Vergileri sadece kamu bankalarından tahsil etmenin “ilginç” perde arkası…
Birkaç haftadır gündemimde olan ancak zaman ayıramadığımız bir konu var…
Kamu bürokrasisinin bazı uygulamalarına akıl sır erdirmek gerçekten mümkün değil. Halk arasında “yorgun adamı yokuşa sürmek” b...
Abone Ol
// ÖZELLERE SADECE MTV
Son yıllarda dijitalleşme yolunda alkışlanacak adımlar atan Maliye bürokrasisi, en azından vergi yükü altında ezilen mükelleflerinin ödeme işlemlerini çok kolaylaştırmıştı. İnteraktif Vergi Dairesi ekranında kendi sayfalarına giren mükellefler, vergi dairesine gitmeden tüm işlemlerini halledebiliyorlardı. Özel bankalar, Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) sistemine online bağlı kalarak günün 24 saati KDV, Muhtasar, Gelir Geçici Vergisi, Stopaj, Kurumlar Vergisi başta olmak üzere tüm vergi kalemlerinde ödeme alabiliyorlardı.
1 Ocak’tan itibaren bu ödemeler sadece kamu bankaları kanalıyla yapılabiliyor. Özel bankalar ise sadece Motorlu Taşıtlar Vergisi ve yapılandırılması tamamlanmış vergi borç taksitlerinin tahsilatını gerçekleştiriyor.
Mükelleflere yaşatılan zorluklar bununla sınırlı değil.
Elinizde tahakkuk belgesi, cebinizde para ile herhangi bir kamu bankasından içeri girdiğinizde, gişeden işlemlerinizi gerçekleştirmeniz de mümkün olmuyor.
Ödemeler sadece internet bankacılığı kanalıyla yapılabiliyor.
Maliye’nin durduk yerde neden bu uygulamaya başvurduğunu, uzun yıllar Maliye bürokrasisinde görev almış bir profesyonel yönetici büyüğümüze sordum.
// UYGULAMANIN SEBEPLERİ…
“Çok sebebi var” diye çıkıştı hemen…
Birkaç özel bankada, büyük mükelleflerin yüklü vergi ödemelerinde sorun yaşanmış ve yapılan tahsilatlar gecikmeli olarak GİB sistemine aktarılmış. Gecikme cezası tahakkuk ettirilen mükellefler de haklı olarak isyan etmişler.
Önceki uygulamada özel bankalar, vergi ödemelerini kendi hesaplarında en fazla üç gün bekletilebiliyor, üçüncü günün sonunda GİB sistemine aktarabiliyorlardı. Bu uygulamada önce revizyona gidildi ve hesapta tutma süresi bir güne indirildi. Bu da yetmemiş olacak, özel bankaların tahsilat yetkisi tümden iptal edildi.
Böylelikle Maliye, vur deyince öldürmüş oluyor. Birkaç özel bankanın hatasına haklı olarak yaptırım uygulaması gereken Maliye, tüm bankaların tahsilat uygulamasına son veriyor.
“Başka?” dedim, Maliyeci büyüğümüze…
“Para yok” dedi.
Ekonomideki yavaşlama, doğal olarak vergi gelirlerinde öngörülemez düşüşlere, bu durum da bütçe açıklarının ciddi artışlara neden oluyor. 2019 yılında 124 milyar lira açık veren kamu bütçesi; İmar Barışı, bedelli askerlik, Merkez Bankası’ndaki 40 milyar liralık yedek akçenin (yani kefen parasının) bütçeye gelir kaydedilme çözümü olmasa, en az 160 milyar lira açık verecekti.
Maliye’nin can havliyle, tüm vergi gelirlerini kamu bankalarında toplayarak, her an elinin altında olmasını istediği anlaşılıyor.
// GÖREV ZARARLARI BÜYÜYOR…
“Daha başka?” dedim, Maliyeci büyüğümüze…
“İçinden çıkılmaz hale gelen görev zararları” dedi…
Evet, uygulamanın gerekçeleri arasında kamu bankalarının giderek artan görev zararları başı çekiyor…
Ziraat Bankası ve Halkbank’ın görev zararı son 4 yılda ikiye katlanarak 3.6 milyar liraya çıkmış, 2018’de Ziraat Bankası 2.3 milyar lira, Halkbank 1.3 milyar lira görev zararı açıklamıştı. Aynı yıl iki banka da Hazine’ye temettü (kâr payı) aktaramamışlardı.
2019 yılının ilk 11 aylık verilerine bakıldığında, sadece Ziraat Bankası’nın geçen yılki görev zararının 3 milyar lirayı aşacağı görülüyor. Hükümetin konut, taşıt ve tüketici kredilerinde sürekli olarak “en düşük faizi siz vereceksiniz” baskısıyla karşılaşan kamu bankalarının, bu işlerin bedelini zarar ederek ödedikleri görülüyor. Bilançoları biraz olsun makyajlamak için de “tüm vergiler kamu bankalarında toplansın” çözümünün bulunduğu anlaşılıyor.
Peki bu durum, kamunun gelir toplama kanallarını azaltır ve vergi tahsilatına ayrıca darbe vurur mu?
Bütçe gerçekleşme sonuçları yayınlanınca bu sorunun cevabını bulacağız.
Her halükârda, iş dünyasının özellikle de küçük esnafın bu uygulama sonucunda gereksiz iş yüküyle karşı karşıya kaldığını söylemek gerekiyor.
ABD İLE RUSYA ARASINDA PİNPON TOPU MUYUZ?
Türk dış politikası, Mustafa Kemal’in belirlediği “Yurtta Barış, Dünyada Barış” vizyonundan çok uzaklarda; bilinmez ve öngörülmez bir tutumla savruluyor.
Çok değil, daha iki hafta önce bu konuyu işlemiş, “Emperyalizmin ABD’li olanı kötü, Rus olanı iyi mi?” diye sormuştuk. (Ege Telgraf, 20 Ocak 2020) Suriye topraklarında Rusya’nın savaş uçağını düşürdüğümüz, 24 Kasım 2015’ten bugüne aramızda süregelen asimetrik ilişkide neler yapmadık ki…
Özürler diledik, hayatını kaybeden pilotun cenazesini askeri törenlerle gönderdik;
1952 yılından bugüne içinde olduğumuz NATO’yu elimizin tersi ile iterek hava savunma sistemimizi S-400 ile handiyse tamamen Rusya’ya teslim ettik...
// KENDİMİZİ AFFETTİREMEDİK!
Siparişini verdiğimiz ve parasını büyük ölçüde ödediğimiz F-35 savaş uçakları verilmeyince, ABD’nin haksız tutumuna karşılık çareyi Ruslar’ın SU 57 uçaklarında aramaya başladık.
Mersin-Akkuyu’da halen inşaatı devam eden Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) ihalesini Rusya’ya verdik. Bu santralde üretilecek elektriği 2023 yılından itibaren 15 yıl yüksek fiyattan satın alma garantisi verdik.
Türk Akım’dan alacağımız doğalgaza ihtiyacımız yokken, sırf Ruslar’ın gönlünü hoş tutalım diye bu hattı yapmalarına ses çıkarmadık. Rus gazını, Avrupa ülkelerine verdiklerinin iki katına yakın bir fiyatla satın alıyoruz.
Suriye’de PKK-YPG terör örgütlerine destek verdiklerini bildiğimiz ve gösterdikleri halde; ortak devriyeler attık, ittifak halinde olduğumuzu söyledik.
Libya’da da aynı şekilde, Rusya’nın güdümünde bir politika sergileyeceğimiz anlaşılıyor.
Hülâsa, ne istedilerse yaptık…
Sayın Cumhurbaşkanı ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yıl içinde kaç kez yüz yüze ve telefonla görüştüğünün sayısı bile anımsanmıyor.
// PUTİN 2015’TE NE DEMİŞTİ?
Ancak ortada kabak gibi duran bir gerçek de şu:
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2015 yılı Aralık ayında, uçak düşürme krizinden birkaç gün sonra yıllık ulusa sesleniş konuşmasında söylediği maalesef pek çok kez doğrulanıyor…
“Onlara yaptıkları şeyi defalarca hatırlatacağız ve yaptıklarından dolayı defalarca pişman olacaklar" demişti Putin…
Peki ya sonuç?
Rusya’nın emri altındaki Beşar Esat güçleri, İdlib’deki askeri konvoyumuza saldırarak, sekiz askerimizi şehit ediyor ve Rusya’ya tek kelime edemiyoruz.
Derken, okyanus ötesinden ABD yönetimi selam çakmakta gecikmiyor.
Düne kadar Sayın Cumhurbaşkanına en ağır hakaretleri edebilen Trump yönetimi, sözüm ona başsağlığı mesajı yayınlıyor, NATO müttefikliğine vurgu yapıyor, “yanınızdayız” masalları okuyor.
Büyüklere masallara inanan varsa elbette…
Rusya ile kötü olunca ABD’ye, ABD ile kötü olunca Rusya’ya ilişen bir dış politikanın başarı şansı olur mu sizce?
Bıraktım başarılı olmasını, dünyada ciddiye alınır mı?
YÜZYILIN UCUBE PROJESİ “ÇEŞME KANALI”NA HAYIR!
25 Ocak 2020 tarihli Resmi Gazete’yi açanlar gözlerine inanamamıştı.
Çeşme ve Urla sınırları arasında, yarımadanın el değmemiş güney sahillerinde yeni turizm alanları için belirlenmesi için “Acele Kamulaştırma” Kararı alınmıştı.
Dededen, babadan kalma arazilerine bir sabah devletin el koyduğunu gören vatandaşlar, hukuk yollarını zorlayacaklar elbette, ancak sonuç almaları zor görünüyor.
Çok geçmeden işin kokusu çıktı ve Alaçatı ile Urla’nın Zeytineli köyleri arasındaki sahilde marinalar, oteller ve deli saçması bir Çeşme Kanalı’nın yapılacağı anlaşıldı.
Kusura bakmasınlar ama AKP iktidarındaki bu kanal yapma hastalığının sebebini anlamak gerçekten güç. Sayın Binali Yıldırım da bir vakitler Ildırı ile Balıklıova arasında bir kanal açılmasını “seçim vaadi” olarak dillendirmişti. Duyunca, “Galiba o garip esprilerinden birisini daha yapıyor” demiştik ama iş ciddiydi. Yıldırım’a göre, İzmir Limanı’na gelen gemiler, Karaburun Yarımadası’nı dolaşmak zorunda kalmayacaklardı!
Şaka gibi ama savunmaları bu şekildeydi.
// MERAK EDİLEN SORULAR
Şimdilerde Çeşme Kanalı gündemde.
Suudi Arabistanlı yatırım şirketi Albassam İnvest’in; bir iddiaya göre sahibi, bir başka iddiaya göre kreditörü olduğu Yeni Çeşme projesi, hiçbir mantığı olmayan bir içerik taşıyor. Araplara kanal yaparak büyümeyi düşünüyorsak yine hayal dünyasında yaşıyoruz.
Konunun ilk elden muhatabı olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın vatandaşa mantıklı bir açıklama yapması gerekiyor.
Merak edilen sorular şunlar:
Fizibilitesi olmadan, bilgisayar ekranında oyun oynar gibi çizilen bu projeden, Bakanlığın haberi var mıydı?
Madem bölge turizme açılacaktı, yüz yılı aşkın süredir arazisi olan vatandaşlara bu yönde bilgi verildi mi? Kendi arazisine kendi parasıyla tesis yapmak isteyen vatandaşa neden öncelik tanınmadı da elin Araplarına “devlet eliyle gizli kapaklı iş” görüntüsü veren bir yöntem benimsendi?
Birinci derece doğal SİT olan ve çivi bile çakılmayan arazilere, böylesine kapsamlı bir proje yapılacaksa, imar planlarında gerekli revizyonları yapmakla görevli Çeşme ve Urla Belediyeleri ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin neden haberi yok?
// DELİ SAÇMASI BİR KANAL…
Bir de sözde projenin akla ziyan bir tarafı da var…
Bölgeyi biraz bilenler, bugün sörf okullarının yer aldığı ve Alaçatı Port’a bağlanan koyun son derece sığ olduğunun farkında. Projede bu koy ile Mersincik Koyu arasında mega yatların geçeceği bir “Çeşme Kanalı” açma fikri var. Kanalın uzunluğu yaklaşık 3,7 km olarak planlanıyor. Ancak aynı noktaya denizden ulaşmak isteyenler küçük bir yarımadayı dolaşarak 7 km yol kat ederek aynı noktaya ulaşabiliyorlar.
Yani hangi sivri zekâlı, üstüne para vererek, teknesini tehlikeye atarak sığ bir kanaldan koca teknesini geçirmeyi dener?
Kahkahalarınızı duyar gibiyim.
Bu saçmalıkların içinde bana en mantıklı gelen karar, daha önce bu köşede defalarca yazdığım Alaçatı Havalimanı projesinin iptal edilmesi…
Ekrem Pakdemirli’nin adının verilmesi planlanan bu havalimanının, Türkiye’deki pek çok havalimanı gibi ölü yatırıma benzemeden rafa kaldırıldığı anlaşılıyor.
Eee ne diyelim?
Bozuk bir saat bile günde iki kez doğruyu gösterirmiş…