Güncel

İklim değişikliğinde asıl sorun ‘yönetememe’

Aşırı sıcak havalardan korkulmaması gerektiğini savunan uzmanlar, var olan durumunun iklimi yönetememe krizi olduğunu, vatandaşın plansızlık kurbanı olduğunu söyledi

Abone Ol

Yasemin EKREN/EGE TELGRAF- Mevsim normallerinin üzerine çıkan sıcaklıklar etkisini iyiden iyiye gösterdi.  Vatandaşın sıcak havalardan bunaldığını söyleyen uzmanlar, dikkat edilmediği takdirde oluşacak sağlık problemlerine dikkati çekti. İklim krizi etkisinin daha da artacağı ve önlemler alınması gerektiğini aktardılar. Mevcut politikaların yetersiz olduğunu söyleyen uzmanlar, iklim krizinin etkilerini ve alınması gereken önlemleri paylaştı.

“SUÇLU EL NİÑO”

Sıcaklıkların normal olduğunu söyleyen Prof. Dr. Doğan Yaşar, geçtiğimiz sene girilen El Niño döneminin etkilerinin görüldüğünün altını çizdi. Yaşar, “El Niño, Pasifik Okyanusu’nun sıcaklığının artmasıyla küresel hava akımlarının etkilenmesi demek. Dünya Meteoroloji Örgütü suların sıcaklığının yükseleceğini açıklamıştı, gerçekten 2 derece artış görüldü. Suların derecesinde görülen bu artış, havanın ısınmasına da neden oldu. Geçtiğimiz yıldan beri olağanüstü yağışlara maruz kaldık. Türkiye’nin en az yağış alan illerinden Ankara’da 392 kilogram yağış gerçekleşti. Sanırım bu yılın rekorunu kırdı. Süper El Niño dönemi sonucunda yağışlı döneme girdik” dedi. Sıcaklıkların korkulacak bir şey olmadığını söyleyen Yaşar, sekiz on günde bir artıp azalacağını, bu artışta mutlaka zikzak oluşması gerektiğini aktardı. İnsanları etkileyenin sıcaklık değil nem olduğunu dile getiren Prof. Dr. Yaşar, “Geçen gün 32 derece olan sıcaklık, nemden dolayı 40 derece gibi hissedildi. Nem insanı rahatsız eder. En sıcak saatler hep öğlen sonu yaşanır, rekorlar bu saatlerde kırılır. İşi olmayanlar dışarı çıkmamalı bence. Sıcakta damarlar büzüşüyor, bu sadece yaşlılar ve kronik hastalar için değil herkes için tehlikeli. Herkes dikkat etmeli, acil bir şey yoksa bu sıcaklarda dışarı çıkılmamalı” ifadelerini kullandı. 

‘ÜLKENİN ALTINI KURUTTUK’

Hava sıcaklığının tarımsal üretim için önemli olduğunu vurgulayan Yaşar, hava sıcaklıklarının sert bir şekilde yükselmesinin ters bir etki yarattığını anlattı. Süper El Niño’nun marifetiyle yüksek sıcaklıklarda ekinlerin dalda kuruduğunu söyleyen Yaşar, “Hava sıcaklığı güzel bir şey. Sıcaklık olmazsa hiçbir şey yetişmiyor ancak aşırı sıcaklarda maalesef ürünler kuruyor” dedi. Sıcaklığın biyoçeşitliliği etkilemediğini söyleyen Yaşar, bu konudaki asıl sorunun su kullanımı olduğunu dile getirdi. Yaşar, “Göller Bölgesi’ni çöller bölgesine çevirdik. Her yer kurudu. Sıcaklık arttıkça biyoçeşitlilik artar, daha çok zenginleşir. Canlılara su bırakmadık ki, her yerde obruklar oluştu. Bunun nedeni sıcaklıklar değil, insanlar. Suyu kullanmayı bilmediğimiz için halen daha çok su isteyen bitkileri ekiyoruz. Bu yüzden biyoçeşitlilik artamıyor” diye konuştu.

“ASIL SUÇLU İNSAN”

Yaşar, “Deniz sularının sıcaklığı arttığı zaman soğuk ortamı sevenler o bölgeden ayrılır. Eğer deniz soğursa bu sefer tam tersi olur. Hiçbir canlı yok olmaz. Herkes hoşlandığı ortama doğru gider, bu yüzden denizlerdeki türler hep değişir” dedi. Dikkatleri buzul dönemine çeken Yaşar, buzul dönemi sonrası ısınma döneminde toprakların verimli hale geldiğinin altını çizdi. Sıcaklığın kötü bir şeymiş gibi lanse edildiğini ancak suçluların iklimler olmadığını, asıl suçlunun insanlar olduğunu aktardı. El Niño’nun etkisiyle özellikle Adana gibi bazı illerde ekstra sıcak olduğunu söyleyen Yaşar, bu sebeple iklimin ters etkilerinin görünmeye başlandığını ama arkasından La Niña’nın geleceğini söyledi. La Niña’nın ortamı çok soğuttuğunu, belkide çok kötü bir kış geçirileceğini ifade etti. 

AKBELEN OLAYI

Durumun iklimi yönetememe, iklim değişikliğine hazır olamama krizi olduğunu öne süren Prof. Dr. Yaşar, zamanında gerekli uyarı yaptıklarını ancak görmezden gelindiğini söyledi. Yaşar, “Dünya bu konuda ön görülü davrandı, hazırdı. Kömür stokladılar, çünkü hidroelektrik santrallerinin boşalma ihtimali vardı. Hidroelektrik santralleri boşalınca herkes termik santrallere döndü. Onlar aldıklarında kömür 60 liraydı, sonra 400 liraya fırladı. Biz bu kömürü o zamanda pahalıya aldık, şimdi de pahalıya alıyoruz. Akbelen olayının nedeni bu. Artık hükümette para kalmadı, bari kömürü kendi kaynaklarımızdan alalım dediler. 2021 yılında toplam enerji ithalatımız yaklaşık 50 milyar dolarken, onu takip eden senede 97 milyar dolara çıktı. Kuraklığa hazır değildik. Biz kuraklık gelecek diye söylüyoruz ama kimsenin umursadığı yok. Dünyada gıda endeksleri aldı başını gitti. Rekorlar kırıldı, sonra toparlandı ancak biz halen çekiyoruz. Biz bilimle yönetilmiyoruz. Ne İzmir Büyükşehir Belediyesi ne de merkezi yönetim pek bilimden hoşlanmıyor. Sorun oradan çıkıyor” diye konuştu.

‘SORUNUMUZ PLANSIZLIK’

İklim krizine hazır olmanın önemini vurgulayan Yaşar, “Eğer biz iklim krizine hazır olabilseydik tarımla cari açığımızı kapatırdık. Anadolu müthiş verimli bir yer. Suyumuzu dikkatli kullansak, diğer ülkelerin neye ihtiyacı varsa ona göre üretim yapsak kazanacağız. Bizim verimli 25 havzamız var. Her havzada su ve yağış potansiyeline göre Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ekinleri belirlemesi lazım. Bunu belirlerken de hangi ülkenin neye ihtiyacı olacak ataşeler aracılığıyla öğrenmeliler. 126 milyon ton ile rekor kırdık, bunun 56 milyon tonu yaş sebze meyveydi. Biz bunun yaklaşık 20 milyon tondan fazlasını çöpe attık. Çünkü hesap yok kitap yok. Neye göre ürettin onu? Patates ve soğan para getiriyor diye halk ona yöneldi. Bu çok büyük bir tehlike. Bunlara Bakanlığın karar vermesi gerekiyor. Ataşelerden tek tek hangi ülkenin neye ihtiyacı var öğrenmeliler. Ziraat mühendisleri ona göre plan yapmalı. Bizde hiç plan yok, kim ne ekerse… Gelişmiş ülkelerde çiftçinin ekeceği ekini hükümet seçer, eğer elinde kalırsa son tanesine kadar da satın alır. Böylece çiftçi kendini güvende hisseder. Bizim sorunumuz yönetim olayı, tamamen plansızlık var. Sonra iklimleri suçluyoruz. 20 sene önceden uyardık biz. Kuraklığın ne zaman geleceği belliydi zaten, hazırlanılması gerekiyordu” ifadelerini kullandı.

‘MÜCADELE ETMELİYİZ!’

Artan sıcaklıkların temelinde iklim değişikliğinin olduğunu söyleyen Ege Üniversitesi Biyomühendislik bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Nuri Azbar, sanayi devrimiyle birlikte sera gazı salınımının artığını, bunun da iklim değişikliğine etkisinin fazla olduğunu aktardı. Artan enerji üretimi ve tüketiminin doğal kaynakların yoğun bir şekilde kullanılmasına neden olduğunu anlattı. Azbar, “Artan sera gazlarıyla kutuplardaki buzullar erimekte, deniz seviyelerinde yükselmeler olmakta ve şiddetli hava olaylarının görülme sıklığı da artmaktadır. Bunun yanı sıra, iklim değişikliği nedeniyle çok sayıda canlı türünün nesli tehlike altına girdi ve ekosistemler büyük zarar gördü. Sera gazlarının salımının önlenmesi veya azaltılması için uluslararası çapta birçok girişimde bulunulmaktadır. Birincisi 2015 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda kabul edilen Paris Anlaşması'dır. Bir diğeri ise 2019 yılında imzalanan AB Yeşil Mutabakatı’dır. Bununla birlikte, her bireyin de küçük ama etkili adımlar atarak sera gazlarının atmosfere salımını azaltmaya katkıda bulunabileceği unutulmamalıdır” diye konuştu.
Yüksek sıcaklıkların tarım ürünlerini olumsuz etkilediğini söyleyen Azbar, bu duruma alışmak yerine iklim değişikliğiyle mücadele etmek gerektiğini ifade etti. Azbar, “Sürdürülebilir ve rejeneratif tarım uygulamaları ve iklim değişikliğiyle uyumlu tarım tekniklerinin benimsenmesi gerekiyor. Son yıllarda giderek artan sıcaklıklar, tarım ürünlerinin büyümesini engellemekte ve verimlerini düşürmektedir. Hava koşulları istikrarsız hale geldiği için çiftçiler uzun süreli kuraklık, sel veya sıcak hava dalgalarıyla mücadele edecekler. Mahsul veriminin düşmesi, gıda fiyatlarının yükselmesine neden olur. Ayrıca hava koşullarındaki değişiklikler su durumunu etkileyerek çiftçilerin ürünleri sulamasını zorlaştırabilir. Bu aynı zamanda suya erişimin zaten sınırlı olduğu bölgelerde su kaynakları konusunda çatışmalara da yol açabilir. Çevreye duyarlı tarım uygulamalarının yanı sıra, iklim değişikliğiyle mücadelede köklü bir yaklaşıma ihtiyaç var. Sera gazı salımını kontrol altına alan enerji politikaları ve endüstrinin çevresel etkilerine yönelik düzenlemeler, tarım sektöründeki olumsuzlukların azaltılmasına katkı sağlar” dedi. Gıda üretiminin sadece besin ihtiyacını karşılamakla kalmadığını, aynı zamanda ekonomik ve sosyal istikrarımızın korunmasında da önemli bir rol oynadığını aktaran Azbar, iklim değişikliği ile mücadelede tarımsal üretimin sürdürülebilir olmasının büyük önem taşıdığını vurguladı.

İklim değişikliğinin gözle görülür sonuçlardan birinin doğal yaşam alanlarının ve türlerinin kaybı olduğunun altını çizen Azbar, artan sıcaklıkla birlikte türlerin hayatta kalma mücadelesi verdiğini söyledi. Yaşanan iklim değişikliklerine uyum sağlayamayan hayvanlar ve bitkilerin neslinin tükenebileceğini vurgulayarak, bu durumun tüm ekosistem üzerinde dalgalanma etkisi yaratabileceğini söyleyen Azbar, “Sıcaklık artışı, belirli bitki ve hayvan türlerinin dağılımını, üreme dönemlerini ve beslenme alışkanlıklarını olumsuz yönde etkileyebilir. Sıcaklıklar arttıkça, bazı iklim koşullarına adapte olmuş türler için belirli ortamlar yaşanamaz hale gelebilir. Artan ormansızlaşma birçok tür için önemli yaşam alanlarını yok edebilir. Bu durumlar, bitki ve hayvan türlerinin yanı sıra gezegenimizin genel sağlığı için de ciddi sonuçlar doğurabilir” dedi. Sıcaklık artışlarının devam etmesiyle bazı türlerin üreme oranlarında ve nüfuslarında düşüşler görülebileceğini söyleyen Azbar, sıcaklıkların türlerin davranışlarını ve beslenme alışkanlıklarını da etkilediğini, farklı türler arasında kaynaklar için rekabetin artmasına da yol açtığını söyledi. Azbar, “Su sıcaklığındaki değişiklikler habitatları ve okyanus akıntılarını olumsuz etkiler, yayılımcı türler buralarda baskın hale gelir. Bu durumun deniz canlılarının dağılımını değiştirebilir ve mercan resiflerinin beyazlaşmasına yol açabilir. Dahası, okyanus sıcaklıkları artmaya devam ettikçe, okyanusun genel kimyasını da etkilemektedir. Daha sıcak su, daha az oksijen tutarak balıkların ve diğer deniz organizmalarının hayatta kalmasını zorlaştırır” diye konuştu.

HALK SAĞLIĞI PROBLEMİ

İklim değişikliğinin insan sağlığı üzerinde ciddi etkileri olduğunu söyleyen Azbar, “Hava kirliliği, artan sıcaklık ve iklimsel koşullardaki değişimler nedeniyle solunum yetmezliği, alerjik reaksiyonlar ve kalp-damar hastalıkları gibi sağlık sorunları görülebilir. Sıcaklıkların artmasıyla birlikte sıcak çarpması ve dehidrasyon gibi hastalıklarda artış olabilir. Yağış düzenindeki değişiklikler su kaynaklı hastalıklara yol açabilirken, daha uzun polen mevsimleri alerjileri kötüleştirebilir. Sıcaklıklar arttıkça sivrisinek gibi hastalık taşıyan böceklerde artış olmasını bekliyoruz. Bu gibi durumlar, sağlık sisteminin ağır bir yük altına girmesine ve milyonlarca insanın hayatını riske atmasına sebep olmaktadır” ifadelerini kullandı.  İklim değişikliğinin ekonomik etkilerinin göz ardı edilemeyeceğini söyleyen Azbar, “İklim krizi, tarımsal üretimde düşüşlere, su kaynaklarının azalmasına, doğal afetlerin artmasına, sağlık harcamalarının artmasına ve altyapı hasarlarına neden olarak ekonomik kayıplara yol açar. Kasırgalar ve orman yangınları gibi afetler, altyapı ve mülkte milyarlarca dolarlık hasara neden olabilir. Bu olaylar aynı zamanda tedarik zincirlerini de bozuyor. Aynı zamanda turizm, tarım ve ulaşım gibi sektörleri önemli ölçüde etkileyebiliyor” dedi. İklim değişikliğiyle mücadele için yapılacak yatırımların ekonomik etkileri olacağının altını çizdi. İklim değişikliğinin göç dalgalarını tetiklediğini ifade eden Azbar, “Kuraklıkların yaşandığı bölgelerdeki insanlar daha verimli alanlara göç etmek zorunda kalmaktadır. Bu durum bölgesel ve ulusal düzeyde sosyoekonomik dengesizliklere neden olmaktadır. Ayrıca, küresel ısınmaya bağlı olarak artan hava sıcaklıkları da insanların yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir” diye konuştu.

‘GÖZ ARDI EDİLEMEZ’

İklim değişikliğinin etkilerinin azaltmak için sürdürülebilir enerji kaynaklarına geçiş ve uyum stratejilerinin uygulanması konusunda önemli yatırımlar yapılması gerekeceğini söyleyen Azbar, “İklim değişikliği tehdidini göz ardı etmenin, şimdi harekete geçilmesinden çok daha büyük ekonomik kayıplara yol açacağı açıktır. Bu sadece bireysel çabaları değil, aynı zamanda dünya çapındaki hükümetlerin ve işletmelerin kolektif eylemlerini de gerektirir. Kendimiz ve gelecek nesiller için istikrarlı bir ekonomik gelecek sağlamak amacıyla karbon emisyonlarını azaltmaya ve sürdürülebilir uygulamaları teşvik etmeye yönelik adımları derhal atmamız büyük önem taşıyor. Bu yatırımlar uzun vadeli refahımız için gerekli olmakla birlikte, kaynakların başka sektörlerden başka yerlere yönlendirilmesinden dolayı kısa vadeli ekonomik etkileri de olabilir” değerlendirmesinde bulundu.