıların yapılmaması" şartları getirilmelidir.Koruma kullanma anlayışının temel alınmadığı her yaklaşım ve proje çevrenin ve doğal yaşamın sürdürülebilirliğini olumsuz olarak etkileyecektir. Bu gerçekten hareketle; koruma-kullanma yaklaşımını esas alan, şeffaf, halkın katılımını sağlayan kanalların açık tutulduğu bir anlayışın kamu yönetiminde esas alınması tartışmasız olarak hayata geçirilmelidir.Doğal kaynak ve doğal yaşam alanlarının korunmasına, tarım ve orman alalarının, mera, yaylak ve kışlakların amaç dışı kullanımının önüne geçilmesi, için gereken özen gösterilmeli ve doğanın tüm bileşenleri ile yaşamın önceliklendirildiği bir anlayışın benimsenmesi sağlanmalıdır.TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın, genel kurulunda alınan karar doğrultusunda, Dünya Çevre Günü, Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası olarak ele alınmakta, ekolojik yıkımın etkileri ve bu yıkıma karşı çözüm önerileri topluma aktarılmaktadır. Kuşkusuz, ülkemizde çevre yönetimi alanında güzel gelişmeler de yaşanmakta, düzenli depolama sahalarının, atıksu arıtma tesislerinin sayısı artmakta, alt yapı güçlendirilmekte, ağaçlandırma faaliyetleri de yapılmaktadır. Ancak, bu gelişmelerin yanında, çevre kirliliği halen artmakta, mevcut orman dokusu yok edilmekte, çalışmayan atıksu arıtma ve içmesuyu arıtma tesisleri de bulunmakta, derelerimiz, havamız ve toprağımız kirlenmeye devam etmektedir. Örneğin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında 44 milyon hektarla ülke yüzölçümünün yüzde yüzde 56`sını oluşturan mera ve çayır alanları, 2014 yılı verilerine göre 14,6 milyon hektara inerek yüzde 19`a gerilemiştir.Buna rağmen çeşitli kanun teklifleri ve mevzuat düzenlemeleri ile bu alanların da azaltılmasına neden olacak adımların önünün açılma potansiyeli yaratılmaktadır. Bizlere düşen görev, sorunları dile getirerek çözüme katkı vermek, toplumda ve kamu yönetiminde farkındalık yaratmaktır. TMMOB Çevre Mühendisleri Odasıhttp://berkayerden.blogspot.com/2013/02/faruk-durukan-ve-ekstraklar.html