1940-1954 yılları arasında Türk Milli Eğitim sistemine adeta devrim yaşatan Köy Enstitüleri’nin önemini sıklıkla sütunlarımıza konu ediyoruz.
Türkiye’ye ve Türkiye’nin o dönemki şartlarına en uygun e...
1940-1954 yılları arasında Türk Milli Eğitim sistemine adeta devrim yaşatan Köy Enstitüleri’nin önemini sıklıkla sütunlarımıza konu ediyoruz.
Türkiye’ye ve Türkiye’nin o dönemki şartlarına en uygun eğitim sistemi olan Köy Enstitüleri, bilindik tanımlama ile tam da “yerli ve milli” bir kurumdu.
17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı “Köy Enstitüleri Kanunu” ile okullar faaliyetlerine başlayan okullardan 21 tane açıldı. 1954 yılına kadar, beş yıl boyunca eğitim veren Köy Enstitüleri’nde kız ve erkek öğrenciler karma eğitim yapmaktaydı.
İzmir’de de bu okulların en başarılı örneklerinden biri vardı. Kızılçullu Köy Enstitüsü, bugünkü Şirinyer’de NATO karargâhı yerleşkesinde bulunan muhteşem bir binada eğitim veriyordu.
// MENDERES MEZUN OLDU
1913 yılında Amerikan Koleji olarak hizmet vermeye başlayan ve eski Başbakanlardan Adnan Menderes’in de eğitim gördüğü bina, 1937 yılında 62 bin 500 TL bedel ile devlet tarafından “eğitim amaçlı kullanılmak üzere” satın alınmıştı. Ana binanın yanında; tiyatro ve spor binası ile lojmanların da olduğu on kadar irili ufaklı binanın bulunduğu yerleşkede, 1940 yılından itibaren Kızılçullu Köy Enstitüsü eğitim vermeye başladı. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel de okulu sıklıkla ziyaret etmişlerdi.
Uzatmayalım.
1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti ve Başbakan Adnan Menderes, 1954 yılında “Komünist çocuklar yetiştiriyor” yalanıyla Köy Enstitüleri’nin kapısına kilit vurdu.
1952 yılında Kore’de verdiği yüzlerce şehidin karşılığında NATO’ya üye olan Türkiye, İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü binasını da NATO’ya tahsis etmişti.
Bu binayı hayatımda bir kez görme şansı elde etmiş ancak içine girememiştim. Sanıyorum 2003 yılıydı. İzmir’deki NATO Karargâhı’ndaki Türk Orgeneral’in görev devir teslim törenini izlerken, binanın ve önündeki saat kulesinin güzelliği adeta büyülemişti beni.
O yıllarda 1. Kordon’daki Orduevi binası NATO karargâhı, Şirinyer’deki yerleşke ise Müşterek Kuvvetler Komutanlık Merkezi olarak işlev yükleniyordu. Kordon’daki bina Orduevi olunca tüm birimler Şirinyer’e taşındı.
// MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLMELİ
Cumhuriyet tarihimiz için çok önemli hatırası olan bu binanın, NATO karargâhı olmasını elbette tesadüf ile açıklamıyorum.
Ancak T.C. devletinin en azından bu binanın hatırasına sahip çıkmasını ve müze olarak kullanılmasını sağlamasını beklemek hakkımız olsa gerek. Bir Aydınlanma Devrimi olan Cumhuriyet’in en özgün eğitim projesi olan Köy Enstitüleri, bugün adeta kayıp kuşaklar yetiştiren eğitim sistemimizin en başarılı rol modeliydi.
Hâlâ en çok okunan yazarlarımızın, edebiyatçılarımızın, sanatçılarımızın, düşünürlerimizin Köy Enstitüsü mezunu olması tesadüf değil. Bu büyük eğitim hamlesini kendi ellerimizle yok etmeseydik, acaba bugün nasıl bir Anadolu ile karşı karşıya olurduk?
Hepimizi düşündürmesi gereken bir soru çengeli bu…
İşte bu nedenle Kızılçullu Köy Enstitüsü binası, “eğitim amacıyla” devlet tarafından satın alındıysa, askeri kışla olarak değil, amacına uygun olarak kullanılmalı.
Binanın “Köy Enstitüleri Müzesi” olması için hükümet ve Milli Eğitim Bakanlığı harekete geçmeli. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Tunç Soyer ve yerel yönetimler de bu sürece katkı sağlamalı.
“BÜYÜK MUSTAFA” BOŞUNA OLUNMUYOR!
Mustafa Denizli…
“Çeşmeli Mustafa” olarak başlayan hayat yolculuğunda, Türk futbol tarihine adını altın harflerle yazdırdı. 35 yılık teknik direktörlük kariyerinde başta taraftarı olduğum Galatasaray olmak üzere, Türk futbol takımlarını ve Milli Takımı başarılardan başarılara sürükledi. Galatasaray’ın genç bir hocası olarak, tarihimizde ilk kez Şampiyonlar Ligi’nde yarı final oynama başarısını tattırdı.
Bugün gibi hatırlıyorum.
1989 yılı Nisan ayı idi. Ortaokul son sınıftaydım.
Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi yarı finaldeki rövanş maçı İzmir’de Steaua Bükreş ile oynanacaktı. İlk maçta 4-0 mağlup olsak da, yeni bir Neuchatel zaferi beklediğimiz için günler öncesinden biletimizi almış, hiç duraksamadan okulu ekmiş, Atatürk Stadı’nda kale arkasında zor bela yer bulabilmiştik. Tribünlerde yaklaşık 60 bin kişi vardı.
// ALTAY’A BÜYÜK VEFA
1-1 biten maçtan boynumuz bükük ayrılsak da sonraki yıllarda Türk futbolunun en başarılı döneminin altyapısını yine Mustafa Denizli hazırlayacaktı. Steaua Bükreş’in yıldızı Hagi, ülkemize gelecek, 1996-2000 arasında Galatasaray’ın efsane kaptanı olarak büyük başarılara imza atacaktı.
Türk futbolunun “Üç Büyüğü” Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray’ı çalıştırmış tek Türk futbol adamı olan Mustafa hoca, futbola ilk adımını attığı Altay’a teknik direktör olarak dönüş yaptı.
“Ben Türkiye’nin en büyük takımlarını çalıştırdım, kariyerime Altay’da mı son vereceğim” demedi. Kadrosunda “Büyük Mustafa” olarak yer aldığı “Büyük Altay”a zor gününde el uzatmakta, vefasını göstermekte bir an olsun duraksamadı.
Alacağı ücreti Mehmetçik Vakfı ve Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Vakfı'na bağışladı.
Rüzgârın estiği yöne göre savrulmadı.
Her zaman doğru bildiklerini söylemekten de uygulamaktan da çekinmedi. 80’li yılların sonunda Türk futbolunu utanç çukurundan ilk olarak çekip çıkaran da Mustafa Denizli idi.
İşte bu nedenlerle ona “Büyük” diyoruz…
Ona çok şey borçluyuz ve Türk futbolseverleri olarak minnettarız.
Evine, İzmir’e yeniden hoş geldin Mustafa hocam…
BÖYLE BECEREKSİZLİK DOSTLAR BAŞINA!
Algı yönetimi, sayın hükümetimiz sayesinde iliklerimize kadar işleyen bir yöntem.
Cumhurbaşkanı “Üç hafta tam kapanmaya geçiyoruz” derken, bir gün sonra İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı genelgede sektörlerin yarıdan fazlası kapanmadan muaf tutuluyor.
DİSK’in yaptığı hesaplamaya göre, kayıtlı işgücü arasında muafiyet oranı yüzde 61 seviyesinde…
İnsanın aklını başından alan, hepimizi delirten beceriksizlikler silsilesi…
Tüm eğitim kurumları ile birlikte anaokulu ve kreşler de kapatılıyor. Kapanmadan muaf olan çalışanların çocuklarını kime bakacağı sorusu askıda kalınca, kısıtlamadan muaf olanların çocukları için kreşler açılıyor.
Beceriksizlik bitiyor mu?
Hayır!
Aile Bakanlığı’na bağlı kreşler açılırken, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı kreşler kapatılıyor. Yan yana iki kreş, aynı insanların aynı yaş grubundaki çocuklarına hizmet veriyor.
// BEYANA DAYALI YASAK
Biri açık, diğeri kapalı.
Hiçbir resmi gerekçe, geçtim gerekçeyi, mantık kırıntısı bile olmadan “Üç hafta boyunca içki satışı yasak” deniliyor.
Ortada bir genelge ya da Bakanlar Kurulu kararı var mı?
Yok…
Neden yasak, kime göre yasak, hangi mantıklı gerekçeye göre yasak?
Sadece İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun beyanatına göre yasak konuluyor.
Ve bu belirsizlik ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez mübarek Ramazan ayında içki reyonları adeta yağmalanıyor!
Pandeminin başında, bunlar gibi pek çok örneği üzülerek yaşadık. 30 kuruşluk maskeyi bile dağıtmaktan yoksun bir organizasyonun, aşılama gibi dev bir sorunun altından kalkması mümkün müydü sizce?
Olmadı elbette.
Tombul yanaklı Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca’nın, canlı yayınlarda yaptığı sözlerin bir teki bile yerine gelmedi. Sorulardan bunalacağını bildiği için canlı yayında basın toplantısı yapmayı da bıraktı. “Çin devleti verdiği sözü tutmadı, söz verdiği sayıda aşıyı göndermedi” demekle yetindi. Kendisinin bahane üreten değil, çözüm bulması gereken kişi olduğunu anımsamadı bile…
// FUTBOLCU KANUN YAPARSA
Ve ticaret hayatını bir anda felce uğratan saçmalık!
Hayatında futbol oynamaktan başka mahareti olmayan AKP İzmir Milletvekili Alpay Özalan’ın da aralarında olduğu 10 milletvekilinin imzasıyla, bankalarda çek ödemeleri 1 Haziran’a kadar askıya alınıyor.
Hayatında bir kez olsun fatura kesmemiş, vergi ve sigorta ödememiş, ticari hayatta çekin anlamından bihaber birileri; ticaret hayatının kalbine bıçağı saplayınca ortalık ayağa kalkıyor.
1 trilyon TL’nin üzerinde ölçeğe sahip sistemi tıkayan yanlıştan bir başka gece yarısı kararnamesi dönülüyor. Ancak bu kez da yayınlandığı Resmi Gazete’nin tarihinde hata yapılıyor.
Bu yönetim zafiyetine ağlamak yerine gülüyoruz sadece…
Bu şekilde 17 Mayıs’a kadar evlere kapanacağız.
Bunca zahmete ve maliyete değecek mi?
Vaka sayısında Türkiye’nin bir numarası İstanbul’dan yüz binlerce insan Anadolu’ya dağıldı.
Bu insan akını, virüs bulaşını arkalarında bırakmış olarak Mayıs ayının 14’ü ilâ 16’sı arasında evlerine dönecek.
Ve korkarım ülkemiz, tam da turizm sezonunun öncesinde dünyada bu illeti yenememiş birkaç ülkeden biri olarak anılacak.
İnşallah yanılırım.
MEHMET DÖNMEZ’İN ARDINDAN…
Geçen hafta çok sevdiğimiz bir ağabeyimizi, ülkemizi ve devletimizi dünyanın pek çok ülkesinde temsil etmiş yürekli bir Büyükelçimizi kaybettik.
“Sayın Büyükelçim” hitabını fazlasıyla hak eden Mehmet Dönmez'in son görevi, Türkiye'nin Danimarka Büyükelçiliği idi. 42 yıllık kariyeri sonrasında yaş haddinden emekli olup memleketi İzmir'e yerleşmiş, bize de kendisinden daha çok istifade etme imkânı tanımıştı.
Yıllarca görev yaptığım ekonomi gazetesi Gözlem'in Yayın Kurulu'nda kendisini tanıma şansı elde etmiştim. Yazılarımızda bir hata yapmışsak büyüleyen nezaketiyle uyarır, ele alınan konuya farklı perspektif getirmemi ister, Netfilx'te izlemem için ülkelerin dış politikalarını analiz eden dizi ve filmler önerir, senaryoların arka planını anlatırdı. Türkiye'nin Suriye'de saplandığı batağı yıllar önce yüksek entelektüel birikimi ve sıfıra yakın hata ile öngörmüştü.
Şimdi durun ve düşünün...
Mehmet Dönmez ağabeyimiz de ülkemizi yurt dışında temsil ediyordu, “Hakara-Bakara” diyerek mensubu olduğu dine hakaret eden, dış politikadan habersizler de...
Yürek daraltan cevabı siz verin.
Ailesi, sevenleri ve Türk Dışişleri camiasına başsağlığı diliyorum.
E HANİ ALMANYA BİZİ KISKANIYORDU?
Hizmet pasaportu uygulamasının nasıl suistimal edildiğini, memleketin dört bir köşesinden gelen haberleri daha iyi anlıyoruz. Hemen her gün bir belediyeden yükselen rezalet haberleri önümüze düşüyor. Uydurulduğu besbelli festival, toplantı, gösteri vb sebeplerle kapağı yurt dışına atmak isteyen vatandaşlarımızın tercihlerinin büyük oranda Almanya olduğu anlaşılıyor.
Pandora’nın kutusu açılınca, gazetelere söyleşiler veren kaçaklar özetle “Açtım, kaçtım” diyorlar.
Türkiye’nin içine düştüğü çaresizliği bundan daha iyi anlatan bir örnek olamaz.
Kendi memleketinde iş bulamadığı için yurt dışında kaçak göçek çalışmaya giden insanlarımıza bakarak, ekonomimizin nereye doğru pik yaptığını (!) anlamamız kolaylaşıyor.
Ve nedense sorgulamaktan kaçındığımız soru:
Havalimanlarımızı, köprülerimizi, tünellerimizi kıskanan, hasedinden çatır çatır çatlayan (!) Almanya, gri pasaport kaçaklarının adresi oluyor.
Neden acaba?
HAFTANIN SÖZÜ
Sıkı para politikası uygulamanız için önce paranız olacak, sonra bir politikanız olacak ve en sonunda da o politikayı sıkacaksınız. Napolyon'un dediği gibi para yoksa gerisini saymayın.
Dr. Mahfi Eğilmez