Türk ekonomisi tarihi bir haftanın eşiğinde…
Bu hafta yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından çıkacak sonuç, iş dünyasında büyük merakla bekleniyor.
Genel beklenti, -her ne kadar anlam...
Türk ekonomisi tarihi bir haftanın eşiğinde…
Bu hafta yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından çıkacak sonuç, iş dünyasında büyük merakla bekleniyor.
Genel beklenti, -her ne kadar anlamsızlığını korusa da- yüzde 8,5 seviyesindeki gösterge faizin yüzde 20 ve üzerine çıkması olacak.
“Faiz düşmanlığı”nı, 14 ve 28 Mayıs seçim stratejisinin temel dinamiği yapan Sayın Cumhurbaşkanının, faiz artışına nasıl ikna olduğundan çok, neden ikna olduğu ilgilendiriyor beni.
İş dünyasındaki merak da çok farklı değil.
FAİZ MERAKI HAD SAFHADA
Geçen hafta İzmir’de düzenlenen Plastik Sektör Platformu toplantısında da hemen tüm iş insanlarının sohbet konusu buydu. İş dünyası, özellikle de hammaddede ithalata bağımlı olan sektörler için faiz ve dövizin seviyesi çok kritik bir değişken olmayı sürdürüyor.
Türkiye’nin en büyük sektör ihracatçı birliği olan İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği’nin (İKMİB) ev sahipliğinde düzenlenen toplantıya; sektörün en önemli sivil toplum kuruluşları olan Plastik Sanayicileri Federasyonu (PLASFED) ve Plastik Sanayicileri Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı seviyesinde katılımı dikkat çekiciydi.
Toplantıda Ege Plastik Sanayicileri Derneği (EGEPLASDER) Yönetim Kurulu Başkanı ve Plastik Sanayicileri Federasyonu (PLASFED) Başkan Yardımcısı Şener Gençer’in önerisi ise katılımcıların tüm ezberlerini bozar nitelikteydi.
40 YILDIR ÇÖZÜLEMEYEN SORUN
Türkiye’nin yerli petrokimyasal üretimindeki sorunun, 40 yılı aşkın süredir çözümsüz kaldığını anımsatan Şener başkan, yerli üretimin payının yüzde 12’ye kadar düştüğüne dikkat çekti ve “Devlet petrokimyaya yeniden yatırım yapsın” önerisini dile getirdi.
Bu öneri, uzun yıllardır sektörde konuşulan ama kimsenin önermeye cesaret etmediği ya da edemediği bir öneriydi.
Oysa devlet 1965 yılında Petkim’i tek yerli petrokimya üreticisi olarak İzmit-Yarımca’da kurmuş, 1980’li yıllarda Aliağa Kompleksi’ni devasa kapasiteler ile devreye almış, hemen sonrasında 1987 yılında özelleştirme sürecini başlatmış ve 20 seneden fazla süre sonra, 2008 yılında özelleştirmişti.
15 yıldır Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi’nin (SOCAR) yönetiminde olan Petkim, Aliağa’daki kompleksinde dikey entegrasyona dayalı yatırımlar ile birlikte üretimini başarıyla sürdürüyordu.
Ancak yerli üretimin payı, geçen 15 yılda yüzde 20’den yüzde 12’ye kadar düşmüştü. Zira sektördeki talep artışı, üretim artışının çok üzerinde gerçekleşiyordu.
EN AZ 5 PETKİM DAHA LAZIM
Benim de geçmişte keyifle ve gururla görev yaptığım Petkim’in yaptığı üretim, Polimer ve Aromatikler zincirini kapsayan temel petrokimyasalları içeriyordu ama Türkiye’nin ihtiyacı bu üretimden kat be kat fazlaydı.
Türkiye’ye en az beş Petkim daha lazımdı.
Ancak ihtiyacın gerçekleşmesi, söylendiği kadar kolay değil.
Bilgi, teknoloji ve sermaye yoğun yatırım isteyen petrokimya sektörü, hemen tüm gelişmiş ülkelerde kamu gücü kullanılarak büyütülüp geliştirildi.
Türkiye’de olan da bundan farklı değildi.
Yarımca ve Aliağa komplekslerinde yaptığı yatırımlar; 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda Türkiye’nin ihtiyacının çok önemli bölümünü karşılarken, son 25 yılda iç talebi karşılama oranı hızla geriledi.
Bu gerileme sürüyor ve sürecek.
Bazı okurlarımın, “Aman sen de… Ne mesele ediyorsun, yüzde 88 ithalat yüzde 100’e çıkıverir, çok fazla bir şey kaybedilmez” dediklerini işitir gibiyim.
Kazın ayağı öyle değil.
SEKTÖR OYUNCAK OLUR
Bakın EGEPLASDER Başkanı Şener Gençer bu konuda ne diyor:
“Bir ülkede yerli petrokimya üretiminin oranı yüzde 1 bile olsa, o üretim fiyatlamada baz olarak alınır. Mesela ülkemizde ürünlerini satan yabancı şirketler fiyatlarını belirlerken, ‘Petkim artı 100 dolar, Petkim eksi 50 dolar’ diyerek fiyatlama yaparlar. Şayet yerli üretim olmazsa, global petrokimya üreticilerinin ithalat cennetine çevirdikleri ülkemiz, zaten istedikleri gibi at oynatan ithalatçıların bu kez istedikleri gibi fiyat dayatacakları bir ülke haline gelir. İthalat bağımlılığımızın çok yüksek oluşu, Türkiye’ye ürün satan şirketler tarafından zaten acımasızca istismar ediliyor. Çünkü herkes biliyor ki, biz üretmek için o hammaddeyi ithal etmek durumundayız. Aksi halde dünyanın 7’inci Avrupa’nın 2’inci büyük üretim gücüne sahip plastik sektörümüzü çalıştıramayız.”
“KİMSE KİMSEYE RAKİP OLAMAZ”
Şener başkanın bu noktada dikkat çektiği çok önemli bir konu daha var:
“Türkiye’de her kim bu üretimi yaparsa yapsın bir başkasına rakip olamaz. Otomotivden tekstile, inşaattan tıbbi malzemelere, kimyadan plastiğe kadar en temel ihracatçı sektörlerimiz bu ürünleri kullanmak zorundalar. Dolayısıyla Petkim’in üretmediği onlarca ürünün yerli üretimi için mutlaka devlet oyun kurucu olarak masada olmalıdır. SASA ve Rönesans Grubu gibi şirketlerin devam eden Polipropilen ve PTA yatırımlarından çok büyük heyecan duyuyoruz. Bu şirketlerimizi alkışlıyoruz. Yatırımlarının bir an önce devreye alınmasını bekliyoruz. Ancak bu ürünlerin dışında Türkiye’nin net ithalatçı olduğu onlarca ürün olduğunu da bilmemiz gerek. Devletimizin dünyadaki gelişmeleri ve sektörel trendleri doğru okuyarak ve ölçek ekonomisini gözeterek yeniden petrokimya sektörüne yatırımcı olarak girmesi gerektiğini düşünüyoruz.”
Pekâlâ bu nasıl olacak?
Gençer, yerli otomobil TOGG’da başarıyla uygulanan modelin, bu sorunun çözümünde de uygulanabileceğine dikkat çekiyor.
Buna göre TOGG’un üretiminde söz sahibi olan ve kamuoyunda “babayiğitler” olarak tanımlanan şirketlerin, petrokimya sektöründeki benzerleri bu son derece kârlı yatırımda yer alabilecek.
TOBB DA MUTLAKA OLMALI
Ve elbette Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği.
Bana göre TOBB da kaynaklarını bu projeye seferber edebilir.
Hatta etmelidir.
İstanbul’da kimsenin gitmediği ve konaklamadığı bir adaya süper lüks otel yapmak, yüz milyonlarca dolar para dökmek, otele kimse gitmeyince de satmaya çalışmaktan çok daha verimli ve kârlı bir yatırımdan söz ediyorum.
Dünya üzerinde kalkınmasını tamamlamış ülkelerin, aynı zamanda Kimya sektöründe söz sahibi olmaları elbette tesadüf olamaz.
Türkiye’nin de hiç vakit kaybetmeden yerli petrokimya üretimini artırması şart.
TOGG BİR İHTİYAÇ DEĞİLDİ
Ve lafı eğip bükmeden ifade edelim:
Türkiye’de uzun yıllardır üretim yapan ve bazı modelleri yüzde 70’e yakın yerlilik oranına sahip otomobil üretimi var.
TOGG elbette gururumuz oldu. Ancak “Türkiye’nin yerli bir otomobile ihtiyacı var mıydı?” sorusuna duraksamadan “Evet” dememiz mümkün değildi.
Buna karşılık Türkiye’nin yeni petrokimya kompleksine / komplekslerine çok yüksek seviyede ihtiyacı var. Büyük sermaye sahipleri, (ki mutlaka petrokimya geçmişi olması da gerekmiyor, TOGG babayiğitleri arasında otomobil üreticisi şirket yok) ana hissedarlar, belki binlerce şirket de küçük hissedar olarak bu planda konumlanabilir.
Şener başkanın altını çizdiği cümleyi hep anımsamak gerek.
Öylesine devasa ölçekte ithalat yapıyoruz ki, Türkiye’de bu sektörde kim ne üretirse üretsin birbirine rakip olamaz.
Yerli otomobil projemiz TOGG’da nasıl devlet ve babayiğitler olarak gösterilen özel sektör şirketleri el ele vererek muhteşem bir başarı hikâyesi yazdıysa, petrokimyada da benzer strateji uygulayabiliriz.
Devlet, Petkim’in ve diğer şirketlerimizin ürettikleri ürünleri değil; ülkemizde üretilmeyen ya da çok yüksek oranda ithalata bağımlı olduğumuz katı ve sıvı petrokimyasalları üretebilir. Kamu otoritesi tüm paydaşları bir masa etrafında toplayarak bu planlamayı rahatlıkla yapabilir.
Devlet 1960’lı yıllarda Petkim’i kurdu, büyüttü ve sonrasında özelleştirdi.
Yeniden ve tam entegrasyona dayalı bir petrokimya kompleksi rahatlıkla kurabilir. Dünyanın en büyük petrokimya şirketlerinin kamu yönetimi ağırlıklı ya da devletin ortaklığındaki şirketler olduğu unutulmamalı.
Bizden söylemesi…
“İHRACAT DÜŞÜYOR, İTHALAT KORKUTUCU HIZLA ARTIYOR”
İzmir’deki Plastik Sektörü Toplantısı’nda bizlere kapsamlı bir sunum yapan İstanbul Metal ve Maden İhracatçı Birlikleri (İMMİB) Genel Sekreter Yardımcısı Sayın Aydın Yılmaz’ın verileri, adeta sırtımızı ürpertmeli.
Kimya sektörünün tüm bileşenlerinde Türkiye’nin ilk beş aylık ihracatı yüzde 10,55 düşerek 12,3 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti.
Sektörün ithalatı ise deyim yerinde almış başını gidiyor.
2020 yılında 61,4 milyar dolar, 2021 yılında 97,3 milyar dolar ithalat yapan Kimya sektörü, geçen yılı 144,8 milyar dolar ithalat ile kapatmış. Bu ithalatın içinde rafinaj ürünleri olsa da, dış ticaret dengesi geçen yıl 106,3 milyar dolar açık veren sektörün, Türkiye’nin dış ticaret açığında aslan payını alması elbette şaşırtıcı değil.
Ezcümle…
İhracat rakamlarına elbette sevinelim, İKMİB’in 50 milyar dolarlık ihracat hedefine alkış tutalım.
Ama korkutucu hızla artan ithalat rakamlarını da görmezden gelmeyelim.