Her insanın bir yeteneği vardır. Kadife gibi bir ses, muazzam tablolar yapan parmaklar ya da dokunduğu yemeği lezzet şölenine çeviren sihirli eller…
Ben de çocukken sesimin güzel olmasını çok isterdi...
Her insanın bir yeteneği vardır. Kadife gibi bir ses, muazzam tablolar yapan parmaklar ya da dokunduğu yemeği lezzet şölenine çeviren sihirli eller…
Ben de çocukken sesimin güzel olmasını çok isterdim ama ne yazık ki bu gerçek olmadı… Hatta çok uzun bir süre benim neden yeteneğim yok diye üzüldüğümü hatırlıyorum. “Sesim güzel değil ama şunu harika yapıyorum” diyebilmek için 7-8 yaşlarındayken kendimi keşfetmeye çalıştım. Sonunda keman çalmak istediğime karar verdim. Sesim güzel değildi ama müzikle ilgili gibi bir yeteneğim olacaktı, olmalıydı.
Her anne ve baba gibi benim ebeveynlerimde sosyalleşip hayallerime yön vermek adına müzik kursuna yazdırdı. Benim gönlüm en başından beri kemandaydı ama gittiğim kurstaki öğretmenim parmaklarımın keman için zayıf olduğunu önce piyanoyla güçlenmesi gerektiğini bir süre sonra kemana geçebileceğimi söyledi.
8 yaşındaki benim için bu ‘bir süre’ bir iki hafta en fazla bir aydı, yani öyle sanmıştım. 6 ayın sonunda piyano sesinin artık rahatsız edici gelmeye başladığını fark ederek aileme müziği bırakmak istediğimi söyledim ve bıraktım. Tabi önceden verilen kurs ücretinin üzerine bir bardak su içip aldığımız orgu da dolabımın en derin yerine kaldırmıştık. Sesim güzel değildi, keman çalamıyordum, piyanoyu da sevememiştim başka da bir yeteneğim yoktu; zorla kendime yetenek yaratmaya çalışıyorken ondan da vazgeçmiştim.
Lise tercihi yapacağım yıl liselerden çok üniversite bölümlerini araştırıyordum. Öğretmen, bankacı vs. olamazdım. Müzikle aramız bu kadar kötü olmasaydı konservatuvar okurdum ama olmamıştı. Çok geçmeden de “Ben bu bölüm için yaratılmışım” dediğim mesleği buldum. Daha liseye başlamamıştım ama ileride olacağım meslek belliydi. Gazeteci olacaktım. E tabi mesleği belirleyince liseyi de ona göre şekillendirmek istedim ve Anadolu Meslek Lisesi’nde Radyo – Tv bölümünde okudum. Lisede hep en zayıf dersim haber yazma teknikleriydi bu yüzden işin teknik kısmına yönelmek istedim ve lise stajımı bir kanalın reji bölümünde yaptım. Üniversitenin ilk yılının ikinci yarısında, okurken çalışmak istediğime karar verdim. Rejide çalışmak üzere işe başlayacağımı sandığım kanalın haber merkezine editör olarak işe alındığımı öğrendiğimde resmen dünyam yıkıldı. Yazmak yapabileceğim son şeydi. Hem lisede en başarısız olduğum ders haber yazmaktı nasıl yapacaktım. Yok dedim yapamam. Genel yayın müdürümüz bana inandığını ve yapabileceğimi söyledi. Yaptım. Kanalda iki seneye yakın hem muhabirlik hem editörlük, halen bağlı bulunduğum Ege Telgraf Gazetesi’nde de bir sene muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptım. Halen her Çarşamba şu anda okumakta olduğunuz köşeyi yazmaya devam ediyorum.
Sonra döndüm çocukluğuma baktım ve yazmayı öğrendiğimden beri kalemi elimden hiç düşürmediğimi fark ettim. İlk okuldayken hikaye yazma ödevlerinde hep fazla fazla hikayeler yazdığımı, yazmayı ilk öğrendiğimde anneme gün aşırı şiirler yazdığımı, kompozisyonlara sanki üniversite tezi hazırlıyormuşçasına özen gösterdiğimi hatırladım.
Tabi lise döneminde birkaç roman yazma girişimim de oldu onu da atlamamak lazım. Kısacası yazmak aslında benim içimde olan bir şeymiş. Kendimi ifade ediş şeklimmiş, olmazsa olmazımmış. Belki de benim yeteneğim yazmakmış ama ben sıklıkla bilinen yetenekleri aramışım kendimde.
Kimileri yeteneğini erken yaşta keşfeder, kimileri zaten var olan yeteneğini adlandıramaz. Ancak bir gerçek var ki her insanın “iyi” yaptığı bir şey var… Şimdi yeteneği olmadığını düşünen değerli okuyucularıma sormak istiyorum. Bir yeteneğinizin olmadığına emin misiniz?