İzmir Körfezi çok yoğun insan yerleşiminin bilinçsizce yarattığı; hava, su ve toprak kirliliğinden diğer doğal yaşam alanlarına göre çok daha fazla etkilenmekte ve yıllarca olumsuz tepkilerini oluşturmaktadır

İzmir Körfezi’nin kirlilik sorunun temelinde; körfezin kirlilik sorununa ciddiye almamak  (temiz demek) ve oluşan kirlilikte; bilimsel çalışmalara, bilme,  inanmak yerine, sanki  politik karmaşa  ( çamur atma) yaratmak yer almaktadır. Oysaki çok hassas ve çok kolay kirlenmeye hazır olan İzmir Körfezi doğanın değil, insanın giderek artan her türlü baskısı altında her an kirlenmektedir. Çözüm, için İzmir Körfezi’nin doğal yapısını unutmadan, çevresindeki yoğun baskı sonucunda gelişen bilimsel olayları zaman kaybına uğramadan (kirlilik yüzüne vurunca değil)  her an araştırmak-  kontrol altına almakla mümkündür. 

KIYISIZ BIRAKMA

İzmir Körfezi’ndeki kirlilik çok uzun yıllardır, süregelen ve çok ciddi sonuçlara neden olan insan kaynaklı kirlilikti( Antropojenik Eutrofikasyon- Kültürel kirlilik). İzmir Körfezi çok hassas bir yapıya sahiptir ve çevresindeki insanın baskısını kaldıramamaktadır. İzmir Körfezi çok yoğun insan yerleşiminin bilinçsizce yarattığı; hava, su ve toprak kirliliğinden diğer doğal yaşam alanlarına göre çok daha fazla etkilenmekte ve yıllarca olumsuz tepkilerini oluşturmaktadır. İzmir Körfezi giderek artan bu yükü, körfeze bu bakışla kaldıramamaktadır. Artık sadece belirli mevsimlerde görülen kirlilik olayları artık her ay görülmektedir. Bu ne doğaldır ne de doğa olayıdır. Bunun sorumlusu ne küresel ısınma, ne de kuraktır. İzmir Körfezi; küresel ısınmadan, kuraklıktan onlarca yıl önce hep insanların önlem almama etkisiyle acımasızca kirletildi. Körfeze yerleşmek çok güzel ama toplumsal eksikliğimiz olan alt yapıya hiç değer vermeyip, üst yapıya önem vermek, körfezin çevresini(1980 sonrası) devasa taş vb yapılarla –  körfezi doldurarak yapılan 6 şeritli yollarla- dolgularla, yapılarla  körfez kıyısız bırakılırken- işgal edilirken, körfezin kendini kendini temizleyecek kıyı özelliğinin yok olmasına körfezin ısınmasına neden olacağın göz ardı etmek en büyük hatadır. 

SADECE İZMİR Mİ?

Nehirler, dereler tıpkı insanın kan damarları gibi körfezin de can damarlarıdır,  tıkanmamalı, kirletilmemelidir. Dereler körfezin kirliliğinin göstergesidir. Onlarda körfezle birlikte bir bütünlük oluşturan canlı varlıklardır. Onlar ne kadar temiz ve doğalsa, körfezde o kadar doğal ve temizdir. Körfeze,  İzmir kentinin dışında çevresindeki en az dört büyük şehrin her türlü atığı, kirliliği başta Gediz Nehri vd. vasıtasıyla taşınabilmektedir.  Yağmur sularının kanalizasyona karışması,  bazı yerlerde derelere taşınması çok ciddi kirlilik oluşturan sorunlardır. Dereler kokunca çözümü kireçleme değil, derenin doğal yapısını ekosistemini korumaktadır. Derenin börtüsü, bitkisi, böceği vd. canlıları ve bilimsel modellerle geliştirilen,  kamışlık-sazlık alanları hem hızlı akışı hem kirliliği önemli oranda azaltır. Doğal dengesi ve döngüsünü bütünleşik körfez ekosisteminin kendi kendini yenileme kapasitesini korursak ve ona göre düzenlemeler yaparsak körfezi koruruz. O nedenle sorunun çözümü sadece İzmir Belediyesinden beklenemez. İzmir Belediyesinin ileri arıtım tesisleri ve atıkların toplanması konusundaki çalışmaların görüyoruz ama tek başına yetememekte. Kurumların işbirliği şsrt ama , politik bakış!  Körfezin adı İzmir, ama tarımsal, sanayi vb. kirlilik yükleri oluşturan, kirleten o kadar çok şehir adı var ki. Soruna ortak bakış önemli. Elbette onlarda gerekli önlemler aldıklarını belirtmekteler. Demek ki yetersizlikler oldukça fazla. Körfez yaşanamaz hale gelirse sadece bundan İzmir etkilenmeyecektir! Ayrıca,  körfez sadece “insanların” değil ki! Körfezin temizlenmesinde “ben yaparım” bakışı değil biz birlikte yaparız bakış çok önemli. 
Meles, Balçova, Manda, Halkapınar vb. dereler- “beton dereler”, hala besi elementlerini( kirlilik yüklerini)  körfeze doğal arıtım yapamadan taşımaya devam etmektedir. Her gecikme çok daha fazla maliyete ve aşırı kirliliğe su canlılarının kayıplarına ve çevre sağlığına olumsuz etkileyeceğinden “Büyük Kanal Projesi” ve benzeri projelerin bir an önce devreye girmesi gerekir. Artan nüfus, çevresel etkenlerin yarattığı olumsuzluklar, körfezin siyaset öne sürmeden birlikte ele alınması, zaman geçirilmemesi gerekmekte. Geçen zaman kirliliği, maliyeti daha da artırmakta.

DENİZ KİRLİLİĞİ

Körfez’deki deniz kirliliği; “Deniz kaynağının kimyasal, fiziksel, bakteriyolojik, radyoaktif ve ekolojik özelliklerinin olumsuz yönde değişmesi biçiminde gözlenen ve doğrudan veya dolaylı yoldan biyolojik kaynaklarda, insan sağlığında, balıkçılıkta, deniz suyu kalitesinde ve deniz suyunun diğer amaçlarla kullanılmasında engelleyici bozulmalar yaratacak madde ya da enerji atıklarının boşaltılması” şeklinde tanımlanabilir. 
Başta azot, fosfat gibi besi  elementlerinin yanı sıra amonyak, nitrat miktarının körfezin deniz suyu ve dip çamurunda giderek artması, körfezin sığlığı ( derinlik), körfez ekosistemindeki biyolojik tür kayıpları sonucu bozulan ekosisteminde (bitki-hayvan dengesinin bitkiler lehine artışı) mikro(mavi-yeşil algler) ve makro alglerin( deniz marulu vd) aşırı artmasına neden olmaktadır. 
Bu artışta 1960’lı yıllarda belirlenen mikroskobik su bitkilerinin (fitoplankton) önemli bir kısmını oluşturan deniz ve göllerde diğer canlılara besin maddesi olarak yaşamın devamlılığını sağlayan, fakat aşırı artışları sonucunda bunu tersine döndüren (yaşamın sürdürülebilirliğini yok eden)  Dinoflagellata’lar  (Miozoa)  2023 yılında da körfezdeki bir iki türün baskınlık oluşturması, oksijen miktarının, görünürlüğün azalmasına neden olması sonucunda su ve dip çamurundaki besi elementlerinin bakteriyolojik faaliyetleri artırması ve bakteri üremesini hızlandırması sonucunda oluşan biyokimyasal reaksiyonlar sonucu oksijensiz kalmayla birlikte, güçlü toksin üretimi, su kalitesi değişimi tüm canlıların için ciddi olumsuzluklara neden olmaktadır. 
Suyu kirletmek yaşamı, geleceği kirletmektir. Kirletene ağır cezalar, amasız fakatsız uygulamalıdır. Çünkü yıllardır yaşananlar bunun başka yolu olmadığını göstermektedir. Körfezi korumak herkesin sorumluluğundadır, insanlara çok büyük görevler düşmektedir.  Ne yapalım “insanlar çok pis”  gibi slogan sözlere sığınmaktan daha çok, eğitim-denetim ve olmuyorsa “kabahatler yasası”  göz ardı edilmemelidir. Ayrıca körfezin sorunlarını dile getirenlere de kızmamalı. Her şey ortada!    

GELECEĞE KÖTÜ MİRAS

İzmir Körfezi'nde sıklıkla meydana gelen durum, doğal, biyolojik bir olay değildir. Körfezlerde kirliliğin dışa vurumu, göstergesi olan mikroskobik alglerin aşırı çoğalması neredeyse üççeyrek asırdır (1954 den bu güne artan şekilde)  gündemde olmasının nedeni, Körfez’i hiç kirlenmeyecek bir yapı olarak görüp, atık deşarj alanı olarak kullanmak, gelip geçici önlemler almanın sonuçlarının neticesidir. Bu tür istenmeyen kirlilik oluşumları oluştuktan sonra değil; oluşmadan önce önlemler alınmalıdır.

BALIK ÖLÜMLERİ

29 Mayıs 2023’de İzmir Körfezi’nin bir kısım yerlerini turuncu renge boyayan aşırı alg çoğalmasının sonucunda, Körfez’in özenle, geçici değil; bilimsel çözüm yolları ile korunması, kullanılması gerekir. Körfez, kültürel kirliliğin çok yoğun baskısı altında.Yazın Körfez’de yaşamı büyük oranda etkileyen koku ve görüntü kirliliği, su kirlilik göstergesi olan alg patlaması gelip, geçici görülmemeli ve de göz ardı edilmemeli.
 Bunlar, denizin kirlenmesinin belirtisi olarak bilinir. Daha da kötüsü; belli süre sonra dağılan bu kümeler dibe çökerek, parçalanmak için deniz suyundaki oksijeni tüketecek, bunun sonucu ortamda oksijensiz kalan canlılarda toplu veya kısmi ölümler görülebilecektir" şeklinde uyarılarda bulunmuştuk. O dönemde de “bu tür çoğalmaların,  “falanca fakülte, falanca bilim kuruluşunca  “Gelip geçici olduğu” belirtilmişti. Sorun bu şekilde oluşunun “gelip geçiciliği” olmaz. 

BALIKLAR BOĞULDU MU?

Ekim ayının son haftalarında iç körfezin nerdeyse her kesimini kırmızı-kahve renge boyayan yine aynı mikroskobik alglerin oluşturduğu aşırı çoğalma sonucunda artan kokusu (balık) karşısında yetkililerin; “Kırmızı rengin, hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde gitmesi nedeniyle oluştuğu teşhis edilen bu tür, insan/denizel canlı sağlığını etkileyecek toksinler üreten bir tür değildir. Doğal ömürlerini tamamlayıp yok olacaklar” açıklaması yapılmıştır. 
Bizim 30 Ekim 2023 tarihinde Bayraklı, Karşıyaka sahilinde sabahleyin yaptığımız araştırmalarda yüzlerce, farklı türlerden irili ufaklı balık türleri ve kalamar ölüleri belirlenmiş ve belgelenmiştir. Yaptığımız ve beklenen –bilinen sonuç; toplu balık ölümleri, körfezdeki su kalitesi ile ilgili olarak tuzluluk seviyesindeki artışa, ipliksi alglerin artışına ve çözünmüş oksijen miktarının çok düşük olması nedeniyle de balık solungaçlarının tıkanmasına neden olup, oksijensiz kalmaları sonucu ölümler meydana geldiğidir. Balıklarda mikrobiyolojik  araştırmaların yapılıp, gıda güvenliği bakımından uygunluğu bildirilmelidir. Önlem için ölü balıkların hiçbir canlıya yedirilmemesi, yem vb sanayide kullanılmaması önerilir.    
İzmir Körfezi’nin iç kısımlarında tüm yıl yaşanır hale gelen aşırı alg artışı sorunları geçiştirilecek boyutlarda değildir. Aşırı alg üremesi sonucu oluşan kirlilik durumu bulanıklığa, ortamdaki biyokimyasal reaksiyonların artmasına yol açar. 

Bu olumsuzluklar, toksik etkileri ile deniz ekosistemindeki biyolojik çeşitliliğin azalmasına da neden olur. İzmir Körfezi'nde sıklıkla meydana gelen bu durum, doğal, biyolojik bir olay değildir" İzmir Körfezi’nin kirli , “çok hasta” olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Hastalığı kabul edip tedaviye karar vermemiz, gerekli acil bilimsel önlemleri almamız gereklidir. Körfezin “sadece içi kısmı kirli” demek ve sorunu hafife almamak gerekir, bu kesim adeta kangren olmuş durumda olup tüm körfez bünyesini tehdit etmektedir.

ULUSAL BİRLİKTELİK

Kirliliğin nedenin diğer önemli bir faktörü de çözümle ilgili “politik bakış nedeniyle, alınacak önlemlerde körfezin adeta siyasi propaganda ayracı olarak öne sürülmesi, herkese zarar verir… Bu son örnekte , “aslında körfez kirli değil anlamında , “seçimlere az bir zaman kala bu tür konuların gündeme taşınması gayet doğal” ,  propaganda aracı olarak kullanılmaktadır” denilmesi, gerçekten çok üzücüdür… Bu tür yaklaşımlarla ne İzmir Körfezini ne de kuraklığı önleyebiliriz. Kirlilik kadar çok tehlikeli! Elbette tek yetki ve sorumluluk belediyelere yüklenemez. Körfez kirliliği yılların derin deşarjının yarattığı sorunla Marmara Denizin kirliliğinin oluşumuna eş değer haldedir. Marmara Denizi gibi İzmir Körfezinin kirliliğinde,  ulusa birliktelik, bütünlük bakışı gerektirmektedir. Çevre konusunda, sağlığımız konusunda, ekonomik ve bilimsel destekler amasız fakatsız, koşulsuz yerine getirilmelidir. Yerel yönetimler, hükümet ve tüm insanların işbirliği yapması gerekmektedir. Körfez’in kirliliğinin çözümünde “suçlu aramak” yerine şimdiye kadar yaşananlardan ders çıkarılarak, siyasi çıkar ve polemiklerden uzak durulmalıdır. Körfez’in, doğanın korunmasının “siyasete malzeme” edilmemesi gerekir! 

SİYASET VE BİLİM

Gerçek bilime inanmak sözü, benim için yıllarca üzüntü kaynağı olmuştur hele ki uygulamalı bilimlerde. Fikirler tartışılır ama, gözle görülen, deneylerle desteklenen, yaşanan sonuçlarla gerçekler hiç kimse için saptırılmamalı. Saptırma, demagoji ve inkar sorunları çözümsüzlüğe ve çok daha tehlikeli sonuçlara götürür. Bazen kirlilik konusunda çalışmalar yaparken ve açıklamalarımız bazı kişilerin işine gelmemekte ne yazık ki. Hatta “beğenmiyorsan çek git sesleri de duyulmakta”! Bilim ve bilim insanın; “gerçek olanın doğasını öğrenme amacıyla yaptığımız uygulamalar, en temel amacı kendi kendi kandırmadan gerçeklere ulaşmak (veya onlara olabildiğince yaklaşmak) olan, bunu yapmak için deney, gözlem ve akılcı analizlere önem veren, yanlışlanabilir ve test edilebilir argümanlara odaklanan, kendi kendini denetleme ve düzeltme mekanizmaları olan, insanlar tarafından  icra edilen, birikimli olarak ilerleyen, entelektüel bir uğraşıdır.  
Bilimle siyaset, birbirine karıştırılmamalıdır. Bilimin amacı, gerçeği arayıp bulmak ve ortaya koymaktır. Siyasetçinin amacı ise, faydalı olanı göstermek ve yapmaktır.  Bilim ve siyaset ilişkisinin açığa çıkarılmadığı, gizlenmeye çalışıldığı ortamlar, toplumun demokratikleşmesine sürekli zarar verir. Bilginin özgürleşmesi ve demokratikleşmesi tüm dünyada giderek daha çok dile getirilen bir talep durumundadır. Ancak, bir ülkede devlet ve siyasiler bilim adamlarından feyiz alırsa o ülke yücelir ve yükselir. Bazı “siyasetçinin” bilime inançsızlığı burada da kendini gösterir: Ülke yönetiminde akılcı kararların alınması, özellikle toplum bilimsel araştırmaların yapılması ve sonuçlarının analiz edilmesi gerçeğini ortaya koyar. Bazı “siyasetçiler genelde kendi düşüncelerine yatkın araştırmaları öne çıkarır ve sunar.  Ancak bu gerçek bazı siyasetçiler tarafından her zaman kabullenilmez. Ne yazık ki yarım yüzyılı aşan bilimsel çalışmalarımızın sonuçlarını açıklamak “bir kısım insan ve kurumların hoşuna gitmediğinden” karşılaştığımız durumları, hak etmemekteyiz. Her zaman söylediğim gibi keşke yıllar öncesi yaptığımız araştırma sonuçlarına uyulmadığından, kuraklık yaşamamız, suların kirlenmesi, iklimin değişmesi söz konusu olmasaydı da , “ bir şey yok, olmaz, koca… kirlenir mi? Göl kurur mu diyenler haklı olsaydı”! Manzara ortada... Üzüldük , alıştık bu davranışlara...

ÇEVRE AHLAKI 

“Çevre etiğinin insanın doğayla, ya da geniş anlamda kendi dışındaki dünya ile nasıl ilişkide bulunması gerektiğini incelediğini söyleyebiliriz. Çevre problemleri insan yaşamının bütün alanları ile doğrudan ilişkili olup, yaşam alanımızın ayrılmaz bir parçasını oluşturduklarından kayıtsız kalınamayacak bir problemler yumağı olarak karşımızda durmaktadır.  Çevre problemlerinin politik yapıyla, uluslararası ticaretle, ekonomik zenginlikle, yoksullukla, bilimle ve teknoloji ile bağlantısı düşünüldüğünde, bu problemlerin bütününü göz önüne almadan çözülebilmesi olanaksız görünmektedir” ve her şey insanın iradesinde ve elindedir.[Çevremizde bizden başka canlıların olduğunu unutmak gerekir. En küçük canlı organizmadan en büyük canlı varlığa kadar, bütün biyolojik yaşamı ve bütün insan faaliyetlerini ayakta tutan doğal çevredir. Doğa bize karşılıksız,  gıda, sağlık ve huzur veren tek ortamdır. Ne yazık ki giderek azalan canlı türleri ( biyolojik çeşitlilik) ve su kaynaklarında kirlilik- işgal, azalmayla, kuraklıkla karşı karşıyayız. Nem doğayı şekillendirir ve korur. Çevrede nemin azalmasının bir diğer aşaması; tarımsal – hidrolojik- meteorolojik ve sosyal kuraklıktır olmaktadır. Susuzluk yoksulluk, açlık, hastalık demektir.
Çözüm, bilme inanmakta, “vicdanlı ve ahlaklı” insanlar yetiştirmemizde. Yoksa gelişen teknolojiye rağmen, para hırsıyla doğayı değiştirip dönüştürürsek, bilimin sesini yine hep ötelersek, ilk oluşumdan bu güne kadar yaşanan 5. Doğal (volkanlar, buzullaşma) nedenlerle oluşan yok oluşlarının, 6.sı insan etkisiyle olacaktır. Saygılarımla  

Kaynak: TTKD Bilim Danışmanı Erol Kesici