Hakan SERBEST/EGE TELGRAF- Mavi Vatan’ın isim babası, akademisyen ve emekli Tümamiral Cihat Yaycı ile ABD seçimleri sonrası Türk-Amerikan ilişkilerini konuştuk. Sorularımızı cevaplayan Yaycı, Donald Trump’ın seçilmesiyle iki ülke arasındaki ilişkileri askeri ve stratejik açıdan değerlendirdi, eski ABD Başkanları’ndan örneklerle büyük devletlerin isim ve yöntem değiştirerek hedeflerine ulaşmak için çaba gösterdiklerini söyledi. İşte ilginizi çekecek cevaplar;
Donald Trump'ın açık ara oy farkıyla ABD'nin 47. Başkanı seçilmesi sizce sürpriz oldu mu?
Donald Trump'ın 47. Başkan olarak açık ara farkla seçilmesi aslında çok şaşırtıcı değil, hatta bu sürecin ayak sesleri uzun zamandır duyuluyordu. 13 Temmuz 2024 günü Trump’a gerçekleştirilen başarısız suikast girişimiyle birlikte bu süreç kamuoyu nazarında da büyük bir ivme kazandı. 13 Temmuz 2024 sonrasında Trump’ın seçim süreci ikonik bir hale geldi. Kaldı ki bu arada ABD kamuoyunun toplumsa hafızasını da iyi analiz etmek gerek. Bilindiği üzere ABD tarihinde suikaste uğramış dört başkan var: Abraham Lincoln, James A. Garfield, William McKinley ve John F. Kennedy. Her birinin ortak noktası, bulundukları dönemde güçlü bir değişim dalgası yaratmaları ve Amerikan sisteminin bazı kesimleriyle karşı karşıya gelmeleriydi. Trump'ın durumu da aslında bu başkanlara çok benziyor; o da, özellikle kendi destekçileri tarafından 'sisteme karşı bir figür' olarak görülüyor.
‘BATAKLIĞI KURUTMA’
Trump, 2016’da sahneye çıktığında 'bataklığı kurutma' vaatleri ve geleneksel siyasi düzeni altüst eden tarzıyla pek çok güçlü kesimi rahatsız etti. Tıpkı Lincoln'un köleliği kaldırmasıyla, Kennedy'nin Soğuk Savaş dönemindeki politikalarıyla veya McKinley'in ekonomik düzenlemeleriyle bazı çevrelerin çıkarlarına dokunmaları gibi, Trump’ın da özellikle medya, büyük teknoloji şirketleri ve finans çevreleriyle yaşadığı sürtüşmeler dikkat çekiyor.
Öte yandan; Trump'ın siyasi kariyeri, birçok kişi tarafından 'derin devlet' olarak adlandırılan gizli bir güç odağıyla verdiği bir savaş olarak görülüyor. Derin devlet, ABD’deki bürokrasi, istihbarat, finansal elitler ve medya gibi kurumların perde arkasındaki çıkar gruplarını kapsayan, kimilerine göre Amerikan demokrasisinin ötesinde ülkeyi asıl yöneten bir mekanizma. Trump, Washington'a ilk geldiğinde bu yapıyı tehdit eden bir dışarıdan gelen, beklenmeyen bir figürdü. Trump’ta tüm seçim anlatısını esasında “derin devlete” karşı bir mücadele olarak sunuyor. Destekçileri onun dönüşünü derin devlete karşı halkın zaferi olarak görüyor. Bu noktada Trump, Elon Musk gibi bir figürü de yanına çekerek medya ve büyük teknoloji şirketlerinin desteğini almak için yürütülen dev bir seçim kampanyası meydana getirdiğini düşünebiliriz. Bu seçimin sonucu, yüzeyde halkın oylarına dayalı gibi görünse de aslında perde arkasında dev şirketlerin ve güçlü lobilerin Trump'ı geri getirmek adına organize bir strateji izlediği de perde arkasında konuşuluyor. Tüm bu verilerle birlikte Trump’ın seçilmesi mevcut konjonktürde asla bir sürpriz değildir.
‘DOĞRUDAN VE BAĞIMSIZ’
ABD-Türkiye ilişkileri sizce nasıl etkilenir?
Türkiye için büyük bir değişim veya köklü bir farklılık yaratacağını öngörmek de şu aşamada güçtür. Bilindiği üzere, büyük devletlerin politikaları günlük değil, uzun vadeli, hatta yüzyıllık stratejik planlara dayanmaktadır.
“Büyük Devletler hedef değil, yöntem değiştirir”
Dolayısıyla Donald Trump’ın bir önceki başkanlık sürecinde olduğu gibi, Türkiye’nin de ABD ile olan ilişkilerinde köklü bir değişiklik öngörmek yerine, uzun vadeli ve pragmatik bir yaklaşımı sürdüreceğini söylemek daha doğru olacaktır. Trump’ın yeniden ABD Başkanı olması, ABD-Türkiye ilişkilerinde perde arkasında süregelen karmaşık ve stratejik bir dönemin başlangıcını da işaret edebilir. Aslında Trump’ın, geçmiş başkanlık döneminde Türkiye'ye karşı, birçok konuda geleneksel ABD politikasından farklı yaklaşımlar gösterdiğini de hatırlamak gerekir. Örneğin, S-400'ler ve yaptırımlar konusundaki söylemleri, ekonomik tehditler vs. Ancak tüm bu olumsuzluklara karşın, Türkiye ile daha doğrudan ve bağımsız bir ilişki yürütme niyetine işaret eden yaklaşımları da olmuştu. Trump, özellikle Ortadoğu, Akdeniz ve Kafkasya'daki Amerikan çıkarlarını dolaylı olarak güvence altına almak istiyor. Bu bağlamda, Türkiye'yi yanına çekmek için esnek politikalar geliştirebilir, hatta bu stratejiyi NATO içinde bir koz olarak dahi kullanabilir. Trump’ın pragmatik iş dünyası geçmişine dayanan ve kişisel ilişkilere önem veren tarzı, Türkiye ile daha yakın bir işbirliği kurmasına olanak da sağlayabilir. Bunun ötesinde, Trump’ın 'derin devletle' olan mücadelesinin, Türkiye ile ortak bir düşmana karşı hareket etmek olarak görülebileceği de iddia edilse de 2017’den 2021 yılına kadar Trump’ın YPG/PKK’ya çok ciddi askeri ve maddi destekler verdiğini unutmamak gerekir. Yinede Suriye’deki Amerikan askeri varlığı ve PKK/YPG desteği gibi konular, Donald Trump’ın ABD içindeki bazı güç odaklarıyla olan çekişmesine paralel olarak Türkiye lehine değişebilir. Bilindiği üzere Trump’a suikast girişiminde bulunan şahıs bir ANTI-FA üyesiydi ANTI-FA ise YPG/PKK’nın uluslararası anlamda en büyük destekçisi organizasyonlardan birisidir. Tabi bu durumu iki yönlü olarak değerlendirmekte büyük fayda bulunuyor. Örneğin; Trump’ın Türkiye’ye yönelik olası bu 'özel' ilgisi, ABD içinde Türkiye karşıtı lobilerin tepkisini çekecek ve Trump’ın ikinci dönemini oldukça çalkantılı hale getirebilir. Bu nedenle, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde, ABD’deki iç güç çatışmalarının bir parçası haline gelecebileceğini ve Trump’ın da Ankara ile 'arka kapı diplomasisini' güçlendirmeye çalışabileceğini öngörmek gerekir.
İsrail-Filistin çatışması ve Rusya-Ukrayna savaşında durum değişiklikleri olur mu?
Bazılarına göre, Trump’ın yeniden ABD Başkanı olması, hem İsrail-Filistin çatışması hem de Rusya-Ukrayna savaşında yeni ve karmaşık bir jeopolitik denge yaratabilir. Bu teoriye göre Trump, küresel güç dengelerini değiştirme hedefiyle yeniden sahneye çıkıyor ve bu hedef doğrultusunda çeşitli ‘gizli anlaşmalar’ ve ‘arka kapı diplomasi’ yöntemleri kullanabilir. Ancak ortada hatırlanması gereken bazı gerçekler vardır. Öncelikle, İsrail-Filistin çatışması açısından Trump’ın önceki başkanlık döneminde ‘Yüzyılın Anlaşması’ adı altında sunduğu barış planı, Filistinlilerin tepkisini çekmiş ancak İsrail’e oldukça geniş manevra alanı tanımıştı. Trump’ın yeniden seçilmesiyle birlikte İsrail’i bölgesel bir güç olarak daha da güçlendirmek adına benzer planlarla geri dönmesi muhtemeldir. Trump’ın, ABD’nin ve İsrail’in bölgedeki etkisini artırmak için, Arap ülkeleriyle İsrail arasında ‘gizli’ diplomatik temasları hızlandırması ve yeni normalleşme süreçleri başlatması muhtemeldir. Trump’ın İsrail’e desteğinin, Filistin direnişini kırmak adına baskıcı önlemleri de içereceği ve Filistin’deki soykırımı ve de İsrail’in Lübnan ve Suriye üzerinden toprak genişletme amaçlı saldırı ve işgallerini daha da derinleştirebileceğini ve genişletebileceğini göz önünde tutmak gerekir. Yani Trump’ın, ABD’nin İsrail‘e desteğini azaltmak yerine artırması olasıdır. Öte yandan, Rusya-Ukrayna savaşında Trump’ın yaklaşımı çok daha farklı olabilir. Trump, Rusya ile ‘gizli bir anlaşmaya’ varma arayışında olabilir ve bu süreçte Ukrayna’nın Batı’dan gördüğü desteği zayıflatmayı amaçlayabilir. Trump’ın Putin ile ilişkilerindeki yakınlık, ABD’nin Ukrayna’ya sağladığı askeri yardımları sınırlandırarak Rusya’nın savaşta daha avantajlı bir konuma gelmesine olanak sağlayabilir. Trump’ın bu hamlesi, aslında ABD’nin Rusya ile doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçınma stratejisine dayalıdır ve Batı’daki bazı elitlerin çıkarlarına aykırı hareket ederek ‘derin devlet’ unsurlarını devre dışı bırakmayı hedeflemektedir. Bu senaryo, Avrupa ve NATO içinde büyük gerilimlere yol açabilir. Ukrayna’ya olan desteğin azalması, Avrupa’daki müttefikleri Trump’a karşı mesafeli bir tutuma itebilir. Öte yandan, Trump’ın bu stratejisi, Rusya ile ABD arasında bir tür ‘bölgesel denge’ oluşturma amacını taşıyor. Bu denge, Orta Asya ve Doğu Avrupa üzerinde ABD-Rusya nüfuzunu yeniden düzenlemeye yönelik gizli bir anlaşmanın yansıması olarak görülebilir. Rusya-Ukrayna savaşında ABD’nin pozisyonunu daha karmaşık bir hale gelebilir.
Biden'in Türkiye ile yaşadığı askeri anlaşma gerginliklerini Trump sürdürür mü?
Biden yönetiminde, özellikle Türkiye’nin Rusya’dan daha önce almış olduğu S-400 hava savunma sistemi gerekçe gösterilerek iki devlet arasında ciddi bir gerilim kaynağı haline getirildi. Joseph Biden yönetimi, Trump döneminde alınmış CAATSA yaptırımları kararları aracılığıyla Türkiye’ye ekonomik ve askeri kısıtlamalar uyguladı. Biden yönetiminin bu politikaları, görünürde Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasını önlemeye yönelik ise de, aslında daha derinlerde, Türkiye’nin kendi bölgesel bağımsızlık hamlelerini engellemeyi amaçlıyordu. Bununla birlikte Trump’ın da, bir önceki dönemde, Türkiye karşıtı politikalarını hatırlamak ve doğru analiz etmek gerekir; Trump yönetimi döneminde Türkiye’ye yönelik uygulanan yaptırımlar ve baskı politikaları, özellikle Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemini satın alması ve bazı bölgesel politikaları nedeniyle gündeme gelmiştir. Trump döneminde Türkiye’ye uygulanan veya gündeme gelen başlıca yaptırımlar:
1. CAATSA yaptırımları: ABD, "ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası" (Countering America's Adversaries Through Sanctions Act - CAATSA) kapsamında, Türkiye'nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın almasına karşı bir dizi yaptırım uyguladı. Bu yaptırımlar, özellikle Türkiye’nin savunma sanayisini hedef aldı ve Türkiye Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) ve bazı üst düzey yetkililere yaptırımlar getirildi.
2. F-35 programından çıkarılma: Türkiye'nin S-400 alımı sonrası, ABD Türkiye'yi F-35 savaş uçağı programından çıkardı. Bu karar, hem Türkiye'nin F-35 uçaklarını satın almasını engelledi hem de Türkiye'nin bu programdaki ortaklık haklarını askıya aldı.
3. ABD’nin ithalat vergileri ve ekonomik baskı: Trump, Türkiye’ye karşı ekonomik yaptırım tehdidini de sıkça kullanarak, özellikle Türk lirasının değer kaybettiği dönemlerde Türkiye ekonomisine yönelik baskı uyguladı. Örneğin, çelik ve alüminyum ithalatında Türkiye’ye yönelik vergi oranlarını artırdı ve Türkiye’nin ABD ile olan ticaret hacmini sınırlama yoluna gitti.
4. Papaz Andrew Brunson krizi: İzmir’de tutuklanan Amerikalı rahip Andrew Brunson’ın serbest bırakılmaması üzerine Trump yönetimi, Türkiye'ye karşı yaptırım tehdidinde bulundu. Trump yönetimi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e yönelik kişisel yaptırımlar uyguladı ve Türkiye'yi ekonomik baskılarla karşı karşıya bıraktı.
5. Suriye operasyonları nedeniyle ekonomik tehditler: Türkiye'nin Suriye'de YPG’ye karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlar sırasında Trump, Türkiye ekonomisini 'mahvetme' tehdidinde bulundu. Bu, ekonomik yaptırım tehdidiyle Türkiye’nin bölgedeki askeri hareketliliğini sınırlandırma girişimi olarak değerlendirildi. Ancak Trump, önceki başkanlık döneminde Türkiye'ye yönelik yaptırımlar uygulasa da, bu yaptırımları pazarlık ve esneklik unsuru olarak kullanmış, birçok konuda daha kişisel ve esnek bir ilişki tarzı benimsemiştir. Bu süreçte de Trump’ın iş adamı tarzıyla, Türkiye-ABD arasında ilişkilerde pragmatik paradigma değişikliklerine hazır olmak gerekir.