HEDEFLER NE KADAR GERÇEKÇİ?
Ocak ayında açıklanan Türkiye'nin Ulusal Enerji Planı; rüzgâr, güneş, jeotermal, biyokütle, yeşil
hidrojen gibi temiz enerji türlerinin gelecek vizyonunu ne derecede doğru yansıttığı, Türkiye’nin potansiyeli ile ne ölçüde paralel olduğu, zihinlerde askıda duran soru işareti gibi.
Özellikle planda kömürden enerji üretimine yönelik hedefler kafa karışıklığı yaratıyor.
Ulusal Enerji Planı'nda güneş enerjisinde verilen önem, kağıt üzerinde iddialı görünüyor. Buna göre 2035 yılına kadar, her yıl 3 bin ilâ 4 bin megavat (MW) seviyesinde bir kurulu gücün devreye alınması gerekiyor. Türkiye'nin son beş yılda ortalama bin 200 MW civarında bir kurulu güç artışı yakaladığı, bunun büyük çoğunluğunun da lisanssız santrallerden oluştuğu, mayıs ayı sonu itibarıyla güneş enerjisinde 10 bin MW sınırının yeni aşıldığı akıldan çıkarılmamalı.
YÜZER GES’LERDEN BAHİS YOK
Ulusal Eylem Planı’nda güneş enerjisine yönelik hedeflere yer verilirken, yüzer GES’lere ilişkin tek satır okunmaması, sektörün temel eleştiri konuları arasında yer alıyor.
Barajlı santraller ile göllerin su havzalarında kurulacak yüzer GES’ler, kuraklık nedeniyle üretimi olumsuz etkilenen hidroelektrik santrallerinin yaşadığı sorunu giderecek tek reçete…
Yüzer GES’lerde Türkiye, dünyanın en yüksek 9'uncu potansiyeline sahip. Buna karşılık Türkiye’nin kurulu gücü sıfır noktasına yakın. En başta EÜAŞ’a ait barajların sahalarında önü açılabilecek yüzer GES’ler, Türkiye’nin varlık içinde yokluk çektiği bu alanda hızlıca değer yaratabilir.
Sektör temsilcilerine göre, Ulusal Enerji Planı’nda rüzgar enerjisine yönelik hedefler; Türkiye’nin iddiasını yansıtmadığı gibi gerçekçi de değil. 2035 yılına kadar her yıl bin MW altında yeni kapasite ekleme hedefi, sektör mensuplarına son beş yıldaki kurulumlardan bile daha az bir projeksiyon çiziyor.
DENİZÜSTÜ RES’E 15’TE 1 HEDEF
2035 yılında 29 bin 600 MW'lık rüzgar enerjisi kurulu gücünün 5 bin MW'ının denizüstü (offshore) santrallerden oluşması öngörülüyor.
Böylece Türkiye, 2018 yılındaki başarısız YEKA ihalesinin ardından, ilk kez bu alanda resmi hedefini dünyaya ilan ediyor.
Buna karşılık Türk karasularındaki denizüstü RES kurulu güç potansiyeli, açıklanan hedefin tam 15 katı, yani 75 bin MW.
Karada kurulu RES'lerden çok daha yüksek kapasite faktörlerine sahip offshore santraller; gerek kurulumda gerekse üretimde Türkiye'nin en şanslı alanlarının başında geliyor.
İş dünyasından akademisyenlere kadar herkes, adeta batağa saplanan Çandarlı Limanı'nın kurtuluş reçetesi olan “denizüstü RES üretimine odaklanan bir serbest bölge olma” hedefinin bir an önce gerçekleşmesini bekliyor.
Bu konuda neden yıllardır beklendiği ve harekete geçilmediği ise tam bir muamma.
ÇANDARLI HÂLÂ BEKLEMEDE…
İzmir Kalkınma Ajansı’nın (İZKA) –işi ve görevi olmadığı halde- Çandarlı Limanı için hazırladığı “Denizüstü RES ekipman üretim merkezi” çalışması, geçen sene Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’a anlatılmış ve çok beğenildiği ifade edilmişti. Sayın Bakan, İzmir’de düzenlenen Türkiye Rüzgâr Enerjisi Kongresi’nde (TÜREK) yaptığı konuşmada İZKA’ya bu çalışma için teşekkür etmiş ve projeyi gündemlerine aldıklarını ifade etmişti.
O günden bugüne sektör hiçbir aksiyona tanık olmadı.
ZENGİN ÜVEY EVLAT JEOTERMAL
Ve yenilenebilir enerjinin zengin üvey evladı jeotermal enerji…
Enerji sektörü mensuplarında, kamu otoritesinin jeotermale neden önem vermediği, bu durumun bilinçli bir tercih olup olmadığı sıkça sorulan sorular arasında.
Yaşanan hayal kırıklığı yüksek sesle ifade ediliyor.
Türkiye jeotermal enerji potansiyelinde Avrupa’nın lider, kurulu güç açısından ise dünyanın 4’üncü ülkesi olmasına rağmen, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bu büyük potansiyeli görmezden geliyor. Ulusal Eylem Planı’nda jeotermal ve biyokütle aynı başlıkta değerlendirilirken, bu iki enerji türünde 2030 yılına kadar toplam 5 bin 100 MW kurulu güce ulaşılması öngörülüyor.
2030-2035 yılları arasında ise sıfır düzeyinde artış hedefleniyor.
Gerek yatırım, gerek proses, gerekse kaynak bakımından birbiri ile hiç alakası olmayan iki kaynağın, aynı bohçada değerlendirilmesinin altındaki mantığı anlamak gerçekten güç.
Hedeflerin, üzerinde düşünülmeden ve her iki sektörün görüşü alınmadan yalapşap belirlendiği o kadar belli ki…
HEDEFLERDEKİ DERİN ÇELİŞKİ
An itibarıyla jeotermalde bin 700 MW, biyokütlede ise 2 bin MW seviyesinde olmak üzere toplamda 3 bin 700 MW kurulu güce ulaşılmış durumda. Bakanlığın açıkladığı hedefler dikkate alındığında, iki enerji türünde 2030’a kadar sadece bin 400 MW kurulu güç artışı öngörülüyor.
Kaynakları, disiplinleri, kapasite faktörleri ve baz yük olup olmama gibi özellikleri ile birbiri ile hiçbir benzerlik göstermeyen biyokütle enerjisi ile jeotermali aynı hedef içinde yorumlamak büyük bir hata.
Entegre bir enerji kaynağı olan jeotermal, anaç bir kaynak olarak sadece elektrik üretiminde kullanılmıyor. Konut ısıtmadan turizme, seracılıktan tarım ürünlerinin kurutulması ve jeotermal madenciliğe kadar çok farklı alanlarda da kullanılıyor ve değer yaratıyor.
Sektör mensuplarının ‘Ayaklarımızın altındaki güneşimiz’ olarak tanımladığı jeotermal, Türkiye’nin tüm coğrafyasında olan, birincil enerji kaynaklarımızda dışa bağımlılık zincirlerini koparacak, yenilenebilir enerji kaynakları arasında baz yük olma özelliği taşıyan bir enerji kaynağı.
CİDDİYETİ ANLAŞILMADI
Bu büyük potansiyele rağmen, 2021 ve 2022 yıllarında adeta durma noktasında olan sektör, geçen yıl sadece 15 MW kurulu güç devreye alındı. 1 Mayıs’ta devreye alınan yeni YEKDEM (ya da enerji sektörünün deyişi ile 3. YEKDEM) döneminde, jeotermal yatırımlarının az da olsa ivmelenmesi bekleniyor. Sadece jeotermalde her yıl 350-400 MW kurulu gücü devreye alabilecek kapasiteye sahip bir ülkeye, iki enerji türünde ve gelecek 12 yılda sadece bin 400 MW hedef konulması, konunun ciddiyetinin anlaşılmadığını gösteriyor.
Enerji sektörü, tüm bu çelişkilere ve tutarsız hedeflere rağmen, geleceğinden umutlu.
Çoğu insan, Türk yenilenebilir enerji sektörünün önündeki tüm engellere rağmen, açıklanan hedeflerden çok daha fazlasını yapabilecek kabiliyette olduğunu düşünüyor.
Sektördeki ivmeye ve devinime bakıldığında, bu düşüncenin yanlış olmadığını söylemek mümkün…
Bir diğer beklenti ise çiçeği burnunda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bakraktar’dan olacak. Sektörün yakından tanıdığı ve EPDK’da başarılı işlere imza atan sayın Bayraktar’ın sekreteri, Bakan beyin enerji sektörü temsilcilerinden gelen randevu taleplerini sıraya dizmekte epey zorlanacak gibi görünüyor.
YEŞİL HİDROJENDE GEÇ GELEN VE POTANSİYELİ YANSITMAYAN HEDEF
Ve hidrojen…
Türkiye’nin büyük potansiyel taşıması bir yana, “enerjide net ihracatçı olmasını sağlayabilecek yegâne enerji türü” hidrojen…
Bugün üretimi ve depolaması pahalı olarak görülen Yeşil Hidrojen’in tek kaynağı su.
Yeşil Hidrojen’in Türkiye’nin enerji dönüşümünde önemli rol oynayacağını söylemek zor olmasa da, Ulusal Enerji Planı'ndan ayrı olarak yayınlanan Hidrojen Stratejisi ve Yol Haritası'nda 2030 yılına kadar 2 bin MW, 2035 yılına kadar ise 5 bin MW'lık elektrolizör kapasitesi hedefi belirlenmesi, sektöre “en azından kamunun artık bir hedefi var” dedirtiyor.
Her ne olursa olsun, Türkiye özellikle ulaştırma sektöründe ve tren, gemi, kamyon, TIR gibi ağır ulaşım araçlarında yakıt olarak Yeşil Hidrojen’i kullanma zorunluluğu ortada duruyor.
2050 yılında dünyadaki toplam enerji ihtiyacının yüzde 24'ünün Yeşil Hidrojen’den sağlanacağı tahmin ediliyor.
Hidrojen yakıtlı araçlarda hem benzinli araçlarda olduğu gibi depo hem de elektrikli araçlardaki gibi batarya bulunuyor. İçindeki batarya sayesinde su ve hidrojen moleküllerinden kimyasal reaksiyonlar elde eden araçlar, kendi elektriğini kendi üretiyor.
Üretilen elektrik motora yönlendirilerek hareket sağlanıyor. Atık olarak egzoz gazı yerine sadece su buharı salındığı için de hiçbir şekilde havayı kirletmiyor.
7-8 LT HİDROJEN İLE 1000 KM
Bir binek araç, 7-8 lt hidrojen ile 1000 km’nin üzerinde yol kat edebilecek.
Türkiye, dünya üzerinde Yeşil Hidrojen’i en verimli ve büyük ölçekte üretebilecek ülkeler arasında başı çekiyor. Gerek yurt içindeki su kaynakları gerekse denizlerinde kurulabilecek offshore (Denizüstü) Rüzgâr Enerjisi Santralleri kanalıyla bu üretimi yapabilecek imkânlara sahip.
2022 yılında enerji ithalatına 100 milyar dolar harcayan Türkiye, Yeşil Hidrojen ile enerji ihracatçısı bir ülke olabilir.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in 11 Ekim 2022’de gerçekleşen Almanya ziyaretinde, Almanya Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı Robert Habeck ile imzaladığı Yeşil Hidrojen iş birliği zaptı, bu anlamıyla Türkiye için tarihi önemde. Almanya, Ulusal Hidrojen Stratejisi uyarınca temiz kaynaklardan üretilen hidrojeni önümüzdeki yıllarda hangi sektörlerde ve ne kadar miktarda kullanacağını belirledi. Bu ihtiyacını karşılamak için kendi üretim kaynakları yeterli değil. Bu yüzden Yeşil Hidrojen’i ülke dışından getirmeyi planlıyor. Türkiye, potansiyel tedarikçiler arasında en başta yer alıyor.
Enerji olarak elektrikten çok daha temiz olduğu bilinen Yeşil Hidrojen’le ilgili problemler ise henüz gereken alt yapının hazır olmayışından kaynaklanıyor.
NÜKLEER ENERJİ “TEMİZ ENERJİ” Mİ?
Türk yenilenebilir enerji sektörünün gündeminde bu aralar çok sık nükleer enerjinin sözü ediliyor. Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında enerji bağımsızlığının önemini anımsayan Avrupa’nın pek çok ülkesinde enerji santrallerinden vazgeçiş planları ileri tarihlere erteleniyor.
Hatta hatta, Avrupa Birliği dokümanlarında nükleer enerjinin “yenilenebilir ve temiz enerji” kategorisinde tanımlanması, tartışmaları daha da alevlendiriyor.
Örnek mi?
Finlandiya…
Çevreye verdiği önemle tüm dünyanın gıpta ile izlediği Finlandiya’da Avrupa'nın en büyük nükleer güç santrali Olkiluoto 3, geçen Nisan ayında devreye alınmıştı.
1600 megavat kurulu gücündeki santralin 2009 yılında faaliyete geçmesi planlanırken, ancak artan inşaat maliyetleri nedeniyle ertelenmişti.
Reaktör işletmecisi Teollisuuden Voima (TVO), ünitenin Finlandiya'nın elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 14'ünü karşılamasının beklendiğini ve en az 60 yıl faaliyette olacağını belirtti.
Santrali Fransız ve Alman konsorsiyumu Areva-Siemens’in inşa ettiğini de hatırlatalım.
Bizim Ulusal Enerji Planı’nda ise 2053 yılı “net sıfır” hedefine ulaşmada nükleer enerjiye çok önemli rol biçiliyor.
2035’TE 7,2 GW NÜKLEER
2035 yılına kadar Akkuyu Nükleer Santrali'nin yanında onunla aynı büyüklükte iki nükleer santralin daha devreye alınması ve kurulu gücün 7 bin 200 MW ulaşması planlanırken, 2053'e kadar bu kapasitenin daha da artacağı anlaşılıyor.
Bu alanda, an itibarıyla Rusya’ya yüzde 50’nin üzerinde bağımlı olan Türkiye’nin, doğalgazdan sonra nükleer enerjide de yeni bir bağımlılık zinciri kurmasının altındaki mantık, sektör mensuplarınca tam olarak anlaşılabilmiş değil.
++++++++++++++
HAFTANIN SÖZÜ
Kendi ışığına güvenen, başkasının parlamasından rahatsızlık duymaz.
Victor Hugo