Yüzyılın afetini yaşadık. Yalnızca deprem bölgesi değil hepimiz enkaz altında gibiyiz. Canlarımız gitti. Çocuklar, anneler babalar, kardeşler, amcalar, dayılar, teyzeler, kuzenler, ye...
Yüzyılın afetini yaşadık. Yalnızca deprem bölgesi değil hepimiz enkaz altında gibiyiz. Canlarımız gitti. Çocuklar, anneler babalar, kardeşler, amcalar, dayılar, teyzeler, kuzenler, yeğenler, dedeler, neneler, dostlar, arkadaşlar, komşular gitti. Geçmişimiz anılarımız gitti. Bir varmış bir yokmuş gibi. Hiç yaşanmamış gibi. Dünyamız yıkıldı. Hayallerimiz uçtu. Yeni bir sayfa. Yeni bir yaşam şekli bekliyor hepimizi..
ASRIN FELAKETİ
Türkiye de değil. Tüm dünyanın kalbi burada. Uzakta akrabaları, aileleri dostları var herkesin. Enkaz altındayız günlerdir. Bitmeyen bir depremin bitmeyen kurtarma mücadelesi. Bir tek kişi için verilen çabalar. Umutlar azalsa da bitmiyor. Mucizeler bitmiyor. Dileriz ki daha çok insan kurtulsun. Bugün depremin altıncı günü. Bu yazı yarın (bugün) yayınlanacak. Umarım daha çok insanı kurtarırız. Şu an 135. saatteyiz ve televizyonlarımızın başından ayrılamıyoruz. Acı hepimizin yüreğinde. Yalnızca keder var elimizde.
ÇOKGÜZEL İNSANLAR
Çok şanslıyım ki, o güzelim şehirleri tanıdım, gezdim gördüm. Anılar biriktirdim. Her şehrimizden güzel dostlar, arkadaşlarla zenginleştim. Birbirinden özel ve güzel şehirlerimizle.
Hatay beni ne çok mutlandıran bir şehrimizdi. Harbiye, Defne, Samandağ birbirinden güzel yerlerimiz. Urfa ayrı güzel. Malatya şahane. Şanlı Urfa bambaşka bir şehir. İskenderun bir Avrupa şehri gibi. Adıyaman. Çok turistik merkezlerimizden. Diyarbakır. Nasıl güzel. Tarih, kültür, coğrafya. Her şeye sahip yerler. Adana. Nasıl severim o güzel şehri. Tek tek her yerini gezdik en son gidişimde. Kebabını yedik. Nasıl mutluyduk. Gaziantep nasıl modern. Nasıl güzel karşıladı şehir bizi. Gece ışıl ışıl; cıvıl cıvıl musmutlu insanlarla dolu bir şehir . Güzel yürekli, güzel zenginliklerimizin adresi. Herkesi sanki kırk yıldır tanıyormuşuz gibi. . Mardin… Dinlerin ve dillerin kardeşliğinin yaşandığı şehir. Sarı taşların büyüsü ile bizi saran sarmalayan kentimiz. Adıyaman. El değmemiş güzelliklerin şehri. Nemrut Dağı, Perre Antik Kenti ve daha pek çok gezilecek yerlerin toplandığı yer. En az Kahramanmaraş da kaldım. Bir gece yeğenime misafir oldum. Büyük büyük binalar. Son derece modern bir şehirdi. Tam on ilimiz. Birbirinden özel tam on ilimiz. Dokuz saat ara ile iki büyük deprem.
ŞİMDİ YOKLAR
Ne diyeceğimi bilmiyorum. Arıyorum arkadaşlarımı, otel sahiplerini, ulaşabildiğim herkesi. Açılan her telefon ile mutlu olurken yine hüzünle kapatıyoruz konuşmamızı. Çünkü hepsi “Artık Antakya diye bir şehir yok “ diyor. “İskenderun’da artık yaşayamayız”, diyor bir diğeri. Mardin’deki dostlarım ağlamaktan konuşamıyor. Yakınlarını yitirdiklerimi, yaşadıkları, neye neye üzülecekler bilemiyor hiç biri. Paramparça her şey.
O çok sevdiğim ve çok güzel dostlarımın olduğu bir şehir yok. Bunu algılamak ve anlamak nasıl zor. 71 il bu depremin bu enkazın altında kaldık. O on şehrimizdeki yaraları diğer şehirler saracak. El verecek. Gün birlik beraberlik günü. Bu bir Kurtuluş Savaşı. Bu bizim ülkemizin sınavı. Birbirinden güzel on şehrimiz bir enkaz yığını. Yıkıldık. Çöktük.
GÜN DAYANIŞMA GÜNÜ
Dünyanın neresinde yaşanır ise yaşansın hiç kolay bir süreç değil. Bu kadar büyük bir alanda toparlanmak, depremzedelere ulaşmak. Kurtulan insanların temel ihtiyaçları, yarınları, çocukların eğitimleri, psikolojileri…
Ne çok bilinmez ne çok sorun var. Salgın hastalık konusuna kadar gelen tarihi bir çöküntü.
Çok yakın zamanda Adana, Antakya, Gaziantep, Kahramanmaraş illerindeydim. Antakya’ya gittiğimiz ilk gece deprem karşıladı bizi. O bölgede hep olurmuş aslında. Halk da bilirmiş fay hattı üzerinde olduklarını. Meğer 18 Aralık’da olan bu depremde öncü bir depremmiş meğer.
COĞRAFYA KADERDİR
Bir buçuk ay önce güle oynaya gezdiğimiz hiçbir yer yok artık. Olanlarda ya hasarlı ya da terkedilmiş şehirler. Hayalet şehirler olmuşlar. Yıkılmış binalarıyla. İpekböcekçiliği ile ilgili yaptığımız bu gezimizde ziyaret ettiğimiz herkes hayatta. Çok şükür. Ancak evleri ve işleri yok artık. Ailelerinden kayıplarla hayatlarına devam etmeye çaba harcıyorlar.
Ziyaret ettiğimiz Defne Koza Evi yetkilisi Tülay Hanım’dan haber alamamıştık. Günler sonra bir mesaj attı bizlere.
“Çok soran oluyor.
İyi miyiz? Bilmem.
Nasıl bir şey biliyor musunuz? Dışarısı soğuk ama eve giremiyorsun. Bitkin düştün ama uyuyamıyorsun… Açsın ama lokmalar boğazında düğümleniyor yiyemiyorsun. Ölmedin ama gördüklerin, duydukların ölümden beter hissettiriyor. Arkadaşlarının öldüğü haberine tepki bile veremiyorsun. Gözlerini kapatıyorsun ama sürekli sallandığını hissediyorsun. Ailenin gözlerine bakarken çaresizlik nedir onu görüyorsun. Hüngür hüngür ağlamak istiyorsun ama ailen için güçlü durmaya çalışıyorsun.
Bedenen ölü değiliz belki de ama psikolojik olarak çoktan öldük. İyiyiz desek değiliz, kötüyüm desek Rabbim gücenir. Çok şükür halimize. Dua edin.”
Kadın girişimci dostum
Tülay Genç’in bize yazdığı not.
Oysa o gün ne mutluyduk, ne güzeldik birlikte. Nasıl harika bir ev sahibiydi. Hepimize kucak açan, bizi başına taç eden güzel yürekli Antakyalı dostum… Sözün bittiği yerdeyiz hepimiz.
Tüm değerlerimiz değişti. Yaşama dair, var olmaya dair verilen büyük mücadele. Tarihi günlerden geçiyoruz. Büyük bir sınav içindeyiz. Ülkemizin içinde geçtiği bu çok zor günlerden de mutlaka çıkacağız. Umudumuzu hiç kaybetmeden. Küllerimizden doğacağız yine, yeniden..
Tüm dualarımız sizlerle.
BİRCAN TAĞIL/BİSETA