Ne demişti Atatürk bizlere, hepimize?
“Efendiler ve ey millet!
İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, medeniy...
Ne demişti Atatürk bizlere, hepimize?
“Efendiler ve ey millet!
İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.”
Pekâlâ biz ne yaptık?
Eğitimde akıl ve bilimden hızla uzaklaşarak, körpecik çocuklarımızı bir kısmı cahil ve sapık tarikat şeyhlerinin ellerine teslim ettik.
Her an paylaştığım samimi bir inancımı da burada bir kez daha yinelemek isterim:
Dinimiz İslâm, dünyanın en temiz ve en makûl dini…
Allah’a yalvarmak ve ona dua etmek için aranıza bir komisyoncuyu sokmanıza gerek yok..
Allah ile doğrudan iletişim kurulabilen başka da bir din yok dünyada.
Açın avuçlarınızı gökyüzüne doğru, işte Allah tam yukarınızda!
Böylesine muhteşem, saf, temiz ve uhrevi bir ilişki olabilir mi?
Pekâlâ sorun nerede?
// İŞTE TÜM MESELE…
Hah işte tüm mesele bu!
Mesele, avuçlarımız ile Allah'ın arasına girmeye çalışanlar tarikat şeyhi şarlatanlarda.
Yani mesele, din baronlarında.
Bizlere, “Sen yüce Allah'tan tek başına bir şey isteyemezsin, kim oluyorsun ki sersem!” diyen sersemlerde!
“Ben aracılık edeceğim sana, ne yapman gerektiğini ben öğreteceğim” diyen din baronlarında.
“Allah ile arandaki ilişkiden para kazanacağım, şirketler kuracağım, holdinglere dönüştüreceğim, devlette söz sahibi olacak ve günün birinde ‘darül harp’ yani ‘savaşılması gereken’ olarak gördüğüm Cumhuriyet devrimine son verecek, ümmet esasına dayanan bir şeriat düzeni kuracağım. Sonrasında devlete yerleştirdiğim şakirtlerim, halkın parasıyla beline takılan silahları halkına çevirecek, darbe girişiminde bulunacak” diyen vatan hainlerinde.
“Allah'ın bu memleketteki (bu şehirdeki, bu camideki, bu mahalledeki) temsilcisi benim. Ona dua etmek için önce benim kapımı çalacaksın, işim bu benim” diyen zırcahil yarım akıllılarda.
Okurlarımın pek çoğunun sinirlerinin kalktığını görür gibiyim.
Ama düzenin böyle kurgulandığını yadsıyabilir miyiz?
Ve yanıtlanması gereken on puanlık sınav sorusu:
Bin yıldır Müslüman olan ve dünya güzeli Anadolu'yu kendine yurt edinmiş Türk; dinini ne idüğü belirsiz, cahiliye devri artığı komisyonculardan mı öğrenecek?
// NAMUSLU İLE NAMUSSUZ
Devlet bu işin neresinde?
Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyeti kuran kadro, pek çoğu İngiliz işbirlikçisi olan tarikat ve cemaat şeyhlerinin, Kurtuluş Savaşı’nda yaptıkları hainlikleri bizzat yaşamış adamlardı.
Bu hainliklerin başında, halkın kurtuluş ve yeniden kuruluş ümidini kıracak emperyalist propagandalara kutsal camilerimizi alet etmeleri, bin bir güçlükle kurulan ordunun askerlerini firara zorlamalarıydı.
Bunun içindir ki İstiklal Savaşı’mızın kahraman komutanlarından “Deli Halit” lakaplı Halit Karsıalan, iki belinde iki tabanca ile gezer, “Namuslu” adını verdiği tabanca ile düşmana ateş ederken, “Namussuz” adını verdiği tabanca ile cepheden kaçanları indirirdi.
Ateşi ve ihaneti bizzat deneyimleyenler, Cumhuriyetin ilanından kısa süre sonra, 30 Kasım 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanunu kabul ettiler.
Amaç, kutsal din duygularını vicdanlardan çıkararak, tezgâhta satmak isteyen kara yobaz takımına aman vermemekti.
Demokrat Parti’den başlayarak 1950’den sonra yönetime gelen istisnasız tüm iktidarlar, tarikat-cemaat istismarını, oy devşirmenin vasıtası olarak gördüler. Bu iktidarların içinde, Fethullah Gülen’e iltifatlarını esirgemeyen Bülent Ecevit de vardı. Tatlı su solcusu liberallerimiz ise tarikat ve cemaatlerin birer “sivil toplum kuruluşu” olduğunu yutturmaya çalıştılar bize senelerce…
Yapılan araştırmalara göre bugün Türkiye’de 30 tarikat ve onlara bağlı 400 kol bulunuyor. Sadece İstanbul’da 445 tekke faaliyet gösteriyor. Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkâri, Şırnak, Ağrı, Muş, Bitlis, Gaziantep ve Şanlıurfa’da ise cemaat ve tarikatlara ait 800’ün üzerinde faal medrese bulunuyor. Araştırmacılar, İstanbul’da “apartman medresesi” olarak kullanılan yer sayısının bilinmediği belirtiliyor. Türkiye’de 2,5 milyondan fazla kişinin bir tarikat ya da cemaatle organik bağı bulunduğu tahmin ediliyor…
// CEHALET KUTSANIYOR!
Peki bu mevzuya neden geldik?
Malumunuz, bir haftadır Uşşaki tarikatının “Fatih Nurullah” takma adını kullanan şeyhi Eyyup Fatih Şağban’ın, yanında çalıştırdığı ailenin 12 yaşındaki kız çocuğunu istismar etmesini konuşuyoruz.
Derhal haberin ayrıntılarına erişim yasağı gelmesine rağmen, sosyal medyanın karşı konulamaz gücü sayesinde bu rezaletin mide bulandıran tüm ayrıntılarını okuyor, kahroluyoruz.
“Kaçıncı kez bu sapıklıklara tanık oluyoruz?” sorusunu anlamsızca askıda bırakarak…
Henüz haber bile olmayan sapıklıkların sayısını düşündükçe yüreklerimiz kararıyor.
Tertemiz İslam’ın, bu sapıkların elinde nasıl heder olduğunu, gelişmiş ülkeler bilim üreterek 21’inci yüzyılın hakimi olmaya çalışırken, tarikat-cemaat bataklığına sokulan çocuklarımızın geleceklerinin nasıl karardığını görüyor ve adeta deliriyoruz.
Bizler avuçlarımızla Allah’ın arasında din baronlarını soktukça, bu haberleri okumayı sürdüreceğiz.
Mustafa Kemal’in aydınlık yüzünün ışıttığı bu güzel ülke, cehaletin kutsandığı bir ülke olamaz!
Olmamalı…
++++++++++++++++++++++++++
65 YIL ÖNCE BUGÜN UTANÇ GÜNÜMÜZDÜ…
Yakın tarihimizin en acı ve en utanç verici sayfalarından biri “6-7 Eylül Olayları” olarak anılan nümayiş hareketi idi. Aradan 65 yıl geçmiş olmasına rağmen unutulmadı. Daha sonra ortaya atılan iddialara göre Adnan Menderes hükümetinin örtülü organizasyonu ve desteği ile yapılan bu provokasyon, Türkiye’nin imajını adeta yerle bir etmişti.
Kısa bir anımsatma yapalım:
Kıbrıs Türkleri’ne yapılan baskılar, 1955 yılında Türkiye kamuoyunun gündeminde baş köşeye oturmuştu. Londra’da Kıbrıs temasları devam ederken, Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığına dair bir haber, 6 Eylül 1955 günü saat 13.00 haberlerinde radyoda yayınlandı.
Bunun üzerine, “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle ikinci baskı yapan Demokrat Parti yanlısı İstanbul Ekspres gazetesi, yeni kurulmuş olan “Kıbrıs Türktür Derneği” üyelerince bütün İstanbul’da dağıtılmaya ve halkı galeyana getirmek üzere kullanılmaya başladı. Gazetenin o dönemki Yayın Yönetmeni, ünlü gazeteci ve sonraki yıllarda Paris’te SİPA Press ajansını kuran Gökşin Sipahioğlu’ydu. Bu yalan haberi sorgulamadan sayfalarına taşımasıyla, hayatı boyunca peşini bırakmayacak bir skandala imza atmıştı.
// YAĞMA VE YIKIM UTANCI
Aynı akşam İstanbul’da, gayrimüslim vatandaşların toplu olarak yaşadığı birçok semtte Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yağma ve yıkım eylemi başlatıldı. Bunun önceden planlanmış bir hareket olduğu çok açıktı. Yağmalar hep aynı yöntemle yapılıyor, adresleri önceden belirlenmiş yerlere insanlar araçlarla taşınıyordu. Saldırılardan sadece ticarethaneler değil, kiliseler de payını almıştı. Kiliselerin içindeki resimler ve kutsal eşyalar tahrip edildiği gibi, İstanbul’da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verildi.
Olaylar neticesinde DP hükümeti İstanbul, İzmir ve Ankara’da sokağa çıkma yasağı ilan etti. Başta İstanbul ve İzmir’de ikamet etmekte olan T.C vatandaşı gayrımüslim vatandaşların pek çoğu Yunanistan’a, İsrail’e ve Avrupa ülkelerine göç etmek zorunda kaldı.
6-7 Eylül olayları, istihbarat örgütlerinin istediklerinde nasıl tertiplerin organizatörü olabildiklerinin en açık kanıtlarından birisiydi. Sonraki yıllarda Erzincan’da, Maraş’ta, Çorum’da Alevi-Sünni çatışmasını körükleyecek benzer tertipleri yaşadık.
Demem o ki, başımıza gelen her musibeti dış güçlerde, lobilerde arama hastalığımızdan vazgeçelim.
Kafamızı kullanalım ve o güçlerin oyun alanı olmayalım.
++++++++++++++++++++++++++
DÖVİZ VE ALTININ YASTIK ALTINA GİTTİĞİNİN KANITI
Geçen hafta Dünya gazetesinin manşetine yansıyan bir haber, Türk ekonomisinin gerçek durumunu en açık şekilde göz önüne sürüyor.
Haberde, ev tipi çelik kasa satışlarının son iki aydır dört katına çıktığı, pandemi öncesinde ayda bin çelik kasa satılırken bugün rakamın 4 binleri bulduğu vurgulanıyor.
Haberde konuşan çelik kasa imalatçısı şirket temsilcisi, “20 bankanın tedarikçisiyiz. Maalesef bu yıl bankalardan sipariş alamadık. Bunun en büyük nedeni ise birçok banka şubelerini kapatıyor. Dolayısıyla çelik kasa alımını durdurdular” diyor.
Haberi yapan meslektaşımız Tekin Çiçek’i tebrik etmek gerek.
// AL SANA EKONOMİ ANALİZİ!
Bu haber, pek çok ekonomistin analizinden çok daha fazla şey anlatıyor bize. Nisan ayında BDDK tarafından bankalara dayatılan Aktif Rasyosu uygulaması sonrasında bankalar, elinde döviz olan mudilerini nerdeyse kapıdan kovalayacak noktaya geldi. Bankada duran TL mevduatınız size zarar ettirirken, döviz mevduatınızdan para çekmek için ek maliyetlerle karşılaşmanız mümkün.
Kendi paranızı özgürce çekemiyorsunuz.
TL mevduata verilen faizin enflasyonun 4-5 puan altında olması ile yatırımcılar hızla Türk Lirası’ndan uzaklaşıyor, altına ve dövize yöneliyor.
Pekâlâ bankalara yatırılamayan bu birikimler nerede saklanıyor.
Elbette ki evlerdeki kasalarda…
Bugün pek çok ev, yastık altı olarak adlandırılan şekliyle, milli ekonomiye kazandırılmayan yatırım araçlarıyla dolu.
Kendi parasına ve kendi ekonomi yönetiminin söylediklerine inanmayan ve güvenmeyen bir halkın farklı davranış sergilemesi mümkün mü?
+++++++++++++++++++++++++
ÇAV BELLA HAİNLİĞİNİN FİGÜRANLARI NEREDE HÜSEYİN MÜDÜRÜM?
Ramazan ayında İzmir’de yaşanan ve ülkede adeta infial yaratan olayın üzerinden üç ay geçti.
Evet, İzmir’in iki camisinin hoparlörlerinden Çav Bella şarkısı çalınarak ülkenin sinir uçlarıyla oynanan provokasyondan bahsediyorum.
Faillerin hâlâ ortada y0k…
Bu sütunlarda son üç ayda beş kez İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne ve Müdürümüz Sn. Hüseyin Aşkın’a sorduk. Emniyet’in bu konuda yaptığı çalışmalar hakkında en azından bilgi verilmesini talep ettik.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Onları en kısa süre içinde bulacağız” açıklamasının gereğini yapması gereken İzmir Emniyeti’nden henüz ses seda yok.
Yakın tarihimizi bilenler, 1978’de Maraş’ta, 1980’de Çorum’da, 1993’te Sivas’ta yaşanan katliam girişimlerini hatırlamalı, bilmeyenler ise mutlaka bilgi sahibi olmalı.
Belli ki Türkiye üzerine kapanmayan defterleri olanlar hâlâ iş başında.
// PEŞİNİ BIRAKMAYACAĞIZ
Bu alçakça provokasyonun peşini bırakmayacağız.
Bu alçakları hangi yılan deliğine girdiyse bulunmalı ve Türk adaletine teslim edilmeli.
Başta Emniyet Müdürü Sn. Hüseyin Aşkın olmak üzere Emniyet teşkilatına çok büyük ve tarihi sorumluluk düşüyor.
Deneyimli bir Emniyetçi olan Sn. Aşkın ve ekibinden, Türkiye’yi dehşete düşüren bu olayın faillerini en kısa sürede yakalayarak, adalete teslim etmelerini bekliyoruz.
Hâlâ…
+++++++++++++++++++++++++++
HAFTANIN SÖZÜ
Biz iki hırsız arasında kendimizi ifade ederiz. Düne ait üzüntüler ve yarına ait korkular…
Bernerd Shaw
+++++++++++++++++++++++++++
Serkan Aksüyek
E-posta: [email protected]