Devlet kurum ve kuruluşlarında etik, liyakat, emek, aidiyet üzerinden kadrolaşmaya gidilmelidir ki hem devlet hem de o ülkedeki büyük kurum ve kuruluşlar sistemli ve sağlıklı işlesin. Yetmez; çünkü bir de atayanın denetlediği sistemlerden hayır gelmez. İlla ki bağımsız ve şeffaf denetleme kuruluşları gerekir. Bunlar da yetmez; yönetim ve memur tüm kadrolarda belli zamanlarda servisler arası, şubeler ve kurumlar arası rotasyonlar (değişimler) yapılmalıdır ki ilgili kadro oralarda kendine belli kilit yapılaşmaya, çeteleşmeye fırsat bulamasın. Eğitim, sağlık gibi vatandaşa eşit fırsat sağlanması gereken temel alanlarda özel ve yabancı sermaye desteklensin elbette ama bu özel ticari kurumlar, devlet kurumlarının üstüne asla geçmemelidir. Bir devlette eğitim ve sağlık alanları, kâr odaklı sektör durumuna gelmemelidir. Çünkü bir ülkede sadece parası olanın sağlık ve eğitim imkânı bulabileceği yerde adalet ve eşitlik kalmaz. Yurttaşlar arasında eşitliği sağlaması gereken devlettir.
İnsana değil de ranta odaklı ticari işletmeler için insan yaşamının da bir anlamı olmadığını gündeme düşen haberlerden acı bir şekilde deneyimliyoruz. Oysa insan yaşamı, kanun koruması altındadır. İnsan haklarına dayalı, laik, demokratik, sosyal ve hukuk sistemindeki devletlerde bu tür olaylara rastlanması güçtür.
Yasalarla tanımlı ‘Sağlık Hakkı’ çerçevesinde üç temel hak vardır: İlki ‘temel sağlık hakkı’dır. Bu hak ile insanların hasta olması önlenmeli ve korumalıdır. İkincisi her bir vatandaş tıbbi kaynaklara ulaşabilmelidir. Üçüncü hak ise, sağlık hizmetini sunanlara karşı ileri sürülebilecek haklardır. Sağlık hizmeti sunanları denetlemesi gereken, devletin yetkin birimleridir.
Son yıllarda çocuklar, bebekler, kadınlar, yaşlılar, hayvanlar kolayca öldürülür oldu. Tarafı olunan uluslararası kadın hakları ile çocuk hakları sözleşmeleri ve ilgili ulusal yasalara rağmen suçluları ya bulunamıyor ya infazı tamamlanmadan af ediliyor ya da cezalarına iyi hal indirimleri uygulanıyor.
Örneğin Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde; çocukların temel yaşam haklarıyla beraber eğitim, sağlık, aile ve kültürel hakları güvence altına alınmıştır. Sözleşmenin sağlık kapsamındaki 24. Maddesi der ki:
“Taraf devletler, çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar.
Taraf devletler, hiçbir çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.
Taraf devletler, bu hakkın tam olarak uygulanmasını takip ederler ve özellikle:
Bebek ve çocuk ölüm oranlarının düşürülmesi;
Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek sağlanması…”
Prof.Dr. İoanna Kuçuradi 1997’deki ‘Bugünkü Gelişme/Kalkınma Yollarında İnsan Hakları İçin Saklı Tuzaklar’ başlıklı konuşmasından, şunları aktarmıştır (Ahlâk, Etik ve Etikler 2020: 154):
“İnsan hakları, demokrasi ve serbest pazar arasında zorunlu bir kavramsal ya da olgusal bağlantı görmediğim gibi, ölçütsüz özelleştirmeye ve ‘devletin küçülmesine’ dayanan serbest pazarın, yoksul ülkelerde ve refah düzeyi düşük ülkelerde insan haklarının daha iyi korunmasına götüreceği beklentisinde saklı yeni bir çıkmaz da görüyorum.”
Yani devletin, insanların ticari girişimlerine müdahil olmaması ve bu yönde kişileri serbest bırakması istenir. Böylece sosyo-ekonomik ilişkiler düzeni, kendi içinde oluşup gelişecektir. Özelleştirme ile süreçte bireylerin kendi menfaatlerini koruma yanında başka kişilerin çıkarlarını da korumaya odaklanacakları düşünülmüştür.
Bozulmuş devlet düzenlerinde kundaktakinden yaşlısına ama tek tek ama toplu halde vatandaşlar ölür, arkalarından ağlayanları olmaz. Ateş düştüğü yeri yakar.