Yüksek tansiyonun (hipertansiyon) genetik boyutu, bireylerin aile geçmişine bağlı olarak bu hastalığa yatkınlık geliştirebileceğini gösteriyor. Yapılan çalışmalar, belirli genetik varyasyonların kan basıncını düzenleyen proteinlerin işlevlerini etkilediğini ve bu durumun hipertansiyon riskini artırdığını ortaya koymuştur. Özellikle angiotensin-convertingenzyme (ACE) ve angiotensinogen (AGT) genleri, bu konuda önemli bir rol oynamaktadır. ACE geni, renin-anjiyotensin sisteminin bir parçası olarak, anjiyotensinII’nin üretiminden sorumludur. Bu molekül, kan damarlarını daraltarak kan basıncını yükseltebilir. AGT geni ise karaciğerde üretilen bir protein olan anjiyotensinojeni kodlar ve bu proteindeki mutasyonlar, hipertansiyona yatkınlığı artırabilir.

Ailede hipertansiyon öyküsü bulunması, bireyin bu hastalığa yakalanma riskini anlamlı ölçüede artırır. İkiz çalışmaları, genetik faktörlerin hipertansiyon riskindeki katkısını yüzde 30 ila yüzde 50 arasında değiştirdiğini göstermiştir. Bunun yanında, polimorfizm olarak adlandırılan genetik varyasyonlar, bireyin ilaçlara verdiği yanıtı da etkileyebilir. Bu nedenle, hipertansiyonun genetik temellerinin detaylıca incelenmesi, hem risk altındaki bireylerin belirlenmesi hem de etkili tedavi stratejilerinin geliştirilmesi için kritik bir öneme sahiptir.

EPİGENETİK ETKİLER

Epigenetik, genetik materyalin yapısında bir değişiklik olmaksızın gen ekspresyonunun nasıl düzenlendiğini inceleyen bilim dalıdır. Hipertansiyonun gelişiminde epigenetik mekanizmalar önemli bir rol oynamaktadır. DNA metilasyonu, histon modifikasyonları ve mikroRNA'lar (miRNA'lar) gibi epigenetik değişiklikler, belirli genlerin çalışma şeklini etkileyerek kan basıncını yükseltebilir. Örneğin, yetersiz beslenme, sigara kullanımı, stres ve fiziksel hareketsizlik gibi çevresel faktörler, DNA metilasyon profillerini değiştirerek, hipertansiyona katkıda bulunabilir. DNA metilasyonu, genlerin çalışmasını ya tamamen susturabilir ya da normalden fazla aktif hale getirebilir. Hipertansiyonlu bireylerde, vasküler yapılardan sorumlu genlerin epigenetik olarak susturulduğu gösterilmiştir. Bunun sonucunda, damar sertliği ve elastikiyet kaybı gibi durumlar ortaya çıkarak kan basıncı yükselir.

DAMAR SAĞLIĞI

Hipertansiyonun moleküler düzeyde anlaşılması, hastalığın temelindeki biyolojik süreçleri açığa çıkarmıştır. Renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi (RAAS), vücutta sıvı dengesi ve damar tonusunun düzenlenmesinde hayati bir rol oynar. Anjiyotensin II, kan damarlarının daralmasına ve kan basıncının yükselmesine neden olan güçlü bir moleküldür. Bunun yanında, endotel hücrelerinin düzgün çalışamaması, nitrik oksit (NO) üretiminin azalmasına yol açar. NO'nun yetersizliği, damarların genişleme yeteneğini sınırlayarak yüksek tansiyona katkıda bulunur.

YENİ TEDAVİ

Genetik ve moleküler bilgiler ışığında, yüksek tansiyon tedavisinde kişiye özel yaklaşımlar geliştirilmektedir. Genetik testler, bireyin hangi ilaçlara daha iyi yanıt vereceğini belirlemeye yardımcı olabilir. Örneğin, ACE inhibitörleri veya beta blokerler gibi ilaçların etkinliği, kişinin genetik yapısına göre değişiklik gösterebilir. Bu sayede daha etkili ve yan etkileri az olan tedavi planları oluşturulabilir.