Türk edebiyatının önemli isimlerinden Cemil Kavukçu genç yazarlara tavsiyelerde bulundu. Kavukçu, edebiyatta şöhret olmak y...
Abone Ol
Türk edebiyatının önemli isimlerinden Cemil Kavukçu genç yazarlara tavsiyelerde bulundu. Kavukçu, edebiyatta şöhret olmak yerine kalıcı çalışmalar yapmanın önemli olduğunu söylediCemil Kavukçu, Türk edebiyatında romanları ve öyküleriyle ön planda olan bir isim. Ayrıca, edebiyatımızın hafızasına dair de yazan, konuşan bir isim. Edebiyatımızda son 40 yılın kalıcı ve okunan kalemleri arasında. Kavukçu’ya nasıl yazdığını, çalışma tarzını ve gençlere tavsiyelerini sorduk. Uzun yürüyüşlerin onda yaratıcılığı tetiklediğini ifade eden Kavukçu, öykü yazarken kendine tanıdığını “disiplinsizliği” sevdiğini söylüyor. Yazar, aynı zamanda gençlere de çok önemli tavsiyelerde bulunuyor.
Yazarlar “Yeni kitap ne zaman?” çıkacak diye sorulmasından pek hoşlanmıyorlar genelde ki siz de geçtiğimiz yıl yeni bir kitap yayımlamıştınız zaten ama diliniz öylesine akıcı ve anlatımınız o kadar cezbedici ki, elinizden çıkmış olan kitaplar bir çırpıda okunuyor ve okur olarak biz hadi yenisi gelsin diyoruz. Bu nedenle yeni bir çalışmanız var mı?
Yazdıklarımla ilgili görüşünüz için çok teşekkür ederim. Yeni bir kitap ne zaman ortaya çıkar, ben de bilmiyorum ama bu yıl içinde olmayacağı kesin. En yakın olasılık 2021 diyebilirim. Aylardır üzerine tek sözcük koyamadığım iki yarım öyküm var. Onlar benim değil, ben onların keyfini bekliyorum. Yeni bir kitabım çıktıktan sonra hep böyle oluyor; hatta artık bir şey yazamayacakmışım gibi geliyor ama ben o kitabın atmosferinden çıktıktan sonra yeni öyküler de kapımı çalmaya başlıyor. Bu yazamama durumu birkaç ay, bazen de bir yıl sürebiliyor.
Bir öyküyü yazmanız ne kadar zamanınızı alıyor? Çalışma prensibinizden bahseder misiniz?
En az üç ayımı alıyor diyebilirim. Başladığım ama bir yerde tıkanmış öykülerim eksik olmaz. Arada onları açıp okurum, aralarından biri devam etmemi isterse ona çalışırım. Yakın aralarla birkaç öyküyü bitirdiğim de olur, ama onların aylar öncesinden geçmişleri vardır. Tamamladığım öyküyü on beş günden az olmamak üzere demlenmeye bırakırım. Ondan sonraki okumalarımda eklemeden çok eksiltmelerim olur. Kaleminiz sizden bağımsız olarak sarhoşluğa kapılıp öyküye taşıyamayacağı yükler yükleyebiliyor. Yazarken hoşuma giden ama aslında onların birer yük olduğunu fark etmem için demlenme süreci şart. Belli bir çalışma prensibim yok. Her gün düzenli olarak masa başına oturanlardan değilim. Açık alanları, evi değil dışarısını daha yaratıcı buluyorum. Beni öyküyle buluşturanların biri de uzun yürüyüşlerimdir. Bir sözcük ya da cümle olarak ilk kıvılcım çakıverir. Bunu hemen yazmam gerekir. O kıvılcımın beni değişik alanlara taşıyacağını bilirim. Hiçbir öykümü önceden kurgulamadım, nasıl bir sonu olacağını bilmedim. Masa başına oturunca da çay, kahve, sigara, müzik aramam; sessizlik olsun yeter. Geceleri çalışmam, kitap okur ya da film izlerim.
Roman yazarı olmak ile öykü yazarı olmak arasında ne gibi farklar var, biri diğerinden daha zor ya da kolay diyebilir misiniz?
Öyküyü kurgulamadan yazdığımı, her gün düzenli olarak masa başına oturmadığımı belirtmiştim. Beni öyküye bağlayan, yazılım sürecinde kendime tanıdığım disiplinsizliktir. Nerede, ne zaman, nasıl sonuçlanacağını ve ne kadar süreceğini bilmediğim bir yolculuktur öykü yazmak. Romanın ise kesin ve değişmez olmamakla birlikte önceden belirlenmiş bir yol haritası vardır. Daha işin başında ‘disiplin’ devreye giriyor. Önceden kurgulandığı için (yine de kesin olmamakla birlikte) nerede ve nasıl biteceğini az çok biliyorsunuz. Daha fazla masa başında zaman geçirmeniz gerekiyor. Yazarken öykünün verdiği coşkuyu romanda yaşayamıyorum. Bana göre öyküyü okumak da yazmak da romana göre daha zor. Öykü okurunun roman okuruna göre daha az olmasının nedeni de bu bence.
Öykülerinizdeki karakterler o denli gerçek ki çoğu zaman etrafımıza dikkatlice bakarsak onları görebileceğimizi düşünüyorum, karakterlerinizin bu denli gerçekçi olmasını nasıl başarıyorsunuz?
Yazmadan önce onları hissetmem, hatta karşımdaymışlar gibi görmem gerekiyor. Diyalog yazarken onların seslerini duyar gibi oluyorum. Onlar benim hayalimde var olamazsa okurun gözünde de ete kemiğe bürünemezler diye düşünüyorum.
Lise yıllarında geçirdiğiniz rahatsızlığın ardından yazar olma serüveninizin başladığını ifade ediyordunuz, yazar olmasaydınız bunun dışında bir planınız var mıydı?
Ondan önce ressam olma hayallerim vardı ve başka hiçbir şey düşünemiyordum. Yani planım tekti, onu da gerçekleştiremedim. Çılgın gibi resimler yaptığım dönemdir lise yılları. Edebiyatla ilişkim okur düzeyindeydi o zaman. Ne jeofizik mühendisi ne yazar olmak gibi bir düşüncem vardı. Üniversiteye girdikten sonra tercihimi yapmış ve resimle yollarımızı ayırmıştım. Oradan doğan boşluğu, kendimi avutmak için bir şeyler yazarak doldurmaya çalışıyordum. Hiçbir beklentim ve iddiam yoktu. Sonra şunu fark ettim, ben resim yapmaya devam ediyordum; tuvalin yerini kâğıt, fırçanın yerini kalem, boyaların yerini ise sözcükler almıştı. Bunun bilincine varınca hedefledim yazarlığı.
Sadece yazarlık yaparak geçinmek mümkün mü, eğer bunu yıllar içinde elde ettiyseniz ne kadar zamanınızı aldı? Bunun hayalini kuran genç yazarlara nasıl bir öneride bulabilirsiniz ya da bir öneriniz olur mu?
Çok az sayıda olsa da yazdıklarıyla geçinen, hatta ortalamanın üzerinde gelir düzeyi olan yazarlar var; ama bu istisna yazarak geçinmeyi mümkün kılmıyor. Ben bu azınlığın içinde değilim. Hiçbir zaman edebiyatı (sanatı) gelir getiren bir iş olarak görmedim. Başka bir gelirim olmasa, sadece kitaplarımın telifine kalsaydım çok zorlanırdım. Genç yazarlara önerim şu olabilir; ünlenmenin, çok satmanın değil de edebiyat dünyasında kendilerine kalcı bir yer açmanın hayalini kursunlar, o amaç için çaba göstersinler.
Türkiye’deki okuma alışkanlığını nasıl görüyorsunuz?
Her yıl yayımlanan kitap sayısında artış olmasına karşın nüfusumuza oranlandığında düşük buluyorum. Yine de çocuklardaki okuma isteği ve coşkusu umut veriyor. Bir de şunu gözlemledim; kadınlar erkeklerden daha çok okuyor.
Siz neler okuyorsunuz, nasıl bir okuma alışkanlığınız var? Okumayınca kendisini rahatsız hissedenlerden misiniz? İyi bir yazar olmak için öncelikle iyi bir okur olmak gerekir mi?
Sondan başlayayım, sorunuz yanıtı da içeriyor; iyi bir yazar olmak için önce iyi bir okur olmak gerekiyor. Yazarın düş gücünü ve yaşam deneyimlerini besleyen tek kaynak kitaplardır. Okumaya ne kadar zaman ayırırsak ayıralım, sınırlı ömrümüz bu dev külliyatın çok küçük bir bölümünden yararlandırır bizi. Okumayınca rahatsız olduğum gibi okumaya zaman bulamayacaklarım, hatta benden sonra yazılanları göremeyeceğimden de huzursuzluk duyarım. Gençlik yıllarımda başladığım bir kitabı beğenmesem de bitirmeye çalışırdım. Artık seçerek okuyorum. Değişik türde iki-üç kitap hep elimin altında oluyor. Ara verdiğimde ise çizgi roman okuyorum.
Türkiye’nin en önemli edebiyat ödüllerini almış ve kitapları ardı ardına baskılar yapan bir yazar olarak, edebi açıdan tatmin oldunuz mu yoksa olmayı beklediğiniz yere henüz varamadığınızı mı düşünüyorsunuz?
Yazmayı, varış noktası olmayan bir yolculuğa benzetiyorum. Verilen ödüller beni çok mutlu etti ama onlar olmasaydı da bu yolculuk sürecekti. Hiçbir kitabım için keşke bunu yazmasaydım demediğim gibi, bugün yazsaydım daha farklı yazardım da demedim. İlk kitabım 1982’de yayımlandığına göre yola çıkalı 38 yıl olmuş. Kitaplarımı kişisel tarihimin kilometre taşları olarak görüyorum ve hepsinin yeri çok özel benim için.
Türk ve dünya edebiyatlarını çok iyi bilen bir yazar olarak, bazı yayın evlerinin size son okumaları yaptırdıklarını da biliyoruz, bunun dışında özellikle genç yazarlardan size metinler de geliyordur diye tahmin ediyorum. Yazar olma hevesindekilerin yazma gayretini nasıl buluyorsunuz. Bu konuda çalışan arkadaşlarımıza gelen metinler bazen bıktırıcı olabiliyor, siz ne düşünürsünüz?
Yazmak isteyen ve bu konuda çaba gösteren gençlerin sayısı oldukça yüksek. Onları takdir ediyor ve elimden geldiğince yüreklendirmeye çalışıyorum. Okuyarak edinilen birikimin çok önemli olduğunu göz ardı etmemeleri gerekiyor. Birçok heveslinin yeterince okumadan yazmaya kalkıştığını görüyorum. Ortaya çıkardıkları ürünlerin biricik ve benzersiz olduğunu düşünüyorlar. Yeterince okumuş olsalar benzersiz sandıklarının kendilerinden önce çokça yazıldığını ve çok iyi örnekleri olduğunu görecekler. Genelde kendilerinden yola çıkarak yazıyorlar, başka yaşamlara, dünyalara açılmadıkları için de ellerindeki malzemeyi çabuk tüketiyorlar. Önlerindeki bir başka engel de sabırsız olmaları; hemen başarıya ve üne kavuşmak istiyorlar. Bunu göremeyince küsüp yazmayı bırakıyorlar. Oysa yazmak, yazdıkça kendi sesini bulmak, biçemini oluşturmak azim ve sabır işi.