‘Uğruna’ kavramını düşünmek: Samed Behrengi
"Dediler ki hep çocuk kalsın diye, kendi çocukluğunu Behrengi'ye vermiş adamlar: Cümle toprak Abdi Ağanınsa, şeftali çekird...
"Dediler ki hep çocuk kalsın diye, kendi çocukluğunu Behrengi'ye vermiş adamlar: Cümle toprak Abdi Ağanınsa, şeftali çekirdekleri bizimdir"
Türkiye’de çoğunlukla “Küçük Kara Balık” ve “Bir Şeftali Bin Şeftali” kitabıyla tanınan, İran’ın devrimci kalemi Samed Behrengi’yle ilgi ne yazık ki bir bilgi karmaşası yaşanmaktadır... Behrengi’nin ölüm tarihinden, kardeşlerinin sayısına, ona ait olmayan sözlerin örgütlenmesinden, bir diğer kitabı olan “Kel Güvercinci”nin “Keltoş Kuşçu” diye ahlâksızca basılıp satılmasına kadar! Türkiye’deki en güvenilir Behrengi kaynakçası sayılan, İldeniz Kurtulan’ın “Samed Behrengi’nin Yaşam Masalı” (Akyüz Yayınları, 12. Kitap, Eylül 1989) kitabı da dahil olmak üzere, o kadar yanlış yönlendirme vardır ki... Hem bildiği halde bilgiyi kendine tutanın yaşama karşı ihanet halinde olduğuna inandığımdan; hem de bu konuyla ilgili tartışmalı durumlara son vermek için, birinci ağızdan dinlediğim bilgileri ilgililerle paylaşmak arzumdan bu yazıyı yazıyorum.
Örneğin Behrengi’nin ölüm tarihi ve ölüm biçimi, bir çok kaynakta başka başka bildirilir. Ne yazık ki şimdilerde bir çok kişinin temel kaynakçası durumunda olan Google-Wikipediaya göre Samed Behrengi, 31 Ağustos 1967 tarihinde, 28 yaşında ölmüştür. Oysa ki, İran’da Behrengi araştırması için gittiğim ve evinde konuk olduğum, Samed Behrengi’nin ağabeyi Esed Behrengi, Samed’in 9 Şehriver 1968’de (31 Ağustos 1968) öldürüldüğünü söylemişti bana... Bir çok kişinin -biraz da magazin dünyasının, içimizi sömüren yalanlarıyla olsa gerek- başının taşla ezilip öldüğünü sandığı Samed Behrengi’nin ölüm şeklini sorarken nasıl ter içinde kaldığımı ve acı çektiğimi hatırlıyorum da, sinirlerim bozuluyor bu kaynaksız palavra atıp, insanları yanıltan edebiyat cücelerine... Oysa ki hayır, Behrengi’nin ölüsü 4 günlük aramanın sonucunda, Aras nehrinin kıyısındaki, Şamgulaviç Köyü yakınlarında, bir çalıya takılmış olarak bulunur. Samed’in ölüsünü bulanlardan biri olan Esed Behrengi’nin, kardeşinin başının taşla ezilmediğini ve görüştüğümüzde sürdüğü 73 yaşının tüm ağırlığına rağmen, gözlerindeki nemlenmeyi saklamaya çalışarak, “ölüsü bile ne güzeldi kardeşimin” dediğini hatırlıyorum da, kalbimde tarifsiz bir sızı hissediyorum. Bir tuhaf uydurmaya göre ise; Samed Behrengi Rusya'ya kaçarken boğulmuştur. Diğer bir yaygın söylenti de, İran muhafızları tarafından öldürülüp, Hazar Denizine atılmış olduğu yönündedir. Oysa,ağabey Esed Behrengi’nin anlattıkları hiç de böyle değildir. Samed, nedenini herkesin az çok tahmin ettiği bir kovalamaca sonucu, Aras’ın içinden geçtiği Şamgulaviç Köyü civarında-kimsenin görmediği ve duymadığı (!)- bir çatışma sonucu, ardından ateş edildiğinde kasıklarına iki mermi saplanması sonucu vurulur ve hemen yanıbaşından akan Aras nehrine düşer... Yüzme bilmediğinden ve kan kaybından nehrin coşkun sularına direnemez ve boğularak ölür. İran’da, o dönemi hatırlayanlar, dudaklarının kenarında keskin bir hüzünle, “bir kaşık suda boğuldu” derler Samed için... Samed’in Aras’ta kaybolduğuna dair zehirli bir esinti yayılır Tebriz’e... Samed aniden kaybolmuştur... Ta ki ağabeyi Esed, büyük ablası Zerrintaç’ın eşi Hamit ve devrimci yoldaşı Kazım Sa’adeti tarafından, katillerin kim olduğunu kimselerin tartışmadığı bu kanlı oyunun sonunda ve sadece 29 yaşındayken öldürülen Samed’in ölüsü bulunana kadar...
Esed Behrengi, Hamit ve Sa’adeti ; Samed Behrengi’nin ölüsünü tahta bir tabut içinde Humarlu Köyü’ndeki jandarma karakoluna getirirler. (İldeniz Kurtulan’ın kitabında bu köyün adı Hurmalı diye işaretlenmiştir) Samed’in tahta tabut içindeki cesedi bir valiz gibi köy minibüsünün üzerine iplerle bağlanır...(İldeniz Kurtulan bu tabut yolculuğu için; tabutun bir katıra bağlandığından ve iki gün bir gece yayan yüründükten sonra İlçe Jandarma Bölge Komutanlığına varıldığından söz eder kitabında) Köyde jandarma komutanlığının sağlık memuru, cesedin sadece bir an yüzüne bakıp kapattıktan sonra derhal raporunu yazar; “Suda boğulma”... Minibüs, yolculuğunu sürdürürken, yakın kasabalardan biri olan Keleyber’e varır. Bu kasabada, olayı duyan ve o yöne giden Behrengi’nin yoldaşları minibüsteki tabutu büyük bir üzüntü ve kin duyguları içinde alıp, kendi taksileriyle Tebriz’e götürürler.Tebriz’in girişinde çok daha büyük bir kalabalık Samed Behrengi’nin tabutunu karşılamak için beklemektedir.Dini tören ve kefenleme, ölüsünün bulunduğu Aras nehrinin kenarında yapılan Samed Behrengi, üç gün süren işlemlerin ardından, Tebriz-İmamiye Mezarlığına defnedilir. Şimdi; ağabey Esed Behrengi’nin, “kardeşim 31 Ağustos’ta öldürüldü” dediğine ve cesedin 4 gün sonra bulunduğuna göre Tebriz’e tabutun ulaşması 4 Eylül olmalı... İşlemler için 3 gün bekletilen Samed Behrengi’nin, bu işlemlerden sonra defnedildiğini bildiğimize göre,defin tarihinin 7 Eylül 1968 olması gerek...(İldeniz Kurtulan, defin tarihi olarak,11 Eylül 1968’i işaretlerken, zavallı bilgi kaynağı rolündeki Google-Wikipedia zırvalığı bu tarihi -nereden uydurduysa- 31 Ağustos 1967 olarak bildirir.)
“Balıkların çoğu yaşlandıkları zaman ömürlerini boşu boşuna geçirdiklerinden yakınırlar. Sürekli sızlanır, lanet okur, her şeyden şikayet ederler. Ben bilmek istiyorum; gerçekten de yaşamak dediğimiz şey şu bir avuç yerde yaşlanıncaya kadar dolaşıp durmaktan mı ibaret yoksa dünyada başka şekilde yaşamak da mümkün mü?” (Küçük Kara Balık’tan alıntı)
Bir başka bilgi kirliliği de,Samed Behrengi’nin kardeş sayısı üzerinedir. Birçok sözümona kaynak, Behrengi ve 4 kardeşinden söz eder. Sanki Behrengiler 5 kardeşmiş gibi! Oysa ki baba İzzet ve anne Sara’dan doğan Behrengiler 6 kardeştirler. En büyük abla, Hamit Bey’in eşi Zerrintaç 1931 doğumludur. Zerrintaç’ın ardından Fatma Abla gelir. O da 1933 doğumlu...Sonra 1935 doğumlu Esed Behrengi ve ardından 1939 doğumlu Samed Behrengi... Samed Behrengi’den sonra bir kız kardeş, 1943 doğumlu Rugayye ve ailenin en küçüğü olan 1947 doğumlu ve halen Tebriz’de, asıl mesleği öğretmenlik olduğu halde, soyadından ötürü aldığı baskılar sonucu taksi şöförlüğü yapan Cafer...(Bu ara meraklısı için bir not yazalım bu noktaya. Henüz bebekken ölmüş olan Ekber isminde bir erkek ve Rubap isminde bir de kız kardeşleri varmış Behrengilerin.)
“Acımadan kıydılar yeşiline, dalında öksüz bıraktılar meyveni.
Küçük kara balıklar hiç durmadan okyanuslara ulaşıyorlar, rahat uyu Behrengi.
Hiç birini unutmadık, her sözün aklımızda, gün gibi...”
Bir başka polemik konusu da Samed Behrengi’nin siyasi kimliği ve bu siyasi kimliğine bağlı olarak onun Müslüman bir sosyalist olduğu yönündedir. Hayır, Samed Behrengi liseyi bitirdiği 1957 yılından sonra sempatizanı olduğu, dünyanın en eski üçüncü komünist partisi olan İran Komünist Partisi (TUDEH)’e inanmıştır ömrünce ve mücadelesini bu doğrultuda vermiştir ölene kadar. Ancak gerek bilgi kaynaklarının eskikliği ve gerekse kasıtlı olarak engellenmesi sonucunda Samed’in bu yanı hep tartışılagelmiştir. Elbette ki bu kadar kısa bir yazıda koskoca İran siyasi tarihini anlatamayız ama belki kısacık, özet bir hatırlatma yapabiliriz.
İngiliz sömürgesi konumundaki Kacar Hanedanlığı tarafından yönetilen İran, adaletsiz ve halktan yana olmayan tutumuyla yarattığı toplumsal çürümenin isyana dönüşmesi sonucu, Amerikan destekli Şah Rıza Pehlevi tarafından yıkıldığında, ülke yoksulluktan tüm değerlerini kaybetmiştir zaten. Şah dönemi başlamıştır artık. Ancak,Ortadoğu’da ABD emperyalizminin jandarmalığını yapacak olan yeni İran’da da halk için değişen çok şey yoktur. Şah döneminde yaşanan baskılar ve sömürü halkın daha büyük tepkisine neden olur. Bu tepkiyi duyanlardan biri de Samed Behrengi’dir. İran halkı 1963 yılında kendiliğinden oluşan bir ayaklanmaya tanık olur. Bunun sonunda Şah, katliamlara başlar. Kanlı ve içinde Behrengi’nin de yaşamıyla bedelini ödeyeceği bir tarih başlamıştır aslında...İran’daki bu silahsız ayaklanmada 10 kişiyi katleder Şah’ın askerleri. Olanların karşısında her dönemde ezilen ve artık canına yetmiş halk da silahlanır. Bunun üzerine çok sıkı bir sansür, işkence ve baskılar dönemi başlar. 1963 katliamından sonra İran’daki “Halkın Fedaileri”, “İran Halkının Kurtuluş Ordusu” ve “Halkın Ezeli İsteği” örgütleri birleşerek “Halkın Fedaileri Örgütü”nü kurarlar. İran’da gerilla hareketi hızla büyür. Ta ki İran şahını yıkana kadar... Hiç kuşku yok ki; dönem, Küba, Vietnam, Kongo gibi bağımsızlık hareketlerinin dünyayı etkilediği bir dönemin heyecanıyla harmanlandığı bir dönemdir. Bu kalkışmanın üstüne, silahsız binlerce göstericinin eylemlerinin vahşice bastırılmasının doğurduğu nefret duygusu da, genç kuşak üzerinde son derece etkili olmuştur. Humeyni sürgün edilmiş, ilk raundu Şah kazanmıştır. Yeni ve kendi siyasi kimliğini arayan direniş, öncelikle; "Biz Marksist felsefeye ve özellikle din konusundaki düşüncelerine 'hayır' diyoruz. Fakat Marksist sosyal düşünceye ve özellikle de onun feodalizm, kapitalizm ve emperyalizm tahliline 'evet' diyoruz"düşüncesi çevresinde toplanırlar. Yani en kaba tanımıyla “Müslüman bir Marksizm” tartışılmaya başlar İran devrimcileri arasında...
Şah yönetiminin dini maske ederek, İslam ve devrimin aynı yerde olamayacağı savını örgütleyip, bağnaz din cahili olan insanları kendi boyunduruğu altında tutma çabasına karşın, yeni muhalif kuvvet bir bildiri yayınlar. Tarihe "Rejimin Son Suçlamalarına Cevap" (Pasoh Be İtihamat-e Ahir-e Rejim) başlığıyla geçen bu ilginç bildirinin bir bölümünü okuduğumuzda, o dönem İran’ının nasıl bir siyasi karmaşa içinde olduğunu daha iyi anlarız.
“Şah devrimci İslamdan korkmaktadır. İşte bu yüzden bir Müslümanın devrimci olmayacağını sürekli haykırmaktadır. Onun zihniyetine göre bir kişi ya Müslümandır ya da devrimci; ikisi bir arada bulunamaz. Halbuki gerçekte bunun tam tersi doğrudur, bir insan ya devrimcidir ya da gerçek bir Müslüman değildir... Rejim var gücüyle Marksistler ve Müslümanlar arasında bir uçurum yaratmaya çalışıyor. Bizim görüşümüze göre tek bir asıl düşman vardır: Emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri. SAVAK'ın kurşunları, SAVAK'ın işkenceleri ve SAVAK'ın cellatları Müslümanlar ve Marksistler diye bir ayrım yapmamaktadır. Sonuçta, mevcut durum devrimci Müslümanlar ve devrimci Marksistler arasında organik bir birliği doğurmaktadır. Niçin? Elbette, İslam ve Marksizm aynı şey değildir. Ancak, İslam kesinlikle Marksizme Pehlevizm'den çok daha yakındır. İslam ve Marksizm aynı şeyi öğretmektedir, çünkü her ikisi de zulme karşı mücadele etmektedir. İslam ve Marksizm aynı mesaja sahiptir. Her ikisi de şehadeti, mücadeleyi ve kendini feda etmeyi ilham etmektedir. İslam'a kim daha yakındır? Amerikan emperyalizmine karşı savaşan Vietnamlılar mı, yoksa emperyalizmle işbirliği yapan Şah mı?”
Samed Behrengi bu siyasi karışıklık içinde, Halkın Fedaileri Örgütü’nün bir çok eylemine katılmış olsa da, o daha çok kalemiyle savaşmıştır. Müslüman bir Marksizme inanmayan Samed, çocuk kitaplarındaki dengeye ve tekliflerine baksak bile, enternasyonalizme inanmış bir Marksist devrimciydi diyebileceğimiz bir yazardır.
Koyu bir sansürün, kültürel ve ahlaki yozlaşmanın ve toplumsal kirlenmenin hızlandırıldığı Şahlık rejiminde, Behrengi yalnızca rejimi eleştirmez, rejimi ayakta tutan kültür adamlarını da makalelerinde sıklıkla ve çok ağır bir şekilde eleştirir. Behrengi’ye göre bu “batılılaştırılmış” kültür adamlarını eğitiminden geçen lise ve üniversite öğrencileri de aynı kirlenmeyle karşı karşıyadırlar. Ve buralardan mezun olacak nesiller de aynı şekilde toplumun tümünü kirletecektir. Behrengi’ye göre modern burjuvaziyi oluşturan bu burjuva bireylerin tek yaşam amaçları kendilerinin ve ailelerinin gereksinimlerini sağlamak ve hiçbir toplumsal dönüşüm eylemine karışmamakla sınırlıdır.Bu burjuva kültürüne hapsolmuş bireyin çevresi şöyle biçimlenmektedir:
“Dünya görüşleri, evin dört duvarı, eş ve varsa çocuklarıyla; yolları da idare ve evleriyle sınırlıdır.Güçleri midelerini doldurma ve buna ilişkin çabalara harcanmakta ve bütün bunların sonucunda yüzeysel ve tutucu insanlara dönüşmektedirler.” ( Prof. Dr. Brad Hunsen’in “ Samed Behrengi, Al-i Ahmed, ve Ali Şeraiti’nin Bakış Açısıyla İran’da Batıcılık” adlı İncelemesi, Ekin Yayınları, 1998, s.261)
Behrengi yazdığı öyküleriyle çocukların, sistem tarafından uyuşturulmuş yaralı ve hastalıklı bilincini namuslu her öğretmen gibi uyarmaya, onlara “başka türlü de olabilir” düşüncesini öğretmeye çalışmıştır. Ancak toplumların kurtulması için bilinç yeterli olmayacak, bir de bunların pratiğe dökülmesi gerekecektir Behrengi’ye göre... İşte tam da buna inandığı için masallar yazar Behrengi...
“Artık, çocuk edebiyatını kuru, donuk, öğüt ve telkinlerle sınırlamamızın vakti geçmiştir. Çocuklar; onları bencillik batağına çeken, mucizevi kurtuluşlara inandıran, boş ve gevşek temellere dayalı hayallere yönlendiren beklentilerinden uzaklaştırılmalı ve o ilk ümidin yerine, toplumsal gerçeklerle, bunlara karşı direnmeyi öğrenme temeline dayalı, başka türlü bir ümit aşılanmalıdır.”
Behrengi biliyor ve inanıyordu ki; çocuklar, eğer doğru eğitilirlerse, yaşları oranında ilgi alanları genişletilerek her şeyi net olarak kavrar hale getirilebilirler. İşte bu nedenle Behrengi, çocukların yazdığı masalları sadece hoşlanmak ve iyi vakit geçirmek için okumalarını istemez. Çünkü okumak, bireyin öncelikle kendi benliğini keşfetme sürecidir. Beraberinde toplumsal değişimin de önünü açacak olan bu süreç, Behrengi için her şeyden çok daha önemli ve önceliklidir. Bakın ilk kitabı “Ulduz ve Kargalar”da nasıl konuşturur kargasını:
Yavrularını beslemek için sabun ve balık çalan kargaya Ulduz, “hırsızlık günah değil mi” diye sorar? Karga şu cevabı verir:
“Günah da ne demek? Benim ve yavrularımın açlıktan kırıldığı bir zamanda hırsızlık yapıp, onları beslemem mi günah? Ben ve yavrularım aç kalırsak, açlıktan ölürsek, işte asıl günah o zaman olur. Yani aç bırakılmaktır asıl günah olan. Asıl günah, bir yerde gıda savurganlığı varken gıdasızlıktan ölmektir senin anlayacağın” (Ulduz ve Kargalar)
Behrengi ; kaldırımlarda aç dolaşan, yoksul, evsiz barksız çocukları adam yerine koymayan, okula dadılarıyla ve özel arabalarıyla giden, çalışan çocukları küçümseyen, arabasına kurulup camdan dışarıya alaylı bakan varlıklı ailelerin çocuklarının yazdığı masalları okumasını istemediğini söyler bir yazısında... Ancak yaramaz ve kendini beğenmiş çocukların, bu kötü huylarından vazgeçerlerse, bu masalları okuyabileceğinden de söz eder. “Büyükler de okuyamaz benim masallarımı” der tersinleme yaparak, “çünkü onlar öylesine dağıtmışlardır ki kendilerini para kazanacağım derdine,bu öyküleri anlayamazlar.”
Behrengi de en az kendisi kadar inançlı, en az kendisi kadar devrimci Küçük Kara Balık gibi kendini toplumundaki eğrilikleri düzeltme uğruna feda etmiştir. Behrengi’nin masalları, sahte kahramanlara, toplum hainlerine, işbirlikçilere inanmayı değil, kendi yaşadıkları gerçek hayatı ve toplumu daha güzel günler için değiştirecek tek kuvvet olarak gördüğü çocuklara ulaşmış, onlara “değiştirme kuvvetinin kendilerinde olduğunu anımsatmasıyla” sonsuzluğun kapılarını açmıştır. “Uğruna” kavramını onun kadar güzel anlatan kaç yazı insanı vardır şu dünyada, bilmem?
“Evet çocuklarımız her şeyi anlarlar. Dünyayı, dünyadaki her şeyi, her şeyin devinimini, anlamsızlığı, kendi için olmayı, toplumu için olmayı, Tanrı için olmayı bile... Kendileri özgür olmadıkları için özgür ve özgün eserler ortaya koyamayanların en büyük iktidarı, kendi korkularıdır. Dünyanın ekolojik, siyasal, coğrafi ve ekonomik bir felakete her geçen gün daha çok gömüldüğü bu yüzyılda, artık gerçeği konuşmak, yazmak ve yaşamaktan başka çıkış yolumuz yok. Bunun için de önce çocuklarımızı kandırmaktan ve onları uyutan emzikli kitaplardan vazgeçmeliyiz. Çünkü çocuklar, içimizdeki direnme azminin en derin kökleridir.”