25 senedir bu kentin ekonomisini ve siyasetini gözlemleyen bir vatandaş olarak, İzmir ile ilgili duraksamadan kuracağım cümle şu olur: İzmir’in konuşulmamış, tartışılmamış, üzerinde kafa yorulmamış;...

25 senedir bu kentin ekonomisini ve siyasetini gözlemleyen bir vatandaş olarak, İzmir ile ilgili duraksamadan kuracağım cümle şu olur: İzmir’in konuşulmamış, tartışılmamış, üzerinde kafa yorulmamış; daha ileri tahlilde çözümü bilinmeyen hiçbir sorunu yoktur. 1990’lı yıllarda, iletişim olanaklarının bugüne göre yok derecesinde olduğu dönemlerde, İzmir’deki sivil toplum örgütlerinin yaptığı işlerin başında arama konferansları toplamak gelirdi. Adeta can sıkıntısından bunalanlar İzmir’in ya da Çeşme’nin şık otellerden birinde bu toplantıları tertipler, basına fiyakalı fotoğraflar verilir, herkesin bildiği tekrarlar bant çözümü yapılır, rapor haline getirilir, toplantıya katılanlara tekrar gönderilirdi. Lafı uzatmayalım. // ÖNCELİK EKMEK KAVGASI İçinde bulunduğumuz zaman diliminde yaşanan derin ve acınası yoksulluk ortamında dikkatler ekmek kavgasından öteye maalesef gidemiyor. Pandeminin son iki yılda yaşattığı hasarın üzerine, kuzeyimizde yaşanan savaşın etkileri de eklenince; vatandaşın meselesini konuşmaktan kentlerin sorunlarına göz gezdirilmiyor. Oysa gezdirilmeli. İzmir Ticaret Odası’nın önceki hafta kamuoyu ile paylaştığı “Ekonomik Göstergeler İzmir Raporu”, kentin gelecek vizyonunun ne olması gerektiği konusunda önemli ipuçları veriyor. Arama konferanslarında kaybedilen zamanı, derli toplu bilgiler, somut ve uygulanabilir önerilerle önümüze seriyor. İşte altını çizdiğimiz bazı önemli tespitler… // 13 OSB FAALİYETTE Raporda, İzmir’e döviz kazandıracak ve cari açığı sorununa pozitif katkı sağlayacak ihracat ve turizmin geliştirilmesi, ihracatta niceliğin yanı sıra niteliği artırmaya yönelik çalışmalara hız verilmesi öneriliyor. İzmir, en fazla ihracat gerçekleştiren iller sıralamasında İstanbul’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Türkiye’nin dış ticaret fazlası veren ender kentlerinden biri olan İzmir; sanayi ve tarım, ormancılık ve balıkçılık alanlarında ülke ekonomisine en büyük katkıyı yapan ikinci ekonomi konumunda. 3 tarıma dayalı ihtisas OSB, 1 plastik ihtisas, 1 kimya ihtisas olmak üzere 17 organize sanayi bölgesi olan; bu OSB’lerden 13’ü işletme, 2’si planlama, 2’si ise kamulaştırma aşamasında olan İzmir’de 3 serbest bölge, 4 teknoloji geliştirme bölgesi bulunuyor. 2020 yılı itibarıyla 2 bin 822 yabancı sermayeli şirkete ev sahipliği yapan İzmir; İstanbul ve Ankara’nın ardından Türkiye ekonomisine en çok katkı veren üçüncü il. // “KAZMA VURAN” İNSANLAR… Dünya genelinde konut fiyatlarının en fazla değer kazandığı ikinci şehir olan İzmir’e doğrudan yabancı yatırımlarının kazandırılması büyük önem taşıyor. Bu sütunlarda can sıkacak kadar tekrarladığımız düşüncemizi yineleyelim o halde: Başta kentin “sahibi” konumunda olan yerel yönetimler olmak üzere; iş dünyası örgütleri, sivil toplum kuruluşları, oda ve borsaların kente yerli ve yabancı doğrudan yatırımların çekilmesi çabasında tek yumruk olması gerekiyor. Sanayi, ticaret, turizm, tarım, organik tarım gibi temel sektörlerin birbirini engellemeden büyüyebileceği ender şehirlerden birinde yaşıyoruz. Hatta birincisinde… Deyim yerinde ise kente “kazma vuran” insanlar arıyoruz. Yatırım yapacak, katma değer yaratacak, ihracat yapacak, istihdam sağlayacak vergi verecek insanlar… // DİKKAT ÇEKİCİ ÖNERİLER İşte bu nedenle o insanları İzmir’e kazandırmak için İzmir Ticaret Odası’nın somut önerilerine kulak kabartmakta fayda var: “İzmir’in OSB, teknopark, serbest bölgeleri başta olmak üzere üretim ve ticari alanlarının, çarşı ve ticaret sitelerinin ulusal/uluslararası anlamda pazarlanması ve çağın gereklerine uygun bir şekilde geliştirilmesi; Dijital dönüşüme uyum sağlanması; Girişimcilik ve inovasyon, finansal teknolojiler (fin tech), oyun, biyoteknoloji, yazılım, e-ticaret ve e-ihracat gibi yaratıcılık içeren ve yüksek katma değer sağlayan alanlarda İzmir’in nitelikli insan gücünü kullanarak kent ekonomisine daha fazla katkı sağlanması için çalışmalar yapılması; // MESLEKİ EĞİTİMİN ÖNEMİ Üniversiteler ve meslek liseleriyle iş dünyasının koordineli şekilde çalışması geliştirilerek nitelikli eleman yetiştirilmesi için çalışmalar yapılması; Kent içinde sıkışan ve yer sıkıntısı nedeniyle metropol ilçelerde güç şartlarda imalat yapan firmaların metropol ilçeler dışında geniş ve nitelikli üretim alanlarına kavuşması; İzmir’de kentsel dönüşümün uygulanması, sosyal donatı alanlarının arttırılması, depreme dayanıklı konutların üretilmesi ve yapı stoğu eskiyen mevcut konut/ticarethanelerin yenilenmesi; İşletmelerin AB Yeşil Mutabakatı’nın getireceği yükümlülüklere uyum sağlaması kapsamında destekleyici mekanizmaların hayata geçirilmesi, sektörel yol haritalarının ortaya çıkarılması.” İzmir Ticaret Odası’nın yayınladığı bu önemli raporu kaleme alan ekibi kutluyor, verilerin kentin tüm dinamiklerine yol gösterici olmasını diliyorum. İZMİR, VERGİSİNE EN SADIK İLLERİN BAŞINDA GELİYOR İZTO’nun raporunda dikkatimizi çeken en önemli veri, 2021 yılında tahsil edilen vergi gelirlerinde yaşanan büyük sıçrama oldu. 2016 yılından itibaren yıllık bazda artış yüzde 20 seviyesinde gerçekleşirken, 2021 yılında bu oran yüzde 40’a yaklaşmış. Pandemi etkisinin derinlemesine hissedildiği 2021 yılında bile İzmirli iş insanlarının vergilerini vererek vatandaşlık görevlerini bihakkın yaptıkları anlaşılıyor. Vergisini vererek vazifesini yapan vatandaş, ödediği vergilerin nerelere harcandığını da sorma hakkına kavuşuyor. İzmir 2008 yılında Türkiye milli gelirinden yüzde 6,28 pay alırken, bu oran 2020 yılı itibariyle yüzde 6,10’a düşmüş. Kişi başına mili gelir 2015 yılında 12 bin 399 dolar iken, 2020 itibarıyla 9 bin 945 dolara gerilemiş. Benzer biri durum İzmir’in merkezi idare yatırımlarından aldığı payda da kendisini gösteriyor. Vergi tahakkuk ve tahsilatlarında yıllar ortalamasında Türkiye’de ya ikinci ya da üçüncü sırada yer alan İzmir’in merkezi hükümetin yatırımlarından aldığı pay, ödediği verilerin yaklaşık 40’ta birine karşılık geliyor. Bu durumun da kabul edilemez olduğunu kayıtlara geçirmemiz gerekiyor.  

BU YAZ EKMEK 7 TL, SÜT 20 TL OLURSA KİMSE ŞAŞIRMASIN…

Başımızdan dert eksik olmuyor. Ekonomi yönetiminin birbiri ile çelişkili tutumlarının ekonomide yarattığı hasar büyürken, pandemi etkisi tuz biber ekmişti. 2022 yılında biraz nefesleniriz derken, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile kuzeyimizde patlak veren savaşın sonuçları ekonomiyi sarsmaya başlıyor. Özellikle de tarım sektörünü… Girdi maliyetlerinde astronomik artışların etkisi ile üretimden hızla uzaklaşan tarım sektöründe yaşanan tehlike, insanın sırtını ürpertiyor. // EN AZ 10 MİLYON TON İTHALAT 2021 yılında buğday üretimi 2020 yılına göre yüzde 14 azalarak 17,5 milyon ton olan Türkiye, geçen yıl 8,5 milyon ton buğday ithal etti. Üretimin bu sene daha da düşeceği dikkate alındığında, ithalatın 10 milyon tonu rahatlıkla aşacağı anlaşılıyor. Buğday ithalatımızda en büyük paya sahip olan Rusya ve Ukrayna’dan gelen haberler ise iç açıcı değil. Rusya’dan yapılan 6 milyon ton, Ukrayna’dan yapılan 1 milyon ton buğday ithalatı bu sene tehlikede. Bir zamanlar “Cebimizde paramız var kardeşim, ithal ederiz” deyip sonradan “görevden af” isteyen Tarım Bakanı’na nispet yaparcasına, cebimizde paramız olsa dahi tarımsal emtiaları bulmakta büyük güçlük çekeceğimiz bir döneme giriyoruz. // CEPTE PARA DA YOK İşin dramatik tarafı, artık cebimizde para da yok! Bu durumda, 2022 yaz aylarında ekmeği 7 TL’den sütün litresini 20 TL’den almak zorunda kalırsak hiç şaşırmayalım. Çarşı, pazar ve marketlerde; un, yağ, şeker, makarna, bakliyat ürünleri gibi en temel gıda maddeleri bile adeta el yakıyor. Et alacak geliri olmayan tüketici, sebze meyveyi de alamaz oluyor. Hemen her hafta sonu uğradığım Karşıyaka pazarında sebze ve meyvelerin fiyatlarına bakınca insan gözlerine inanamıyor. Siyasi iktidar ve tarımla ilgili bürokrasinin ekonomide ilk gündem maddesinin, “Tarımda üretimi nasıl artıracağız” sorusuna cevap vermek olması gerekiyor. // BU KAÇINCI MUSİBET! Büyük ölçüde ithalata bağımlı olduğumuz gübrede ekim öncesi şimdiden önlem alınması; üreticiye ayni veya nakdi olarak hibe destekleri verilmesi; ürününe dünya piyasaları düzeyinde taban fiyat garantisi sağlanması gerekiyor. Eskiler “Bir musibet bin nasihatten evlâdır” derlerdi. Moral bozmayalım, “Bu kaçıncı musibet” demeyelim… Ancak tarımda yaşanan akıl almaz ithalat bağımlılığını sonlandırmada, Ukrayna savaşının ders olmasını dileyelim.  

HAZİNE DEĞERİNDEKİ PAZAR ATIKLARI İÇİN MÜTHİŞ BİR PROJE!

Dünya üzerinde ülkeler, atıklarına “enerji kaynağı” ya da “çöp” olarak bakanlar olarak ikiye ayrılıyor. Türkiye maalesef, ikinci kategoride yer alıyor. Kaynağında ayrıştırılmayan evsel atıklar, Türkiye gibi enerjisinin kabaca dörtte üçünü ithal eden ülkeler için eşsiz bir enerji kaynağı… Hazine değerinde olan atıkların başında, her gün kentlerin farklı köşelerinde kurulan semt pazarlarından arta kalan sebze ve meyve atıkları geliyor. Bu konuda umutlarımızı yeşerten bir gelişme var. Hem alkışlamak hem de duyurmak görevimiz diye düşündük… // 7 İLDE 2 BİN 200 GÖNÜLLÜ Yaşamı İyileştiriyoruz Çevre ve İklim Derneği’nin liderliğinde 7 ildeki ilçe belediyeleri ile işbirliği yapılarak 2 bin 200 gönüllü her akşam semt pazarlarına gidiyor, çöpe giden sebze meyveleri topluyor. Yıllarca “çöp” olarak gördüğümüz o atıklar, Türkiye’nin tarımdaki kurtuluşu reçetelerinden biri olarak su ve gübre kullanımını ciddi oranda azaltan, verimi arttıran kompost gübreye dönüşüyor. Yani topraktan gelen yine toprağı besliyor. Mahalle aralarında kurulan her pazar, arkasında ortalama 3 ton gıda atığı bırakıyor. Sadece İstanbul, Ankara ve İzmir’de kurulan pazarların atıkları kompost gübreye çevrilse, Türkiye’nin gübre ihtiyacı üçte bir oranında azalacak. “Topraktan Toprağa” adı verilen proje geçen yıl Nisan ayında Diyarbakır Kayapınar’da başladı. Projeye katılan belediye sayısı bir yılı bulmadan 40’a yükselse de hâlâ işin başlangıcında olduğumuz anlaşılıyor. // VERİM YÜZDE 38 ARTIYOR Organik atıklardan elde edilen kompost gübre, topraktaki sulama miktarını üçte bir oranında düşerken, ilk yıl verim yüzde 38 oranında artıyor. Projeye bugüne kadar İstanbul, Ankara, Kocaeli, Adana, Mersin, Sivas ve Kocaeli’ndeki belediyeler dahil oldu. Tarım ve organik tarım sektörlerinin başkenti İzmir’den bugüne kadar hiçbir belediyenin projeye dâhil olmaması çok şaşırtıcı. Başta Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Tunç Soyer olmak üzere, 30 ilçe belediye başkanımıza bu sütunlar aracılığı ile çağrıda bulunalım: Hiç vakit kaybetmeden, ‘Topraktan Toprağa’ projesine İzmir’imizi en etkin şekilde dâhil edelim.   HAFTANIN SÖZÜ Savaş bizi çöllere attığı zaman gölgene sığındık, karlı dağlara attığı zaman renginde ısındık… Arif Nihat Asya