Mutahhar Şerif’e Hayran Bir Amerikalı: Mister “Şo” - 1
“Uyandı derinlerde bekleyen tohum / Bir sabah doğruldular / Yer altı, yer üstü, insanların sabrı / Yürüyüşe başladılar”
1935 yılının Kasım ayında, 50 cinayet suçlusundan oluşmuş ilk mahkûm kafilesi, İmralı’da kurulması planlanan duvarsız hapishane projesini gerçek kılmak için adaya gönderilmişti. Bundan yaklaşık bir yıl sonra da, -Eylül 1936’da- dönemin Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu, Hapishaneler Genel Müdür Yardımcısı Mutahhar Şerif Başoğlu, konuyla ilgili bürokratlar, gazeteciler ve bir de hapishaneler, suç ve suçun ıslahı konusunda uzman kabul edilen Amerikan Büyükelçiliği Müsteşarı Mister “Şo”dan kurulmuş bir heyet (G. Howland Shaw), neyin ne kadar gerçekleştiğini yerinde görmek için mahkûmlar adası İmralı’ya bir inceleme gezisi yaparlar.
Diğerlerini anlıyoruz da, peki kimdir bu Mister Şo? İmralı’ya giden heyetin içinde ne işi vardır?
“Hapishaneler Umum Müdür Vekili Mutahhar istiyordu ki,İmralı’da çok kalalım ve yapılanları doya doya görelim. Tabiat Mutahhar’ın bu arzusuna yardım etti, sert bir rüzgâr denizi alt üst etti ve İstanbul’a dönmek imkânını bırakmadı. Buna Mutahhar kadar Amerikan Sefareti Müsteşarı Mister Şo da sevindi, çünkü gece adada kalınmasını isteyenlerden biri de aramızda bulunan Mister Şo idi. Diyordu ki: Bir türlü havsalam almıyor, bunların mücrim olduklarına inanamıyorum, yanlarından ayrılmak istemiyorum. Onlara kanım kaynadı âdeta…” (Son Posta gazetesi, 30 Eylül 1936, Çarşamba, Gazete Yayın no: 2215, Sene: 7, s. 6)
O gece adada kalan ve mahkûmların eğlencesine katılan Mister Şo, gazetecilerin iyi tanıdığı birisidir. Onun için şöyle yazarlar:
“… sazı bir iki dımbırdatan Emre, intihap ettiği bir şarkıyı söylemeye başladı.
Palandöken dağında kavalımın sesi var / Çam dibine yaslanmış bir edalı su çağlar / Ben sandım ki ağlıyor, gurbetteki nazlı yâr / Ey pınar, nazlı pınar dağlar sana nur sunar
Bu türküden sonra “Hamsi” şarkısına geçildi. Bu türküyü mahkûmlara Mutahhar öğretmiş, o da onlarla beraber söylüyordu.
Hamsiyi koydum tatatavaya / Sıçradı gitti hahahavaya
Aramızda bulunan Mister Şo, bu şarkıya bayıldı. Bütün gençler neşelenince söyledikleri bu şarkıyı o nasılsa şimdiye kadar işitmemişti. Hele bir aralık mahkûmlar tempo ile ellerini şaklatmaya başlayınca, o da onlara uyuvermişti. Şo’nun mahkûmlara gösterdiği alâkaya hayrandık.
- Ne olur, bir de çocuk hapishanesi açsanız burada. Sizin memleketinizde böyle bir hapishaneye çok ihtiyaç var. Birçok işlerde siz, Avrupa’dan daha çok eli yatkınsınız. Umarım ki bu işi de becereceksiniz.
Mutahhar yanıtlar hapishaneler uzmanı meslektaşını.
- Hapishanecilikte gayemiz selfgovernment yani kendi kendini idaredir. Bunu düşündüğümüzdendir ki, hapishaneleri dört dereceye ayırdıktan sonra bilhassa dördüncü kısım mahkûmlara çok hürriyet verdik.
- Haklısınız, mahkûmlara mesuliyet hissi aşılanmalıdır.
- Evet, evvelâ jandarmaya, sonra gardiyana veda! Kendi kendine idareyi icat eden Amerikalılardır. Fakat onlar iyi tatbik edemediler. Bu usulün en iyi tatbik edildiği yer Rusya’dır. Ruslar bu işte muvaffak olmuş bulunuyorlar. Ve Mister Şo asıl bu bedahat karşısında parmak ısırıyor.” (agy., ss. 6 ve 12)
“Mister Şo” diye anılan Amerikalı bürokratın tam adı Gardiner Howland Shaw’dır. O yıllarda Amerikan Büyükelçiliği’nde Müsteşar olarak görev yapan Türkiye hayranı bu kişi, hapishane uzmanı olarak bilinir. Çok sevilen biridir ülkemizde. Onun için, gazeteci Ahmet Emin Yalman “Dünyada kâmil insan idealine bu kadar yaklaşmış mahlûk cidden azdır” diye yazar. (Bkz; Akşam gazetesi, 6 Şubat 1939, s. 6)
Herkes ona, o ise Mutahhar Şerif’e hayrandır. Genç müfettişin cezaevleri üstüne dünyaya örnek olacak cesur ve başarılı hamlelerine gıpta eden ve onun İmralı Sosyal Sanatoryumu için verdiği mücadeleyi dünya vitrininde defalarca öven Mister Shaw’ın hikâyesine biraz yakından bakmak isteriz. Çünkü -ne acıdır ki- bugün, Türkiye Cezaevleri tarihi konusunda yazılmış en güçlü istatistiki bilgileri, onun 1937’de Amerikan Polis Mecmuası’na yazdığı iki kardeş makalesi sayesinde biliyoruz.
Gardiner Howland Shaw Kimdir?
1941 - 1944 yılları arasında Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcılığı da yapan G. Howland Shaw, 15 Haziran 1893 günü Boston’da doğar. 1915 yılında Harvard Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olan bürokrat, 1917 yılında aynı üniversitede konusuyla ilgili yüksek lisans yapar ve aynı yıl Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başlar. Birkaç yıl sonra görevle geleceği Türkiye’de ilgi alanını saptar: Özellikle çocuklara yönelik suçların ıslahı nasıl olmalıdır? Howland Shaw, suçun rehabilite edilmesi üzerine uzmanlığına ilk olarak Türkiye’deki gözlemleriyle başlar.
İlk yurtdışı görevini, 1921 yılında geldiği ülkemizde yapan uzman, bir yanı işgal altında, diğer yanı kurtuluş ve varolma savaşı veren bir ülke görür. Osmanlı’nın çöküşünü, işgali, Atatürk’ü başlattığı Kurtuluş Savaşı’nı, ardından gelen devrimleri ve yeni bir ülkenin yükselişini adım adım izler. Yıllar sonra bir gazeteciye o günleri anlatırken şöyle bir tümce kurar:
“Osmanlı Devleti’nin sonbaharını gözümle gördükten sonra, yeni Türkiye’nin doğmasını ve inkişafını takip ile geçirdiğim senelerin zevkini ve heyecanını dünyada hiçbir şeye değişmem.” (Tan gazetesi, 2 İlkteşrin (*Ekim) 1936, Cuma, Gazete Yayın no: 524, Sene: 2)
Belki de bu yüzden olsa gerek; 1926 yılında ülkesi Amerika’ya dönen Howland Shaw, orada Amerikan Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu Şube Müdürlüğü görevine getirilir. Bu görevi sırasında Türkiye ile ilgili eski ve önyargılı fikirlere karşı, Atatürk Türkiyesi’nin yeni çehresini tanıtmak için adeta vatanperver bir Türk gayretiyle uğraşır. 1930 yılında, daha yüksek bazı görevleri reddederek, bir kez daha Türkiye’ye, Amerikan Büyükelçiliği Müsteşarı olarak geri döner.
Türkiye âşığı Shaw, aynı günlerde, daha sonra kitap olarak da basılan sosyolojik bir çalışma yapar: “1930’larda Türk Aile Yapısı”
1936-1953 yılları arasında başkanlığını yaptığı Amerikan Rehabilitasyon Bürosu Yönetim Kurulu’ndan başka, Howland Shaw diğer ıslah programlarında da görev ve sorumluluklar alır. Örneğin, Amerikan Ceza İnfaz Kurumu, Çocuk Mahkemesi Özel Danışma Komitesi, Kamu Güvenliği Bakanlığı’nın Çocuk Suçlulara ilişkin Özel Danışma Komisyonu üyeliklerinin yanı sıra, 25 yıl boyunca New York’taki Osborne Society’nin Yönetim Kurulu Başkanlığını yapan da odur.
Shaw suçun ıslahı konusunda öylesine idealist bir mücadele vermektedir ki; ölümünden sadece altı yıl önce -1959 yılında- kendi adını taşıyan, Gardiner Howland Shaw Islah Vakfı kurulur. Vakfın ekonomik kaynakları olmadığından, bağış esası üzerinden çalışmalarını sürdürür.
“Çalıştığımız konu birçoğunun önyargıyla ve uzaktan baktığı bir konu! Bu konuda toplumda küçümsenmeyecek ölçüde bir anlayışsızlık var. Buna gün be gün artan bir yanlış anlaşılmayı da eklediğimizde, ister genç ister yaşlı olsun, toplumun büyük çoğunluğu suçluya kızgınlıkla bakma eğilimindedir ve rehabilitasyon çabalarının gerektirdiği özen ve sabır daha da önem kazanmaktadır.”
Vakfın çalışmalarını kısaca sıralayacak olursak şunları söyleyebiliriz:
- Önemli ceza ve çocuk adaleti konularını inceleyen ve adalet yönetimini iyileştirmenin yollarına dair araştırma, analiz ve gazetecilik çalışmaları yapmak
- Cezaevi ve gözaltı tesislerinden ayrılan yetişkin ve genç suçluların yeniden entegrasyonuna yönelik yenilikçi yaklaşımlar sergileyen girişimlerde bulunmak
- Suçun önlenmesine yönelik etkili kurumlararası ve topluluk işbirliği modellerini gösteren programlar hazırlamak
- Kamusal eğitim ve öğretim yoluyla genç ve yetişkin suçluların yasal, sosyal ve rehabilitasyon ihtiyaçlarını karşılayan girişimleri örgütlemek…
(Meraklısına Not: Halen çalışmalarını sürdüren vakfın adresi şöyle: Gardiner Howland Shaw Vakfı, 355 Boylston Street, Boston, Massachusetts 02116 / Telefon: (781) 366-1215)
Gardiner Howland Shaw, 15 Ağustos 1965 günü hayatını kaybeder.
Elimizden geldiğince kısa tutmaya çalıştığımız bu ön bilgilendirmeden sonra, İmralı heyetinde olan ve adayı ziyarete giden Mister Şo’nun, Türk cezaevleriyle ilgili yazdığı iki kardeş makaleyi inceleyerek, onun Mutahhar Şerif Başoğlu’na duyduğu hayranlığın nedenlerini anlamaya çabalayabiliriz.
BÜTÜN İŞ YARATILAN RUHTADIR
İmralı ziyareti sonrası, bir İstanbul gazetesinin kendisiyle yaptığı ve Shaw’un son derece samimi bir dil kullanarak anlattığı fikir ve görüşlerini içeren bir söyleşisi yayınlanır.
“İmralı’da geçirdiğim saatler kadar meraklı, alâkalı bir zamanı çoktan beri geçirmedim. İntibalarımı anlatmak için ne kelime kullansam duygularıma nispetle zayıf düşecektir” diye başladığı söyleşisinde, hikâyenin ucu, kaçınılmaz olarak mucizevî başarının köküne doğru gider.
“İmalı’da gördüğüm eser üzerinde Türkiye’ye ait bir müessese diye durmadım. Dünyanın neresinde olursa olsun, cezaevlerinin ıslahına ait hareket ve teşebbüslarle alâkalı olanlar, İmralı adasını ileriye doğru hızlı bir adım diye karşılayacaklar ve bunun tetkikine kıymet vereceklerdir.
İmralı’da maddi ölçü ile bir fevkaladelik yoktur. Binalar basittir. Kocaman binalar yapmakta zaten hiçbir fevkaladelik yoktur. Parası, mimarı, malzemesi olan her memleket koca koca hapishane binalaru yapabilir. Bütün iş İmralı’da yaratılan ruhtadır.
Bu ruh iki mühim unsurun biraraya gelmesi sayesinde doğmuştur: Biri hapishaneler mütehassısı Mutahhar Şerif ve şahsiyetidir. Diğeri adliyede Mutahhar Şerif’i anlayacak, hareketlerinde serbest bırakacak ve bu kadar yeni bir teşebbüsün bütün mesuliyetlerine göğüs verecek mizaçta bir vekil bulunmasıdır. Bu iki unsurdan biri olmasaydı İmralı gibi bir eser vücuda gelemezdi.
Kriminologie diye bir ilimden bahsederler. Böyle bir ilim yoktur. Hapishane ıslahatı gibi bir meselede muvaffakiyet temin etmek hiçbir umumi sistem ve usûl bilmiyorum. Bu gaye ancak Mutahhar Şerif ruhunda insanların işe sarılması ve gayelerinin ulviyeti içinde kendi hüviyetlerini eriterek ve kaybederek sevgi ile, fedakârlıkla çalışmaları sayesinde elde edilebilir. Dünya hapishane sistemleri içinde birkaç Mutahhar Şerif ve böyle bir kıymeti takdir edecek birkaç Saraçoğlu bulunsaydı, hapishane ıslahatı sahasında çok ileri gidilirdi.
Mutahhar Şerif dünyanın en mütevazı adamıdır. Bu sözlerimle kendisine iltifat etmediğimi, incittiğimi biliyorum. Fakat bildiğim bir hakikati de ortaya koymaktan da kendimi alamadım.”
Howland Shaw, konuşmasını İmralı’nın neden dünya çapında bir girişim olduğunu anlatarak sürdürür:
“İmralı’da her şeyden evvel (…) aynı gayede birleşmiş, kaynaşmış, yekvücut bir cemaat vardır. Küçük bir piyes oynanıyordu. Jandarmalar mahkûmların arasına dağılmışlardı. Şurada yirmi mahkûmun ortasında silahsız duran bir jandarma, burada bir mahkûmla müsavi bir insan gibi konuşan bir Adliye Vekili, bir hapishane mütehassısı… Böyle bir manzarayı eski tip bir hapishanede tasavvur etmeye bile imkân yoktur (…) Eski tip hapishanede küskün, düşman, fena bakışlı insanlar vardır. Gözlerini sizden kaçırırlar. Sizden ayrı olduklarını bilirler ve gösterirler. İmralı’da kendinizi sizinle müsavi insanlar arasında buluyorsunuz. Sizinle göz göze gelmekten çekinmiyorlar. Açık konuşuyorlar, açık hareket ediyorlar. Fransızca ve İngilizce bunlardan bahsederken başka bir kelime bulamayarak “mahpus” dedim . Fakat bu kelime İmralı’da mânâsız kalıyor.
Türk adliyesinin başında bulunan Şükrü Saraçoğlu’nun İmralılarla konuşmasına dikkat ediyorum: Bir insanın diğer müsavi bir insan ile konuşması… Bir Türk vatandaşının felakete uğramış diğer bir Türk vatandaşının derdine ortak olması… Hakikaten görülen manzara beklenebilecek manzaradan o kadar farklı ki insan gözlerine inanamıyor, duygularını tarif ve izahta zahmet çekiyor.
İşin esasını şöyle düşünelim: Hapishaneden gaye nedir? Cemiyete düşmanca meyiller gösteren, cemiyetin kanunlarını tanımayan ve bozan adamı almak, bu adamı tedavi etmek, terbiyesini yeniden kurmak, bu terbiye ve tedavi devresi esnasında kendisine emniyet edilemeyeceği içincemiyeti himaye maksadıyla kendini hürriyetten mahrum bırakmak… Mükemmel! Fakat acaba eski hapishane bu vazifeyi görüyor muydu? (…) Cemiyete düşman olmayan, bilakis kanunlarına en sadık, bunlara en candan taraftar bir vatandaşı o hapishanelere sokup çıkarsanız beş sene, on sene sonra karşınızda bir mücrim namzedi bulacaksınız. Bu halde hakiki cemiyet düşmanının buradan cemiyete dost ve sadık bir unsur diye ayrılmasını beklemek safdillik değil midir? Belki o adam bizim yanlış ölçümüzle ceza görmüştür. Fakat gaye zaten onu cezalandırmak değildi, değiştirmek, iyileştirmekti. Daha fena bir adam diye cemiyete dönebildiğine göre cemiyet onu değil, kendi kendini cezalandırmış oluyordu. Serbestliğe kavuşan cürüm namzedinin tecavüz edeceği can ve malın hesabını cemiyet ödüyordu.
İşte İmralı, safdilce bir kanaate dayanan eski sistemin en kuvvetli red ve inkârıdır.
Mücrim sıfatında her memlekete has birtakım hususiyetler vardır. Her mücrim bir muhitteki hususi içtimaî şartların bir nevi mahsülüdür. İşte İmralı’da kurulan ruh, dünyanın her ceza müessesesinde bulunması temenni edilecek ruh olduğu gibi, Türkiye’deki mücrim sıfatının hususiyetlerine telif edilmiş, ona göre inkişaf ettirilmiş bir ruhtur. Dediğim gibi alâkamın ve takdirimin derecesini ifade edecek kelime bulamıyorum. Bütün söylediklerim içimdeki duyguları tamamıyla ifade etmekten uzaktır.” (Tan gazetesi, 2 İlkteşrin (*Ekim) 1936, Cuma, Gazete Yayın no: 524, Sene: 2)
Tan gazetesinde yayınlanan söyleşisinde İmralı ziyareti dönüşündeki izlenimlerini okuduğumuz Amerikalı hapishane uzmanının bir de Türk cezaevleri tarihini yakından ilgilendiren, konu hakkında son derece titiz hazırlanmış bir istatistik çalışması vardır. Hem rakamsal değerler, hem de toplum sosyolojisi adına önemsediğimiz bu yazıların büyükçe bölümünü görüşlerinize açmak istiyoruz. Shaw’un iki makale halinde kaleme aldığı bu yazılarının ilkinde; Türk hapishaneleri ve buradaki suçlulara dair istatistik bilgiler verilirken, ikinci makalede, Türk hapishanelerinde yapılan devrim nitelikli reform hareketinden uzun uzun söz eder Howland Shaw. Her iki yazının da tam orta yerinde hayranlıkla anılan bir isim vardır: Mutahhar Şerif Başoğlu!