Jeotermal rezervler, doğal enerji kaynağı olarak fosil yakıtlar ve petrolden çok daha kıymetlidir. Tarihin her döneminde, sıcak su kaynakları önemli olmuştur. Milattan Önce 10.000 li yıllarda Akdeniz...
Jeotermal rezervler, doğal enerji kaynağı olarak fosil yakıtlar ve petrolden çok daha kıymetlidir. Tarihin her döneminde, sıcak su kaynakları önemli olmuştur. Milattan Önce 10.000 li yıllarda Akdeniz havzasında eski medeniyetlerin jeotermal suları çömlek yapımında kullandığı tespit edilmişti.
Kaplıca tedavileri bakımından da bilinen en eski tedavi yöntemlerinden biridir. Bununla beraber, Milattan önce 1500-2000’ler arası Çinlilerin ve Roma İmparatorluğu medeniyetlerinin jeotermallerden ısınma, banyo ve tedavi, hatta pişirme amaçla faydalandıkları kaydedilmiştir. Kaplıca vasfı dışında kullanımı zaman ve teknolojinin gelişimi ile şekillenmiştir.
1200-1300’ler arasında Avrupa'da köylülerin iptidai ve basit sistemlerle evlerini jeotermal sularla ısıttıkları görülmüştür. Tarihte ilk defa günümüz teknolojilerine eşdeğer, kapalı devre şebeke sistemi ile jeotermal kaynağın ısınma amaçlı kullanılması 1891 de ABD'nin Idaho eyaletinde uygulanmıştı.
Jeotermal rezervin buhar gücünden faydalanılarak elektrik üretiminde kullanılması 1904’te İtalya'da başladı. 1930'lara gelindiğinde, İzlanda, Amerika, Rusya ve Japonya'da artık çok amaçlı kullanım tamamen yaygın hale gelmişti.
Kaplıca tedavisi dünyada kaynak bulunan her bölgede yaygınlaşmış, diğer kullanım alanlarına ve çeşitlerine talep artmıştı. Elektrik enerjisi üretimi, seraların ısıtma - soğutma sistemleri, mekansal ısınma, balık üretim çiftliklerinin belli sıcaklık değerlerinin sağlanması ve kültür balıkçılığı, jeotermal rezervin içeriğindeki kimyasal madde ve minerallerin ayrıştırılarak gerekli üretimlerin sağlanması gibi çeşitli alanlarda kullanılmaya başlanmıştı.
Türkiye'nin jeotermal rezervleri Avrupa'da birinci, dünyada ise 5. sıradadır. Yani dünyanın en zengin 5 ülkesinden biridir. Isıların yüksek dereceli veya yüzeye yakın olmaları bakımından ülkemizde farklı türevleri bulunur.
İzmir ise Türkiye'nin en büyük rezerv sahibi olma ayrıcalığını elinde bulundurmaktadır. Türkiye'nin ilk jeotermal kuyusu 1963’te İzmir Balçova'da binlerce yıllık ünlü tarihi kaplıcası Agamemnon'dan esinlenerek açılmıştı. Ancak mekansal ısınma amaçla yasal düzenlemeler ve alt yapının tamamlanması 1996 yılına kadar beklemişti.
1996’da 15.000 konutun ısınması ile başlanan kapalı devre ısıtma sistemi bugün 40.000 konut ve yaklaşık 100 bin nüfusluk hacmin kullanımına hizmet etmektedir. Dünyanın sayılı büyük rezerv sahibi en zengin ülkelerinden biri olan ülkemiz, bu alanda adımları herkesten geç ve yavaş atmıştı. 2007 yılına kadar elektrik üretimi başlamamıştı.
Çevresel bakımdan ve ekonomik anlamda halka, doğaya ve çevreye hizmet götürdükleri jeotermal kaynağın bulunduğu bölgede, ısınma şebekeleri tesis etme görevi devlete ve bölgenin yerel yönetimine aittir. Kuruluş maliyeti çok yüksek bu altyapılar, bedava doğal kaynaktan beslendikleri için, uzun vadede çok karlı ve çok da çevreci sistemlerdir.
Ne yazık ki dünyanın sayılı Türkiye’nin en büyük rezerv bölgesi İzmir'de mekansal ısınma 4,5 milyonluk kentin ancak 100 bin nüfusu ile sınırlı kalmıştır. Balçova ve Narlıdere’nin bir kısmından öteye ulaşamamıştır.
İzmir tamamı doğalgaz alt yapı sistemleri ile donatılmaktadır. Yabancı kaynaklı bu fosil yakıt, şehrimize dikte edilmekte, Şehrimiz halkı ve aydın zümresi devam eden ihanetin algı operasyonları ile tarafı ve savunucusu yapılmaktadır. Aynı acıklı tablo jeotermalin diğer tüm kullanım alanlarında, gerici, çağ dışı, atıl tutumun sürdürülmesini sağlamıştır.
Aklın, bilimin ve teknolojinin ışığında İstanbul veya Antalya'nın çok üzerine çıkması kaçınılmaz, ülkemizin en güzide turizm merkezi olması gereken ili uluslararası turizm ekonomisi ve dinamiğinden bu sayede bütünüyle koparılmıştır.