Ekonomi

Kanun tarıma toprak gençlere ümit vermeli

Tarım alanlarının yasayla korunmasını, planlanmasını savunan Prof.Dr. Onay, miras kalmayan toprağın yeni nesli ümitlendirmeyeceğini anlattı. Su azlığına işaret etti, İzmir’i uyardı: “Üzüm, domates, incir artık yetiştirilemeyecek. Bunu durduramayız; ama iklime uyum sağlayabiliriz.”

Abone Ol

Tuğçe Doğaneli Kamacı-EGE TELGRAF- İnternet aracılığıyla yakınlaşan, küçülen dünyanın tarım ürünleri de birbirine benziyor. Özellikle sağlıklı yaşam akımının öncülüğünde yaygınlaşan popüler ürünler ihracat hedeflendiğinde yüz güldürüyor. Ancak kapıdaki iklim değişikliğine hazırlanmak, tarım ile teknolojiyi buluşturmak ‘her iklimden ürün’ yetiştirmekten önce geliyor. Tarımdaki gelişmeleri konuştuğumuz Sürdürülebilir Tarım Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Prof.Dr. Meltem Onay, Türkiye’nin tarım reformuna ihtiyaç duyduğuna dikkati çekti.

Onbeş Kasım Kıbrıs Üniversitesi Rektör Yardımcısı da olan Prof.Dr. Onay, en az su ile en yüksek verim elde etmenin önemine değindi. Dijitalleşemeyen üreticilerin var olamayacağını kaydetti.

 

‘AVOKADO’

 

Dönem dönem ilgi odağı olan ürünler var. Bugün moda “Avokado”. Çok kazandırdığı sıkça anlatılan her tarım ürünü, Türkiye’de de muhakkak yetiştirilmeli mi?

 

“Eskiden avokado çok fazla bilenen bir ürün değildi. Türk mutfağında adı son 5 yıldır kullanılmaktadır. Öncelikle sporcuların sağlıklı yağ tüketmek adına kullandıkları bir besindir.

50 üzerinde ülkede yetiştirilen bu popüler meyve ülkemizde en fazla Antalya ve Mersin’de üretilmektedir. Doğu Karadeniz, Muğla ve Hatay illerimizde de başarılı çalışmalar sürdürülmektedir.

Katma değeri çok yüksek olan bu meyvenin, ülkemizde yaygınlaşması ve daha fazla yetiştirilmesi, öncelikli olarak eğer ihracat yapma imkânı bulunuyorsa, karlıdır. Diğer meyveler gibi, iç pazarda sıklıkla tüketilen ve tercih edilen ürün olmaması nedeniyle, doğru pazara ulaşılmadığı takdirde, sıkıntı yaratabilecek bir üründür.”

 

Avokadonun yetiştirme sırasında çok su istediği biliniyor. Bu bir dezavantaj değil mi? Kuraklık tehdidine karşı bu tercihlerin güncellenmesi gerekmiyor mu?

“Avakado, yoğun sulama gerektiren bir bitki olarak kabul edilir. İhtiyaç duyulan tam su miktarı, çevresel koşullara, toprak özelliklerine ve ağaçların yaşına bağlıdır. Genellikle olgun bir ağacın yılda en az 1.000-1.300 mm yağmura ihtiyacı vardır. Böyle düşününce, iklimlerin değişimi ve su kaynaklarımızın da azaldığı bir ortamda avokado yetiştirmek akıllı bir yatırım olmuyor, diye düşünülebilir. Ancak, konuyu bu şekilde algılamamak gerekiyor.

Bizim her ne yetiştireceksek, zaten ‘suyumuzu çok etkin kullanarak verim elde etme' gibi bir sorumluluğumuz var. Dijital teknolojilerin kullanımıyla, bitkinin tam istediği zamanda suyu, bitki köküne verebilme imkânımız var. Bu sadece su tasarrufu için değil, aynı zamanda çiftçilerimiz için girdi maliyeti yaratan gübre, elektrik, mazot gibi kalemlerin de azalmasına yardımcı olacaktır.

Bütün bilimsel göstergeler bize, yıllar boyunca ürettiğimiz ürünlerimizi artık üretemeyeceğimizi, hızlı bir şekilde yeni ürün desenlerine geçmemiz gerektiğini gösteriyor. Bir örnek vermek istiyorum; İzmir için çok önemli ihracat ürünü olan üzüm, domates, incir gibi ürünler artık bölgemizde su azalması nedeniyle yetiştirilemeyecek. Bu gerçekten ciddi bir ekonomik kayıp. Bu durumu durdurmak mümkün değil; ama daha planlı bir şekilde davranmamız durumunda, iklime adaptasyonu sağlayabiliriz.”

‘İTHAL ÜRÜNE KARŞIYIM’

 

İthal ürünü alıp Türkiye’de yetiştirmek mi, geleneksel meyve ve sebzeden katma değerli ürün elde etmek mi daha kazançlıdır?

 

“Öncelikle ithal ürünlere her zaman karşı olduğumu belirtmek istiyorum. Kendi ülke topraklarımızın yetiştirilme şartlarına uygun ürünleri tercih etmek, bu ürünlerin daha besin değeri yüksek, çevre dostu olarak üretimini yapmak öncelikli konularımızdan biri olmalıdır. Çevre dostu ifadesini bilinçli bir şekilde kullanıyorum. Sebze ya da meyve ne üretirsek üretelim, sağlıklı bir toprağa ihtiyacımız var. Bu da toprağın organik maddece zengin olmasını gerekli kılıyor. Ancak yıllar içerisinde yanlış gübreleme, erozyon, fazla sulama, yanlış ilaçlama yöntemleri nedeniyle ne yazık ki topraklarımızı kirlettik ya da tuzlandırdık.

‘YÜZDE 95’İ GÜÇSÜZ’

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, ülkemizde topraklarımızın yüzde 95’i organik maddece eksik. Yani ne ekersek ekelim, bizim verimli ürün almamız mümkün değil. Öncelikle bu konuya odaklanmak, topraklarımızın güçlenmesi için çalışmalar yapmaya başlamamız gerekiyor.

Katma değer sözü, güncel ve çok sık kullanılan bir söz. Değerini de yitiriyor, neden mi? Çünkü bir ürüne katma değer katabilmek için, teknolojiyi çok iyi kullanmamız ve bu konuda daha fazla araştırmalar yapmamız gerekiyor. Ancak ne ekonomik açıdan bunu yapabilme ne de bilgi ve beceri açısından kendimizi geliştirme gibi zorunlulukları dikkate alıyoruz. Halen babadan-dededen kalma yöntemler ile tarım üretimini gerçekleştiriyoruz.”

Yani domates kurusu, çilek reçeli teknoloji ve marka olmadan yeterince 'katkı' sağlayamıyor?

“Domates kurutmak ya da meyveleri reçel yapmak katma değerli ürün oluşturmak için, günümüzde kullanılan yöntemlerden biridir. Ama teknoloji ile ilgili değildir. Domatesi kuruturken, daha az enerji kullandıysanız, kuruttuktan sonra raf ömrünü uzatmak için kullandığınız malzemeler, daha çevreci, daha sağlık açısından zararsız ise, biz buna ürüne katma değer sunuyoruz diyebiliriz. Avrupa Yeşil Mutabakatı Sözleşmesi, tüm tarım işletmelerini ihracat yaparken sıkıntıya düşürecek. Markalaşma bu açıdan da daha önemli hale geldi.”

Türkiye’nin yetiştirdiği ürünlerin tanıtımı sizce yeterli mi, önerileriniz nelerdir?

 

“Uzun zamandır tarım ile ilgileniyorum. Ege İhracatçı Birliği üyeleri ile yakın dostluklarım var. Ürünün tanıtımı kadar ‘markalaşması’, marka değerini yükseltmek de bir o kadar önemli. Burada önemli olan rakipleriniz.  Avrupa pazarına girdiğinizde, markalaşan ürünler ile, Türk ürünlerinin rekabeti oldukça zor.

Ülkemizde yetişen ve rekolte değeri oldukça yüksek, “zeytin ve zeytinyağı” konusunda, son yıllarda ciddi çalışmalar artmış olmasına rağmen, İspanya, İtalya, Tunus, Yunanistan gibi ülkeler ile yarışta kaybediyoruz. Butik üretim konusunda çok bilinçli ve markalaşan üreticiler, büyük mücadeleler veriyor. Bu sadece bir örnek, narenciye, fındık gibi kendi ülke topraklarımızda yetişen ürünlerimizi bile, ne yazık ki, katma değer sunamadığımız için, kendimizi yeterli bir şekilde tanıtamıyoruz.”

Sağlıklı yaşamla ilgilenen içerik üreticileri, avokado ve chia tohumu gibi ürünlere odaklanıyor. Biz de talep artışını görebiliyoruz. Sizce sosyal medya Türk tarım ürünleri için de iyi bir fırsat olarak değerlendirilebilir mi? Zeytinyağı, incir, enginar, fındık ve daha niceleri... Dünyaya bu yöntemle anlatılabilir mi?

 

“Sosyal medya kullanımı, bir ürünün tanıtımı açısından önemli. Ancak firmaların sadece sosyal medya reklamları ile kendilerini tanıtma dönemlerinin modası çoktan geçti. Bir diğer yöntem, işletmelerin çeşitli fuarlara giderek kendilerini tanıtmaları. Sosyal iletişim bu açıdan çok önemli hale geldi.

Ülkemizde oldukça eksik kalan bir konudan da bahsetmek istiyorum. Her bir ülkede yok; ama ülkemizi temsilen yurt dışında bulunan ‘tarım müsteşarları’ var. Bu kişilerin, gittikleri ülkede çok daha aktif olmaları gerekiyor. İletişim demek, iki kişinin birbirini sadece tanıması demek değildir. Sürdürülebilir bir ilişkinin kurulmasında, kurumlara, işletmelere önemli görevler düşüyor.”

Türk çiftçisine önerileriniz nelerdir?

 

“Türk çiftçisine önerilerim, belki size ters gelebilir ama, şu anda mevcut geleneksel yöntemler ile tarım yapmaya devam etmeleri durumunda zaten yaşamlarını sürdürmeleri mümkün olamayacak. Türkiye’de önemli sorunlardan biri olan “parçalanmış toprak” yani miras yoluyla bölünmeler nedeniyle, çok küçük alanlarda tarım yapamayacaklar. Kendi çocuklarını da şehirlere göndermiş olmaları nedeniyle, tarım gibi yüksek emek isteyen işler sürdürülebilir olamayacak. Çiftçilerimizin teknoloji odaklı üretim yapmayı bilmeleri gerekiyor. Girdi maliyetlerini düşürmenin, finansmana daha kolay erişebilmenin yollarını bulmaları gerekiyor.”

HİBRİT, ÇOK ÜRÜN ÇOK İLAÇ!

Tarım alanları geri dönüşü zor bir şekilde daralıyor, ata tohumu kullanan bir avuç çiftçi kaldı, destekler yetersiz, iklim belirsiz. Tarım ve elbette hayvancılık politikaları belirlenirken nelere dikkat edilmeli, yol haritası nasıl olmalı?

 

“Tarım konusu, sadece çiftçilerimizin başarabileceği bir konu değil. Üniversiteler, tarım işletmeleri, STK’lar, ziraat odaları, sulama birlikleri, ziraat mühendisleri, veteriner hekimler, yerel yönetimler bu bütünün parçaları içinde. Eğer bir ülkede tarım politikası yok ise, bütçeden ayrılan pay, oldukça düşük ise, ‘kendine yeten’ değil, bir insan için en öncelikli konu olan hububatları üretme konusunda bile ‘dışa bağımlı’ hale geleceğiz. Aslında geldik bile…

Ata tohumunun en önemli özelliği laboratuvar ortamında işlenmemiş, asıl genetiği oynanmamış, tamamen doğal yollarla üretilen, besin değeri yüksek organik gıdalardan olmasıdır. Bu konuda çok ciddi çalışmalara başlandı. Üniversiteler, kamuda tarım ile ilgili enstitüler, bunu artırmaya çalışıyorlar. Ancak hibrit tohum ile tarım yapanların sayısı çok fazla. Bir seferde daha fazla ürün almak için, çiftçilerimiz ata tohumu kullanmayı tercih etmiyorlar. Fark etmiyorlar ki, bu tohumlar bir yıllık, daha fazla hastalanıyorlar, daha fazla kimyasal kullanıyorlar, pestisit kullanarak insan sağlığına zarar veren ürünler yetiştiriyorlar.”

 Peki neler öneriyorsunuz?

 

“Bu ülkede ciddi bir ‘Tarım Reformu’na ihtiyacımız var. Bu reformun sürdürülebilir olması için, kanunlara, yönetmeliklere ihtiyaç var. Yani kararlı devlet yöneticilerine ihtiyacımız var. Bu konularda ümitsiz olmak istemiyorum ama her geçen gün tarımdan ayrılan, topraklarını betonlaşmaya izin veren çiftçilerimiz var. Buna fırsat veren yerel yönetimler var.

İstikrarlı ülkelerin başarıları, cezalar ile sağlanmış. Yapılan hatalar için bir yaptırım olmuyorsa, kimse bu konulara duyarlı da olmayacaktır. Kaybeden ülkemizdir, miras olarak bırakamayacağımız topraklarımız, gençlerimiz için ümit de olamayacaktır.”

 

Yeşil Mutabakat nedir?

Avrupa Yeşil Mutabakatı Sözleşmesi, Avrupa’yı 2050’de iklim nötr hale getirmeyi amaçlayan Avrupa Komisyonu tarafından yürütülen bir dizi politika girişimidir. Temiz, döngüsel bir ekonomiye geçerek ve iklim değişikliğini durdurarak, biyolojik çeşitlilik kaybını geri döndürerek ve kirliliği azaltarak kaynakların verimli kullanımını artırmayı amaçlıyor. Bu da tarladan sofraya her bir süreçte, karbon ve su ayak izimi düşürmeyi öngörüyor.

 

Girişimci aranıyor!

 “Şu anda, ülkemizde tarım girişimciliği konusunda büyük fırsatlar var. Sadece üretim kısmında değil, suyun etkin kullanılmasında, lojistikte, saklama, depolama, yenilenebilir enerji gibi konularda yeni yatırımlara gereksinim var. Tüm değer zinciri içerisinde, ürüne katma değer sunacak yöntemleri denemek zorundayız. Hem ekonomik hem de girdi maliyetlerini düşürmek için yeni, genç çiftçilere ihtiyacımız var.”

 

Modern kooperatif şart

Çiftçilerimizin birlikte hareket etmeyi öğrenmesi gerekiyor. Bunun formülü de ‘kooperatifçilik’. Ama bizim yıllardır bildiğimiz kooperatifçilik anlayışı ile değil. Zaten örnekleri çok olumsuz olan bu örgütlenme yapısının, daha profesyonel yöneticiler ile izlenebilir, denetlenebilir şekilde planlanması ve organize edilmesi bir zorunluluk.”