Mübadele, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Yunanistan ile arasında süre gelen sorunların en büyük olanı olarak değerlendirilebilir. Bu sorunun ortaya çıkışı ise sanıldığı gibi milli mücadelenin hemen ardından olmamıştır. 19. Yüzyılın başlarında yani 1821 yılında Osmanlı devletinde, Mora isyanı başlamıştır. Bu ayaklanmaların temelinde Batılı emperyalist güçlerin kışkırtmaları yatmakla birlikte, Fransız ihtilalinin yaydığı milliyetçilik fikrinin etkisini de göz ardı etmemeliyiz.

Bilindiği üzere: Osmanlı devleti, 18. Yüz yıldan itibaren kendisini Batılı güçlerin gerisinde görmeye başlamıştı. Bu durum artık Batı ile ilişkilerin geliştirilmesi gerektiği fikrini uyandırmış, böylece çeşitli ülkelere elçilikler açılmaya başlanmıştı. Artık Batıdan etkilenmemek olası değildi. Fakat bu etkilenme her zaman olumlu manada olmadı. Nitelik milliyetçilik fikri batı kaynaklıydı ve Osmanlıyı yıkılışa sürükleyen önemli bir politikaydı. 1877-78 Osmanlı Rus savaşı, Osmanlı devletinin çok zayıf olduğunu göstermiştir. Bu savaştan sonra İngiltere ile Rusya kendi sömürgelerini kurmak maksadıyla Orta Doğu ile ilgilenmeye başladılar. Söz konusu coğrafyaya tabiri caizse bir ahtapot gibi yayılan bu iki emperyalist güç, bölgede bundan sonra yaşanacak siyasal gerilimlerin baş aktörü olarak görülmüşlerdir.

Balkan savaşlarında Osmanlı devletinin yenilmesi yine bu iki emperyalist gücün etkisiyle olmuştur. Bu durumda Osmanlı devleti giderek zayıflamış, kendisine bağlı ülkeleri dahi yenemediği için siyasal anlamda prestijini kaybetmiştir.

Birinci dünya savaşında izlediği siyaset gereği her ne kadar savaşın gerisinde kalmış olsa da ilerleyen tarihlerde savaşa girmesi Osmanlı devletinin yıkılışını hızlandırmıştır. Savaştan sonra yani 18 Ocak 1919 yılında toplanan Paris barış konferansında Osmanlı devleti yok sayılmış, toprakları savaşa katılan ülkeler arasında paylaşılmıştır.  Bu konferansta alınan kararlar gereği Batı Anadolu bölgesi, Yunanlılara verilmişti.  Yunanlılar, 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e girerek burayı işgal ettiler. Böylece Millî mücadelenin başlaması gerektiği fikri uyanmış oldu. Çünkü 30 Ekim 1918 yılında imzalanan Mondros Ateşkes antlaşması gereği Osmanlı devleti, savunmasız bırakılmış, orduları terhis edilmişti. Böyle bir ortamda başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları düşmanı karşı milli bir dayanışma oluşturmak için çalışmalara başladılar yaşanan büyük mücadeleler sonucunda 9 Eylül 1922 yılında İzmir’in kurtarılmasıyla milli mücadele başarıya ulaşmış oldu. 24 Temmuz 1923 yılında imzalanan Lozan antlaşmasıyla Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş oldu. Bu anlaşma birçok siyasal sorunu çözmüşse de bazı sorunların çözülmesi veya tam olarak çözülmesi mümkün olmamıştır. Fakat bu anlaşma ile Türkiye ile Yunanistan arasında bir nüfus mübadelesi yapılması kararı alınmıştır. Mübadele: değiştirme, yer değiştirme anlamlarına gelmektedir.  Mübadele yapılırken bu değişimin temeli dinsel, ırksal bağımlılık göz önünde tutulmuş, Batı Trakya da bulunan Türkler ile İstanbul, Bozcada ve Gökçeada’da bulunan Rumlar istisna olarak değişime tabi olmamışlardır.  Sonuçta yapılan değişimle birlikte birçok insan bulundukları ve alışık oldukları topraklarını bırakarak başka bir ülkeye gitmek zorunda kalmışlardır. Siyasal olarak uluslaşma sürecinin temeli olarak görülen bu politika sosyolojik ve psikolojik birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Çünkü yaşanan olay, sadece bir yer değiştirme olayı değildir. Değişim ile gelen bu insanlar, geldikleri yerlerde ailelerini, anılarını bırakmışlardır. Savaşta kaybettikleri yakınları hala oradadır.

Mübadele sürecinin işlemesinden sonra gelen mübadillerin, geldikleri yerlere entegre olmaları sorunu ortaya çıkmıştır ki ülkeleri asıl uğraştıran konu bu olmuştur. Zira: gelen mübadiller geldikleri yerlerde herhangi işlerle meşgul olup yaşamlarını devam ettirirken, yeni olan bu alanda kendilerini yabancı olarak gördükleri için herhangi bir yerde varlık gösterme konusunda bazı sorunlar yaşamışlardır. Atatürk; gelen mübadillerin bir an önce ekonomik gelişime katkı sunmaları gerektiği görüşündeydi. Aynı görüş muhtemelen Yunanistan’da da hakimdi. Sonuçta gelen bu mübadiller kendilerine özel kurulan alanlarda yine kendilerine özel işlerle meşgul edilerek hem ekonomik anlamda canlanma sağlamış hem de yeni ürünlerin üretimini öğrenmiş veya öğretmişlerdir.

Sonuçta büyük acılar çekilerek, büyük mücadeleler verilerek başarıya ulaştırılmaya çalışılmış olan mübadele/nüfus değişimi; her ne kadar siyasi bir olay olarak görülüp öyle değerlendirilmeye tabi tutulsa da olayın sosyolojik ve psikolojik boyutu göz ardı edilmektedir. ​