Psikolojisi dendiğinde, aklımıza ilk gelen şey insanların birbirleriyle olan ilişkileri ve bu ilişkinin doğal bir sonucu olarak yaşanan etkileşim olur. Oysa insan sürekli yaşadığı çevreden ve bu çevre...
Psikolojisi dendiğinde, aklımıza ilk gelen şey insanların birbirleriyle olan ilişkileri ve bu ilişkinin doğal bir sonucu olarak yaşanan etkileşim olur. Oysa insan sürekli yaşadığı çevreden ve bu çevreyi meydana getiren tüm etmenlerden de etkilenmektedir.
Artan nüfus ve buna paralel olarak çoğalan tüm talepler insanı büyük şehirlere göç etmeye, burada kendisine bir yaşam alanı yaratmaya zorlamıştır. İlk başta daha kolay iş bulma, daha fazla para kazanma ve dolayısıyla daha rahat yaşama düşüncesiyle yapılan bu davranış, şehir hayatının zorlukları karşısında insanda yeniden doğaya dönme isteğiyle sonuçlanır.
Gelişmekte olan köy, kasaba, ilçe gibi yerleşim yerlerinde, genelde belli meslek grupları faaliyet gösterir. Çoğunlukla tarım ve ziraatle uğraşan çiftçi, küçük esnaf, yöresel üretim ve hizmetlerle uğraşan kişilerden oluşan çevrede gelir gider oranlarıda buna göre belirlenir.
Nüfusun buralarda daha az olması ise yaşanan çevrenin çehresini baştan sona değiştirmektedir. Tek katlı binalar, ulaşım için motorlu araç yerine binek hayvan kullanımı veya yürüyüş, daha bol oksijenli ortam, güneşten daha fazla faydalanmak, gerek meyve ve sebzeyi kendisi yetiştirebilmesiyle, gerekse büyük ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği sebebiyle gıdaya daha kolay ve sağlıklı şekilde ulaşmak, yeşil ve ormanlık alanlardan faydalanmak gibi onlarca faktör söz konusu çevrenin insan psikolojisindeki etkilerine yön verir.
Kendi içinde göz ardı edilemez; zorluklar barındırsa da kırsalda yaşam her şeyden önce insan sağlığı açısından ve dolayısıyla sağlığın önemli bir parçası olan insan psikolojisi açısından da yadsınamaz bir önem taşımaktadır.
Bu vesileyle, bir nedenle şehre göç eden insanlar bir süre sonra trafikten, gürültüden, hava kirliliğinden, kalabalıktan ve en çokta ekonomik zorluklardan bıkmakta; yeniden alışkın oldukları sakin, huzurlu ve sağlıklı yaşama geri dönmeye çalışmakta, ya da eline geçen her fırsatta kendisini doğaya ormana, denize ve temiz havaya atmaktadır.
Şehir yaşamı bir çoğumuz için bilhassa şehirde doğup, büyüyenlerimiz için normal gelse de insan doğasına aykırı bir yaşantı şekli olup; insan psikolojisini de son derece olumsuz etkilemektedir. Çünkü bu yaşam biçimi de görmezden gelinemez bedeller ödetir. Sürekli bir şeylere yetişmek zorunda oluşumuz; toplum hayatının bize dikte ettiği biçimde şekillenen yaşamlarımız bu bedelin en bariz göstergesidir.
Sabahları kuş sesleri yerine, şehrin uğultusuyla korna sesleriyle uyandıktan, mis gibi dağ havası yerine egzozlu kirli havayı ciğerlerimize çektikten, işimize gücümüze yetişeceğiz diye kalabalıklar içinde deli gibi koşturduktan, aracımızla trafikte dura kalka ilerleyip, toplu taşımalara ite kaka binip kiminin nefesiyle kiminin kokusuyla sınandıktan sonra iyi bir ruh halinde olmamız pek de söz konusu olmamaktadır.
Ne ironidir ki; tüm bunlara daha fazla kazanıp; günün birinde deniz kenarında bir evim olsun, şehirden uzak bir yaşantım olsun, istediğim zaman ve istediğim sıklıkta doğaya kaçabileyim; hatta emekli olup belli yaşın üstüne geldiğimde, ufak tefek bir şeyler yetiştirebileceğim küçük bir bahçesi olan temiz havasında sabah yürüyüşlerine çıkabileceğim, sakin, sessiz, huzurlu bir ortamım olsun düşüncesiyle katlanıyoruz.
Ve ne yazık ki, pek çoğumuzda bu mertebeye ulaşamadan göçüp gidiyor bu dünyadan...