Türk milli eğitim sisteminin karnesi: Sınıfta kaldı!

Eğitim sisteminin son yirmi senede adeta yaz-boz tahtasına çevrildiğini biliyoruz. İlkokula başladıktan sonra, aynı sistemle mezun olan tek bir çocuğumuz yok. Bu durum, toplum kesimleri tarafından çok...

Abone Ol
// YARI BAŞARI ORANI BİLE YOK Bu yıl 2 milyon 300 bin gencin katıldığı, bunların 881 bininin lise son sınıf öğrencisi olduğu YKS’nin ilk ayağı olan Temel Yeterlilik Testi’nde (TYT) gençlerimiz yarı başarı oranını dahi yakalayamamış. Adı üstünde kişinin en temel bilgilerdeki yeterliliğini ölçen testte, gençlerimize 40 Türkçe soru sorulmuş, ortalama doğru yanıt sayısı 14.29’da kalmış. TYT’nin dışında daha tematik alanlardaki test sonuçları tam bir facia. Doğru yanıt ortalamaları sosyal bilimlerde 20 soruda 7.79; temel matematikte 40 soruda 5.56, fen bilimlerinde 20 soruda 2,67. YKS sınavının ikinci ayağı olan Alan Yeterlilik Testi’nde (AYT) de durum daha da kötü. Matematikte 40 soruda ortalama doğru yanıt sayısı 7.58; fizikte 14 soruda 1.08; kimyada 13 soruda 1.14; biyolojide 13 soruda 1.31; Türk dili ve edebiyatında 24 soruda 4,8; tarih-1'de 10 soruda 1.44; tarih-2’de 11 soruda 1.58; coğrafya-1'de 6 soruda 1.58; coğrafya-2’de 11 soruda 2.73; felsefe grubunda ise 12 soruda 2,3... // GERİLEME DEĞİL, ÇÖKÜŞ! Bugüne kadar pek çok farklı ad altında yapılan yüksek öğretime geçiş sınavlarındaki başarı oranlarının her geçen sene düşmesi de ayrıca dikkat çekici. 2012 yılında Türk dili ve edebiyatında ortalama doğru yanıt sayısı yüzde 42 iken bu yıl oran yüzde 20’ye düşmüş. Biyolojide 2012’de yüzde 33,6 olan ortalama doğru yanıt oranı 2020’de yüzde 10.07’ye, kimyada yüzde 32.90’dan yüzde 10.89’a, fizikte ise yüzde 32.63’ten yüzde 7.73’e gerilemiş… Düzeltiyorum, “gerilemiş” kelimesi durumu anlatmakta kifayetsiz kalıyor. Sonuçları “çöküş” kelimesi ile anlatmak çok daha doğru. Bu seviyedeki bilgi ortalamasıyla üniversitelerin kapısına dayanan gençlerimize, dört sene sonra verilen diplomanın ne kadar kıymeti harbiyesi olur, siz düşünün… AKP hükümetinin en başarısız olduğu alanların başında eğitim geliyor. Sayın Cumhurbaşkanı da pek çok konuşmasında bu gerçeği itiraf ediyor. LGS’de, üniversite sınavlarında, fen bilimlerinde, PISA ve Bologna gibi uluslararası saygınlığa sahip endekslerde hâlimiz ortada. Demek ki iş; bina yapmakla, akıllı tahta koymakla (ki FATİH projesi de büyük fiyaskodur), okullara mescit açma yarışına girmekle olmuyor. Önce eğitimcinin uluslararası ölçüde eğitimi, sonra maddi-manevi olanakları ile saygın bir öğretmenlik mesleği ve o saygıyı göstermekle mükellef bir öğrenci topluluğu… Bunların olmadığı bir sistem, ancak Türkiye kadar başarılı olabiliyor. // GURUR (!) DUYABİLİRİZ Yutkunmaya, sorunları yokmuş gibi göstermenin anlamı yok. Manzara ortada. Hepimiz eserimizle gurur duyabiliriz. Koca bir gençlik elimizden kayıp gidiyor. Bu çocukların gelecekte mesleksiz, işsiz, vasıfsız, umutsuz ve kaybedecek bir şeyi kalmayan bireyler olarak hangi sosyal patlamaların fitilini ateşleyeceklerini kestirmek güç değil. Sınıfta kalmanın olmadığı, öğretmene sağını kalmadığı bir sistemde, geleceğini şekillendirmede iddia sahibi gençleri yetiştirmemiz mümkün değil. Bu sistem diplomalı ama donanımsız gençler ürettiği müddetçe; işverenlerimiz nitelikli işgücü aramaya, gençlerimiz kahvehanelerde oturmaya, devlet büyüklerimiz de talimatla istihdamı artırmaya devam eder. Kusura bakmayın; memleketin hâl-i pür melali bu…  

KARDEŞ ELİ DERNEĞİ’NİN CEVABINA CEVABIM…

Ege Telgraf’ın 14 Ağustos tarihli sayısının 9’uncu sayfasında, Kardeş Eli İnsani Yardım Derneği tarafından gönderilen tekzip metni yayınlandı. 27 Temmuz tarihli “Yine kurban vurgununun ayak sesleri mi işitiliyor?” başlıklı köşe yazım üzerine gönderilen tekzip metnini, yanıt hakkına duyduğumuz saygı gereğince yayınladık. Kısa bir hatırlatma: Bahse konu yazımda, aralarında Kardeş Eli Derneği’nin de bulunduğu bazı dernek ve vakıfların yurt dışında kurban kesme adı altında vatandaştan para topladıklarını, ulusal TV’lerin en fazla izlenirlik oranına sahip prime time kuşaklarına reklam verdiklerini, yurt dışında kurban kesimi için bir hisse bedelinin 485 TL olduğu gibi pek çok bilgi aktarmıştım. (Bknz, Ege Telgraf 27 Temmuz 2020) // KÜÇÜK BAŞ KURBAN HİSSESİ Mİ? Kurbanlarını vekalet ile kestirmek isteyen vatandaşların; Kızılay, Mehmetçik Vakfı, LÖSEV, Darüşşafaka gibi kurumlara başvurabileceğini de belirtmiştim. Dernekten gönderilen tekzip metninde “Kurban bedelleri Türkiye için 1.250 TL olup, yurtdışında kurban olarak bağışlanacak hayvanın cinsine göre 485 TL ve 585 TL tutarında bağışlar kabul edilmektedir” deniliyor. 45 yaşıma geldim, bu derneklerin yayınladıkları reklamları izleyene kadar, küçük baş hayvanların da hisseli şekilde kesildiğini hiç duymamıştım. Bu konuya, herkese laf yetiştiren, her soruya verecek bir cevabı olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, tatmin edici bir yanıt vermesi gerektiğini düşünüyorum. Ve en önemli soru: Neden yurt dışında ve haritada yerlerini bile gösteremeyeceğimiz ülkelerde kurban kesiyoruz ya da yardım dağıtıyoruz? Bize ne! Pandemi dönemine kadar mevcutta 4 milyon işsiz insanımıza, bugün Kısa Çalışma Ödeneği ve İşsizlik Ödeneği kapsamında olan en az 5 milyon insanımız eklendi. // HZ. PEYGAMBER NE DİYOR? Kamu kayıtlarında işsiz olarak görünen 9 milyon insanımıza, “İş aramaktan umudunu kestiği için işsiz sayılmayan insanlarımızın sayısı” dâhil değil. Onları da ekleyince nüfusumuzun 10 milyondan fazlasının işsiz durumda, gerçek işsizlik oranının ise yüzde 25 olduğu anlaşılıyor. Bu insanlarımıza acil olarak yardım etmek varken Bangladeş’te, Arakan’da, dünyanın bilmem neresinde muhtaç durumda olan insanlardan bana ne? Peygamberimiz Hz. Muhammet “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyor. “Yanı başındaki komşun açken, çaresizken, işsizken, çocuğuna harçlık verememenin yutkunmasını yaşarken; kurban bağışını ya da zekatını adını ilk kez duyduğun dernekler aracılığıyla tanımadığın ülkelerde tanımadığın insanlara ver” demiyor… Hülâsa, önce kendi insanımıza yardım edelim. Sağ elimizle verelim, sol elimize göstermeyelim… Ve madem laf açıldı, gururla ifade edeyim: // BAĞIŞIM DARÜŞŞAFAKA’YA Kurban bağışımı bu sene Darüşşafaka Cemiyeti’ne yaptım. Annesi ve babası hayatta olmayan, gelir seviyesi düşük çocuklarımızı sinesine alarak, ilkokuldan üniversiteye kadar yetiştiren Darüşşafaka Cemiyeti; Atatürk devrimlerine ve Cumhuriyet ilkelerine sıkı sıkıya bağlı, aklı ve bilimi rehber edinen öğrenciler yetiştiriyor. Bu bağışla, Karşıyaka’daki evimin yakınında sonsuz uykusunda uyuyan Atatürk’ümüzün annesi, “En büyük Türk Anası” Zübeyde annemizin vasiyetine de küçük bir katkıda bulunmuş oldum. İmkânı olan tüm okurlarımı, Kurban bayramı falan dinlemeden Darüşşafaka’ya bağışta bulunmalarını ve bu vicdan rahatlığını tatmalarını dilerim.  

BİR ASKERİ SANAT ESERİ: BÜYÜK TAARRUZ…

Türk Milleti’nin topyekûn emperyalizmle mücadelesinin adı, 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz ile başlayıp, 30 Ağustos’ta Büyük Zafer ile sonuçlanan savaştır. Mustafa Kemal’in önderliğinde başarıya ulaşan Türk Kurtuluş Savaşı, elbette büyük kahramanlık öyküleri içerir. Ancak dünya harp tarihinde özgün bir yere sahip olan bu savaşın en belirgin özelliği, şapka çıkarılacak bir askeri taktik başarısı olmasıdır. Bugün pek çok ülkenin harp okullarında ders notları arasında yer alan Büyük Taarruz, Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın deyişi ile “bir askeri saanat eseri”dir. 26 Ağustos 1922 sabahı gün doğmadan Türk topçusu ve süvarilerinin düşmana ölüm kusturan o akıl almaz taaruzu, 9 Eylül 1922’de İzmir’de sonlanacak ve bir ulusun tarih sahnesinde yeniden yer alışını dünyaya haykıracaktır… Topçularımızın başarısının altındaki imza sahibi İsmet Paşa, 1973’te TRT’ye verdiği röportajda şu şekilde analiz etmektedir Büyük Taarruz’u: // BİR MEYDAN MUHAREBESİ… “Birbirine eşit iki ordu. Takriben eşit iki ordu, karşı karşıyadır. Sayıca takriben eşit diyorum. Tabiatıyla Yunan ordusunun bütün dünya ile geniş ve rahat münasebetleri var. Her ihtiyacını, her silahı, her hazırlığı, vasıtayı kolaylıkla bulabiliyor. Biz ihtiyaç vasıtaları bakımından çok dardayız. Dünya ile münasebetimiz yok, bütün memleket askeri işgal altında… Yunan ordusu kıymetli bir ordudur. Ve kuvvetli bir ordudur. Her yerde ciddi olarak muharebe etmiştir. Ve her muharebeyi kazanması, kaybetmesi gibi, her kıymetli ordunun başından geçen olaylar içinden geçmiştir… Bu ordu ile meydan muharebesi verilecek. Kesin netice alınacak. Bu ordu ile siper muharebesi yapacağız. Siper muharebesi, Birinci Cihan Harbi’nin çıkardığı bir muharebe usulüdür. Bunda kesin netice, yani bir ordunun ötekini mahvetmesi neticesi hiçbir yerde alınmamıştır. Büyük askeri yazarlar, büyük kumandanlar siper muharebesi devrinde galip gelen ordunun öteki orduyu bir daha muharebe edemeyecek hale getirmesi için nasıl hareket etmesi, nasıl vurması lazım geldiğini, seferlerin nihayetine kadar aramakla meşgul olmuşlardır. Ve bulunmamıştır. Bu bulunmamış tılsımı biz Anadolu’da, burayı istila eden orduya karşı her suretle eksik ikmal ve yenileme imkânlarına rağmen sağlayacağız… Bu meydan muharebesi neticesinde bir ordu mahvedilmiştir. Böyle bir misal yoktur. Bütün Cihan Harbi’nde, iki cihan harbinde böyle bir misal yoktur. Bu eser, bu kadar ciddi, bu kadar nadir bir askeri sanat eseridir.” // “YUNAN GALİP GELSEYDİ…” 30 Ağustos Zafer Bayramı, son yıllarda adeta unutturulmak istenen, hatta bazı belediye başkanları tarafından “Toplumun küçük bir kısmını ilgilendiriyor” denilerek küçümsenmeye başlanan bir milli bayram… “Yunan galip gelseydi daha iyi olacaktı” diyen, onlara alkış tutan ve kendi tarihine yabancılaşan soysuzlara elbette kulak kabartacak değiliz. Ama 26 Ağustos’u ve 30 Ağustos’u da asla unutturmayacağız. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bu taaruzu gerçekleştiren tüm komutanlarımızı saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. Zafer Bayramı’mız kutlu olsun…

“TRAŞ EYLEMİ”NE BENDEN TAM DESTEK…

Yanlış anlaşılmak istemem, kimsenin dış görünüşüne ya da giyim tarzına bakarak yargıda bulunmak gibi bir niyetim yok. Ancak –eminim siz de farkındasınızdır- son yıllarda erkeklerde giderek yaygınlaşan bir sakal bırakma hastalığı var. Hem de en biçimsizinden. Özellikle de gençlerimizde… Bu yıl bir etkinlik için yolumu düşürdüğüm Ege, Yaşar ve Adnan Menderes üniversitelerinde de aynı durum dikkatimi çekmişti. Erkek öğrencilerin hemen hemen tümü sakallıydı. Geçmiş yıllarda sakal bırakmak erkeklerin bakımsızlık göstergesi gibi algılanırdı. Ben de bu nedenle birkaç sene topsakal bırakmıştım. Bugün ise sakal, toplumda adı konulmamış değişimin simgesi gibi görülüyor . Yakında resmi üniforma içindeki askerleri ve polisleri de sakallı görürsek şaşırmam. // GENÇLERE AĞABEY ÖNERİSİ Dilini döndürecek bilgiye ve cesarete sahip olmadığı için; sakalının, bıyığının kırpılma şekliyle yaşama bakış açısını anlatmaya çabalayanlara gülün geçin. Ama sokaklarımızın giderek Arap-Ortadoğulu bir ülke görüntüsü aldığını söylememe izin verin. Sosyal medyada “Traş Olun” etiketi ile yayılan kampanyayı gördüğümde, yürekten bir destek göndereyim dedim. Özellikle de genç arkadaşlarıma iyi niyetli önerim şu: İmkânınız oldukça traş olun. Bu sizin için bir maliyet unsuru değil. Kişisel bakımınıza önem verin. Saçınız sakalınız düzene girdikçe, filinta gibi gezdikçe hem asık suratlarınız bir nebze gülecek hem de iş bulmanız kolaylaşacak. Benden söylemesi… HAFTANIN SÖZÜ Zorluklar, zamanında yapmamız gerekip de yapmadığımız kolay şeylerin birikmesi ile oluşur… Henry Ford