Türkiye’nin en büyük özel bankalarının birinde uzun yıllar tepe yöneticilik yapmış, kredi departmanlarını kurmuş ve yönetmiş bir iş insanı büyüğümüzle laflıyoruz. Bugün Urla’da sakin bir hayat sürse...

Türkiye’nin en büyük özel bankalarının birinde uzun yıllar tepe yöneticilik yapmış, kredi departmanlarını kurmuş ve yönetmiş bir iş insanı büyüğümüzle laflıyoruz. Bugün Urla’da sakin bir hayat sürse de (kendi deyimi ile) çömezleri ile iletişimi sürüyor. Yetiştirdiği bankacılarla iletişimi devam eden büyüğümüzle laflarken ilginç bir cümle işitiliyor: “Seçimde en çok iş bizim çömezlere düşecek…” Seçim… Siyaset… Bankacılık… Çömezler… Nasıl bir bağ kurmalıyım arasında diye kendi kendime sorarken, duayen bankacıdan gelen “sıcak haberler”, adeta şeytana pabucunu ters giydirir türden oluyor. Ve sakince düşününce ben de hak veriyorum. Bakınız nasıl: // KAĞIT ÜZERİNDEKİ KÂR Bankaların 2022 yılındaki kârları, herkesten daha çok ekonomi yönetiminin dikkatini çekiyor. Her ne kadar Merkez Bankası’nın gösterge faizi tek haneye iniyor görünse de piyasada gerçekleşen faiz oranları çok daha yüksek. Yüzde 85 oranındaki enflasyon hesaba katıldığında fiktif olarak (kağıt üzerinde) kârlı görünen bankalar, bir süredir başta Merkez Bankası olmak üzere ekonomi yönetimi uzun vadeli tahvil alımına zorlanıyor. Arap ülkeleri ile yapılan swap anlaşmaları ile “döviz rezervlerini artırıyor görüntüsü veren” Merkez Bankası, özel sektör bankalarına uzun vadeli devlet tahvili almaları konusunda büyük bir baskı uyguluyor. “Uzun vade” için kasıt, 5-10 yıllık süreler değil. Ekonomi yönetimi, bankaları 20 yıl vadeli devlet tahvili almaları konusunda zorluyor. Ne anlama geliyor bu zorlama? Duayen bankacı büyüğümüzden dinleyelim: // SOPAYLA TAHVİL ALIMI “Türkiye’de kamuoyu çoğu kez bankacılık sisteminin nasıl işlediği konusunda fikir sahibi değil. Türk bankacılık sektörü, ülkenin en şeffaf ve en yetkin kadroları tarafından yönetilen sektörüdür. Sektörde halen yüzde 40 seviyesinde büyüklüğü olan üç kamu bankası, gerçeklerden kopuk ve banka bilançosunda zarara sebep olacak iş ve işlemleri yapabilir. Günün sonunda patron, bankacıların atamasını yapan siyasetçidir. Emir gelirse, inanmadığın bir işi de yapmak zorunda kalabilirsin. Bu durumda bankalar zarar eder ve bilançolarında bir görev zararı oluşur. Pekâlâ bu görev zararını kim karşılar? Sen, ben, hepimiz… Benzer bir durum özel bankalarda olabilir mi? Elbette olabilir. Bu durumda zararı kim karşılar? Bankanın patronu ya da patronları kimlerse, onlar karşılar. Dolayısıyla bir özel sektör bankası, kamu bankası gibi davranamaz. Dünyanın her yerinde sistem bu şekilde işler. Bugün Türk bankalarının kâr açıklamalarına kimse aldanmasın. İşi bilen herkes farkında ki, açıklanan rakamları enflasyon etkisinden arındırırsak o kârların yüzde 80’i yok olur. Bu durumda Hükümet'in seçimlere ilişkin oyun planı şu: 2023 ilk yarısında yapılacak seçimlerin finansmanını sağlayacak kaynak yok denecek kadar az. 2023 bütçesinde öngörülen 660 milyar TL’lik bütçe açığını fazlasıyla aşacağımızı bugünden biliyoruz. Ancak seçim sonuçlarını etkileyecek yardımlara, KGF kredilerine, teşviklere vs kaynak da bulunması lazım. İşte bu kaynak bankaların az önce bahsettiğim kağıt üzerindeki kâr rakamları olacak. // 8-9 BANKA RİSKE GİREBİLİR Başta Merkez Bankası olmak üzere ekonomi yönetimi bankaları –bizim deyimimiz ile sopalayarak- uzun vadeli devlet tahvili almaya zorlayacak. Tıpkı 2020 ve 2021 yıllarında yapılan Aktif Rasyosu’na benzer şekilde, bilançolarındaki TL varlıkları artırmaları sağlanacak. Bu zorlamayı, dövize olan talebin azalması için yapacak. Ancak bu bankaların yurt dışından sağladıkları çok yüklü sendikasyon kredileri ve bunların geri ödemeleri söz konusu. TL ile yabancı para cinsinden sendikasyon kapatılamayacağına göre, yapılan bu fahiş hata bankacılık sisteminde sistemsel bir riskin altına sokacak. Şayet bu sopanın şiddeti artarsa, sistemde 8-9 bankanın krize girmesi söz konusu olabilir. Bu durum domino taşları gibi tüm sektörü riske sokabilir ve vatandaşın güven duygusuna zarar verebilir. Bu durumda bizim bankacılar ne yapıyorlar diye soracak olabilirsin. Gidecekleri en güvenli yol, bilançolarındaki sendikasyon kredilerini azaltmak. Hemen her özel banka bu yolu izliyor. Vadesi gelen sendikasyonunu ödüyor ve yerine daha az borçlanmaya gidiyor, yani dış borçlanmasını azaltıyor. Bizim bankacılık deyimi ile roll over dediğimiz oranlar yüzde 70’in altına inmiş durumda. En büyük özel bankalar bile bu orana düştüyse, dövize olan kurumsal talebin daha fazla olacağını şimdiden söylenebilir. ” // DEMİRBANK ÖRNEĞİ Duayen bankacının konuşmasını dinlerken, 21 yıl öncesine, 2001 yılına bir yolculuk yaptım. O yıllarda faaliyette olan ve son derece iyi yönetilen Demirbank, bir anda herkesi şaşırtacak şekilde iflasa sürüklenmişti. Cıngıllıoğlu Ailesi’nin yönetimindeki Demirbank, finansal yapısı son derece güçlü bir bankaydı. Özel sektör bankaları arasında bilanço büyüklüğü açısından 5’inci sıradaydı. Ve devlete güvenerek bilançosunda bulundurduğu TL cinsinden devlet tahvilleri sonunu hazırlamaya yetmişti. 1950’li yıllarında demir tüccarları tarafından kurulan Demirbank, yüklü devlet tahvili ve Hazine bonosu alımıyla 2000'de faizlerin düşmesinde rol oynamıştı. 2000 Kasım'ında ilk kriz patlayıp, faizler yükselince; elinde yüklü miktarda düşük faizli devlet kağıdı kalan Demirbank sıkıntıya girmişti. Cıngıllıoğlu ailesi 2000 yılı Kasım ayında yaşanan likidite krizi ile önce ardından Ulusalbank'ı kaybetti. Her iki banka da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na (TMSF) devredildi, daha sonra HSBC bünyesine katıldı. Bankacıların, 21 yıl aradan sonra Demirbank trajedisini yeniden hatırlatması oldukça manidar…

282 BİN 811 KAYIT DIŞI ÖĞRENCİ NEREDE?

Sık sık değişen eğitim sisteminin adeta kayıp kuşaklar yarattığını vurguluyoruz sürekli. Ekonomik kriz yaşarsınız, akılcı politikalarla bir süre sonra kayıplarınızı telafi edebilir ve düz çıkabilirsiniz. Ancak eğitimde yaptığınız yanlışın geri dönüşü mümkün olmaz. Kaybettiğiniz kuşaklar, ilerleyen yıllarda size büyük bir toplumsal maliyet ve suç potansiyeli olarak geri döner. İşsizlik rakamlarına gizlenen ve “iş aramaktan umudunu kestiği için” işsiz sayılmayan milyonlarca gencin durumundan daha elim ve daha vahim olanı, çoğunluğu lise olmak üzere “kayıt dışı” öğrenci sayısının 282 bin 811. Bu veri Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’e ait. Basının ezici çoğunluğu tarafından görmezden gelinen veriyi daha yakından incelemekte fayda var. // ÖRGÜN EĞİTİMDEN KOPANLAR Türkiye’de an itibarıyla ilkokuldaki okullaşma oranı yüzde 99.63, kayıt dışı olan öğrenci sayısı 11 bin 654. Ortaokuldaki okullaşma oranı yüzde 99.44, erişilemeyen ve kayıt dışı kalan öğrenci sayısı 30 bin 489. Ortaöğretimdeki okullaşma oranı yüzde 95.06, kayıt dışı kalan öğrenci sayısı ise 240 bin 668. Yasalar; Milli Eğitim Bakanlığı’na, okul yöneticilerine ve velilere çocuğun okula devamını sağlama konusunda görev veriyor. Öğrenciler okula kaydediliyor ama bu öğrencilerin okula devamlılığı konusunda veri yayımlanmıyor. Mevsimlik tarım işçilerinin çocukları gibi durumlar göz önüne alındığında, bakanın açıkladığı rakamın çok üstünde öğrencinin örgün eğitimden koptuğunu anlaşılıyor. Bir de açık ortaokullar ve açık liselerde eğitim gören gençlerimiz, çocuklarımız var. Ve sayıları hiç de az değil. Kasım ayı itibarıyla açık öğretim ortaokulda 18 yaş altı toplam 7 bin 774, açık öğretim lisesinde ise 18 yaş altı toplam 232 bin 52 öğrenci bulunuyor. Bu kişilerin hangi kalitede eğitim aldıklarını tahmin etmek zor değil. Pekâlâ… Tüm dünyanın Endüstri 4.0’a ve Toplum 5.0’a kilitlendiği bir dönemde, Türkiye yüz binlerce gencini “kayıp kuşak” olarak yok eden bir ülke olarak mı varlığını sürdürecek? Yazık, çok yazık…  

DÜNYANIN HER YERİNDE CENK’İN EVİ VAR!

Sanayici dostumuz Sami Külçe, işleri yavaş yavaş mühendislik eğitimlerini tamamlayan oğlu Cenk’e ve kızı Ece’ye bırakıyor, artık vaktini özenle yaptırdığı karavanına ayırıyor. 1990’lı yıllarda apartman komşum olan Külçe ailesinin oğlu Cenk, elimizde büyüdükten sonra başladığı eğitim hayatını başarıyla tamamladı, İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Aile şirketinin başına geçen Cenk ile uzun uzadıya laflarken, sözlerinin arasında dikkat çeken bir ayrıntıya takılı kaldım. // “BİR TEK BEN KALDIM” “Benim dünyanın hemen hemen her ülkesinde evim var Serkan ağabey” dedikten sonra devam etti Cenk: “İTÜ’den 2012 yılında mezun olan arkadaşlarımdan bir tek ben Türkiye’de kaldım ve aile şirketimizde çalışıyorum. Diğer arkadaşlarımın tümü dünyanın farklı ülkelerinde mühendislik kariyerlerini sürdürüyorlar. Hepsi ile sürekli irtibat halindeyiz, görüşüyoruz, konuşuyoruz, hayatlarından gayet memnunlar.” Cenk 32 yaşında ve en verimli çağında bir mühendis… Kuşkusuz arkadaşları da öyle. 10 yıllık bir mühendislik deneyimi ile öğrenmeye en açık dönemlerinde olan bu çocuklar, ülkelerinden çok uzakta kariyer yapıyorlar. Bu durum sadece ülkenin insan kaynağının yurt dışında değer yaratması anlamına gelmiyor. Gerek devletin gerekse ailelerinin büyük özverisi ile iyi eğitimler alan gençlerimizin soluğu yurt dışında almaları, gelişmiş ülkeler açısından sıfır maliyetle yetişmiş parlak beyinlerin değer yaratması demek. Bu gençlerin hemen hepsi, gittikleri ülkelerdeki ortalama yaşam seviyesinde ücret alıyorlar ve çoğu kez de rahatlıkla iş bulabiliyorlar. // SADECE GENÇLER GİTMİYOR Bu sevda, artık lisede eğitim alan çocuklarımıza kadar inmiş durumda. Türkiye’deki mevcut düzen tam bir adam öğütme makinesi gibi çalışıyor. En iyi eğitimleri alan gençlerimiz iş buldukları anda yurt dışına giderken, onların yerine vasat kadrolar hak etmedikleri koltukları işgal ediyor. Ve bu durumu karar vericilere anlatmak çoğu kez mümkün olmuyor. Yurt dışında kendisine yaşam kuran insan kaynağımız yeni mezun gençler ile sınırlı değil. Evli, çoluk çocuk sahibi, düzenini kurmuş ve Türkiye ortalamasının çok üzerinde gelir elde eden insanlar da fırsatını bulunca yurt dışında çalışmaya karar veriyor. Ezcümle.. Cenk’i dinlerken doğrusu hissettiğim duygu karmaşasına anlam veremedim. Bir gün ülkelerine geri dönerek, kendi vatanlarının kalkınmasına emek vermelerini diledim sadece…  

FORBES’TE 23 SENEDİR BİTMEYEN RESTORASYON

İzmir, yanlış kentleşme ve imar afları yüzünden son kırk senede adeta beton denizine döndü. Kentin kıyıda köşede kalan pırlanta yapıları arasında Bornova ve Buca’da ayakta kabilen levanten köşkleri bulunuyor. Her biri adeta bir kültür hazinesi olan bu köşklerden hayran olduklarımın başında 1900’lü yılların başında inşa edilen Forbes Köşkü geliyor. Buca’nın en güzel yerinde bulunan ve her yıl dünyanın en zenginleri listesini yayımlayan dergiye adını veren dünyaca ünlü Forbes ailesinin ihtişamını yansıtan köşkün restorasyon projesi, tam 23 yıldır tamamlanmayı bekliyor. // DÜNYACA ÜNLÜ AİLE Forbes Ailesi'nin İzmir'den ayrılmasından sonra bir süre Whittall Ailesi’nin ikamet ettiği köşkün bugünkü durumu içler acısı. Evsizler ve alkolikler tarafından mekân olarak kullanılan köşkün, çok kıymetli ahşap bölümleri ya çalınmış ya da zarar verilmiş. CHP İzmir Milletvekili Mahir Polat, Kasım ayında Kültür ve Turizm Bakanı Sn. Mehmet Nuri Ersoy’un yanıtlaması istemi ile bir soru önergesi vermiş, Forbes Koşkü’nün akıbetini sormuştu. TBMM kayıtlarında Bakanlığın bu önergeye henüz yanıt vermediği görülüyor. Buca SSK hastanesi bahçesi içinde kalan Forbes Köşkü, 1979 yılından bugüne “korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı” olarak tescilli. // AÇIKLAMA BEKLİYORUZ Ancak bu “koruma”nın sadece kağıt üzerinde kaldığı görülüyor. Geçen yıllarda yanmaktan son anda kurtarılan köşkün yılan hikâyesine dönen restorasyonunun akıbeti beli değil. Devletlerin saygınlığının, tarihi yapılarına ve kültür miraslarına verdikleri değer ile ölçüldüğünü hatırlatmak istiyoruz. Alsancak’taki tarihi TEKEL binalarının bir kültür kompleksine dönüşüm çabalarını alkışladığımız Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Forbes Köşkü ile ilgili bir açıklama bekliyoruz. HAFTANIN SÖZÜ Nerede bir can ölse, orada olur yüreğim. Olmalı zaten. Olmazsa insan olmaz yüreğim. Ahmed Arif