Türk edebiyatının karanlık 33 yılı – 16
ZANGOÇ - MOLLA SIRAT KAPIŞMASI – 2
ZANGOÇ - MOLLA SIRAT KAPIŞMASI – 2
GÖKYÜZÜNE SIKILAN MERMİ: TÂRÎH-İ KADÎM
İnsan kılığındaki hayvanlar tarafından Sivas Madımak’ta diri diri yakılan büyük incelemeci Asım Bezirci; Devrimci Sanat ve Kültür Kavgasında Militan adlı derginin, Ağustos-Eylül 1975, 8 ve 9. sayısında yayımlanan, “Tevfik Fikret’in Toplumcu Şiirimizdeki Yeri” başlıklı uzun yazısında Fikret’in dönüşümünü anlatırken der ki;
“Tevfik Fikret’in (…) 1900'ü izleyen yıllarda yazdıklarıyla sosyalizme -hiç değilse, ütopik sosyalizme- yaklaştığı inkâr edilemez (…) Gerçi Serveti Fünun döneminde yazdıkları çoğunlukla bireysel nitelik taşır, hayata ve topluma uzak kalır, imge ve duyguya dayanır (…) ama başından beri onda “insancı” (hümanist) bir acıma ve sevgi bulunur. Fikret yoksullara, düşkünlere, çaresizlere yakınlık duyar.”
Evet, Fikret’in şiirlerini inceleyen herkes, dizelerin arasından el sallayan ‘hümanizmi’ görür ama onun -ütopik de olsa- sosyalist olduğunu söylemek güçtür bana kalırsa. Çünkü sosyalist düşünce, tarihsel gelişime üretim, mülkiyet ve sınıf ilişkileri pencerelerinden bakarak çözüm arar. Bu, sosyalist düşüncenin temel felsefesidir. Oysaki Fikret’in böyle bir bakış açısının olduğunu söyleyemeyiz. Fikret’in ‘sosyalistliği’; sömürü, haksızlıklar, baskılar, savaş gibi uç veren toplumsal çıbanlara karşı kişisel bir feryattır daha çok. Ne diyordu 1899’da yazdığı “Balıkçılar” şiirinde şair:
“- Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder
Bugün açız yine; lakin yarın, ümid ederim
Sular biraz daha sakinleşir... Ne çare, kader
- Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim
Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur
Zavallıcık yine kaç gündür işte hasta
(…)
- Yarın yavrucak nasıl gidecek
Şafak sökerken o, yalnız, bir eski tekneciğin
Düğümlü, ekli, çürük ipleriyle uğraşarak
İlerliyordu; deniz aynı şiddetiyle şırak -
Şırak döğüp eziyor köhne teknenin şişkin
Siyah kaburgasını... Ah açlık, ah ümid”
Kaderden söz eden bir sosyalist olur mu?
Bir de şairin, 1899 yılının Şubat ayında, Balıkesir bölgesinde yaşanan ve 14 kişinin öldüğü, büyük hasara yol açan deprem ve kış günü sokakta kalan depremzedeler için yazdığı “Verin Zavallılara” şiirine göz atalım mı? (Bu şiir, 10 Mart 1899 tarihli Servet-i Fünun dergisinin 365. sayısında yayımlanmıştır.)
“Bu levha kalbimi tahrik içinse kâfidir, (*Bu görüntü kalbimin sızlaması içinse yeterlidir)
Tasavvur eyliyemem bir yürek, velev münkir, (*Düşünemem bir yürek, inkârcı hatta kirli)
bile olsa (*Bile olsa)
Velev haşîn ü mülevves, ki böyle bir hâli (*Mümkün değildir hiçbir yürek böyle bir durumu )
Görüp de sızlamasın!... (…) (*Görüp de sızlamasın)
Derin, iniltili çarpıntılarla sîne-i hâk (*Toprağın sinesi derin ve iniltili çarpıntılarla)
Teessürâtım söyler bu levh-i âlâma; (*Üzüntülerimi söyler bu elemlerle dolu tabloya)
Sizin de kalbiniz elbet acır, değil mi? Verin, (*Sizin de kalbiniz elbet acır, değil mi? Verin)
Verin şu dullara, yoksul kalan şu eytâma (*Verin, şu dullara, şu yoksul kalan yetimlere)
Verin enînine gaayet şu bir yığın beşerin!...” (*Bu bir yığın insanın acıklı hâlini görün ve yardım edin)
Tevfik Fikret, bu şiirinde de, bir felaket durumundan söz ederken, şefkate dayalı elbirliği ya da imeceden daha öncelikli olarak, ‘merhamet, acımak’ gibi imgeleri kullanmıştır. Seslenişinde de, toplumsal bir davetten çok, içi acıyan ‘birinin’ çığlığı dikkat çekmektedir.
Asım Bezirci’ye göre, Fikret’te gördüğümüz bireysel acımalar, zamanla toplumsal bir başkaldırıya dönüşmüştür. Başkaldırı? Bundan çok emin değilim ben. Başkaldıranın bir önerisi olmaz mı? Fikret’in ‘hümanist’ dizeleri arasında -bence- böylesi bir öneri yoktur. Daha çok düzyazı şeklinde dizeler yazan Fikret, tartışma kaldırmayacak kadar büyük ve son derece etkileyici şiirler üretmiştir ama başkaldıran dizelere ulaşmasına kısa bir zaman daha vardır bana kalırsa.
Birçok incelemecinin Tevfik Fikret’in ‘başkaldırısına’ örnek gösterdiği “Sabah Olursa” şiiri bile bence bu kapsamda değerlendirilmemelidir. 1905 tarihinde yazılan bu şiirdeki dizelerde, her ne kadar ‘umut’, ‘güneşli yarınlar’ gibi etkileyici imgeler kullanmış olsa da; şiirin en etkileyici bölümünde yine ‘kader’ ve ‘bilinmeyen bir kuvvetin acımasıyla’ bu uzun gecenin biteceğinden söz edilir.
“Evet, sabah olacaktır, sabah olur geceler (*Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler)
Tulû-ı haşre kadar sürmez; âkibet bu semâ. (*Kıyamete kadar sürmez; sonunda bu gök)
Size bir gün acır; melûl olma. (*Size bir gün acır; üzülme)
Kuşkusuz, 1900 yılında yayımlanan kitabı Rübâb-ı Şikeste’nin yazarından başka bir Fikret vardır artık. O karamsar, o bencil, o mevsimlere, dala, güle, börtü-böceğe, krizantem çiçeğine şiir yazan adam gitmiş, yerine önce karamsarlıktan kapkara olan ama yavaş yavaş ‘değişimi’ zorunlu gören, sanatı toplumdan ayrı düşünemeyen, umutlu bir şair gelmiştir.
İşte tam da bugünlerde, kavganın ilk mermisi atılır. Çınlaması bugün bile duyulan “Târîh-i Kadîm” adlı şiir kılığındaki mermiyi gökyüzüne sıkar Tevfik Fikret. 28 Nisan 1905’de!
“Beşerin köhne sergüzeştinden
Bize efsâneler terennüm eden;
Bizi, âbâ-i bî-vücûdumuzun
Cevf-i mâzîde bir siyah ve uzun
Gece teşkil eden hayâtından
Ninniler ihtira edip uyutan…” diye başlayan şiir, 106 beyittir ve aruz ölçüsüyle yazılmıştır.İster gazel, ister düzyazı, isterse ne olursa olsun, Târîh-i Kadîm’in biçemi hiçbir zaman içeriğinin önüne geçememiştir. Bu şiir, gelenekçiler -özellikle de din temalı dizeler yazanlar için- bir dinamittir. Çünkü şiirin her bir dizesi, dünyadaki tüm kötülüklerin nedeni olarak gökyüzündeki Tanrı’yı suçlamaktadır.
Târîh-i Kadîm, 16 sayfadan oluşan bir kitapçık halinde ve -el altından çoğaltılarak piyasaya sürülen- uzun bir şiirdir. Hangi yıl ya da hangi basımevinden çıktığı tam olarak bilinmeyen kitapçıkta, şiirin kime ait olduğu bile yazmamaktadır. Dönem koşulları göz önüne getirildiğinde bunun nedenini anlamak çok da zor değildir. Sadece, kitapçığın arka kapağında “Fî 15 Nisan 321” yani 28 Nisan 1905 notu vardır.
5-6 Ekim 2012 tarihinde yapılan, 2. İslami Türk Edebiyatı Sempozyumu’nda, Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Prof. Dr. Âdem Ceyhan’ın bu konudaki kapsamlı sunumundan öğreniyoruz ki; M. Fatih Andı, Yılmaz Taşçıoğlu ve Hüseyin Yorulmaz’ın birlikte hazırladıkları ve 1999 yılında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınlarından çıkan “Mektuplarla Tevfik Fikret ve Çevresi” adlı kitabın 503. sayfasında bize fikir veren bir not vardır. Diyor ki araştırmacı:
“14 Temmuz 1909 tarihinde Ankara mektubîliğine tayin edildiğini bildiğimiz Mekteb-i Mülkiye mezunu Bedî Nûrî’nin, 25 Temmuz 1325 (7 Ağustos 1909) tarihinde adı geçen şehirden TevfikFikret’e gönderdiği mektup, “Târîh-i Kadîm”in belirtilen tarihte matbaada 120 kadar basıldığını ispat etmektedir: Mektup sahibi, anılan manzumenin birkaç kopyasının alınmasını istemiş; fakat istediği kimseler, bu eserin matbaada dizilmesini daha kolay görmüşler. Bedî Nûrî, şahsında böyle bir şiirin var olduğunu öğrenenlerin kendisinden mükerrer talepte bulundukları gibi, şairden ne kadar isteyebileceklerini düşünmüş ve o metni daha fazla bastırmıştır. Bu vesikadan,“Târîh-i Kadîm”in Ankara’da bastırılan yüz adedinîn bir kişiye emanet edilerek Tevfik Fikret’e gönderildiğini de öğrenmekteyiz.”
Aynı kitapta bulunan başka bir mektup daha, Fikret’in şiirinin ne zaman yayımlandığı konusunda bize fikir vermektedir. Yalnız bu mektup, iki yıl sonrasını işaret eder. Samatya Merkez Komiser Muâvinlerinden N. Sâmi adlı bir kişinin, Tevfik Fikret’e gönderdiği, 30 Aralık 1911 tarihli mektubunda şöyle bir bölüm vardır:
“Muhterem Efendim (…) Geçen gün Bayezid’den Sahhaflar Çarşısı’na giderken sağ tarafta kapıya muttasıl köşe başındaki kitapçı dükkânında ‘Tevfik Fikret Bey’in Târîh-i Kadîm Şiiri’ yazılı bir levha câmekânda müsâdif-i nazarım oldu. Bir tânesini aldım. Üzerinde nâm-ı âlîleri muharrer olmadığı gibi nâşiriyle tab’ olunduğu matbaa da meçhul. Bir menfaatperestin eline her nasılsa geçmiş, kendi istifâdesine bir vasıta ittihaz ederek tab’ına cür’et eylemiş zannıyla aldığım o nüshayı leffen takdim ediyorum. Bu his ve zanniyatımda belki aldanıyorum. Şayet aldanmamış isem ve müsaade olunursa, bir tahkikat yaparak neticeyi arz edeyim.” (Mektuplarla Tevfik Fikret ve Çevresi, sf. 515)
Aynı yıl, Doktor Abdullah Cevdet’in İctihâd dergisinde de karşımıza çıkar Tarih-î Kadîm şiiri. Derginin , “İdârehâne-i İctihâd’a gelen yeni âsâr” (*Eserler) başlığı altında yer alan bölümünde, şöyle bir not vardır:“Târîh-i Kadîm, bir manzûme-i hakîmânedir ve pek güzeldir. Fiatı 20 para. Her müvezzide bulunur. 16 sahîfelik.”( İctihâd, 14 Kasım 1911, Sayı: 34, sf. 902)
(Meraklısına Not: Fikret’in, “Târîh-i Kadîm” şiiri, ilk olarak, şairin resmiyle birlikte, Abdullah Cevdet’in İctihâd dergisinin, 1 Eylül 1924 tarihli sayısında yayımlanmıştır. (İctihâd, Sayı: 169, sf. 3420-3422) Aynı dergi, 15 Mayıs 1925 tarihli, 180. sayısının 3596-3598 numaralı sayfalarında da, Târîh-i Kadîm şiirini basmıştır.)
Türk edebiyat tarihine katkı koyan çalışmalardan bir diğeriyse, herkesin üstünde birleştiği bir kaynaktır. Tevfik Fikret’in öğrencisi Rûşen Eşref, şairin ölümünden üç yıl sonra bir yazı yazar:
“Maamâfih söz arasında şiirlerinden birkaçının sergüzeştini bizzat kendisinden dinledimdi. Meselâ ‘Hitâb’ı (*Târîh-i Kadîm şiiri, o dönem bu isimle anılırmış) yağmurlu bir kurban bayramı gecesi yazmış. Hava o gece birden bire bozulmuşdu. Yağmur tâneleri şi’rin mısrâlarına âhenk tutuyordu, dediydi. O arefe günü refîkası, Halûk ve kendisi İstinye’ye doğru bir sandal gezintisi yapmışlar. Kürekleri Halûk çekiyormuş. Onların çıkdığı istikâmetden inen bir sandalın içinde iki kurbanlık koyun gidiyormuş. Fikret bunları görünce irticâlen ‘Dîn şehîd ister, âsumân kurbân/Her zamân her tarafda kan, kan, kan’demiş. İşte ‘Hitâb’ı yazdırmağa sebeb bu imiş! Fikret’in ekseriyâ sabahleyin erkenden derin bir sessizlik içinde yapayalnız çalışdığı, şi’rlerinden birçoğunu güçlük çekerek küçük kâğıt parçalarına beyit beyit, mısrâ mısrâ yazıp sildiğini, hattâ Rubâb’ın bir tab’ından öbür tab’ına mısrâlardaki bâzı kelimeleri, bâzı kafiyeleri değişdirdiğini bilirim.(…) Ertesi sabah kendisini ilk ziyârete gelen adama -Amerikalı şâkirdlerinden birine- okumuş ve bütün basılamayıp da neşredilmesini istediği şi’rleri gibi derhâl kendisi ve talebesinden birkaçı, hatları belli olmasın diye kâğıtları ters tutarak, kelimeleri baş aşağı yazarak beş on nüsha tebyîz etmişler, bayramlaşmağa gelen emniyetli dostlara dağıtmışlar.” (Rûşen Eşref, “Tevfik Fikret ve Rubâb-ı Şikeste’nin Şi’rleri”, 22 Ağustos1918, Yeni Mecmua, Sayı:58, sf. 101)
Târîh-i Kadîm şiirinde, geçmiş günler, siyah ve uzun bir geceye benzetilir. Bütün tarih; savaşlar, kan ve zulüm üzerine kuruludur. “Her şeref sahte, her saadet piç, her şeyin başı ve sonu hiç”tir. Savaşsız bir dünya düşleyen Fikret, bunu sağlamayan Tanrı’ya diş göstermektedir. Şiirde gelenekçileri ve Tanrı inancı olanları kızdıracak birçok dize vardır. Ancak ‘çok tehlikeli’ bir ikilik, bitmeyen bir savaşı başlatır.
“Yırtılır ey kitâb-ı köhne yarın (*Yırtılır ey eskimiş kitap yarın)
Maktel-i fikr olan sahîfaların” (*Fikirlere mezar olan sayfaların)
Bu sözlere bakarak, Fikret’in din, Müslümanların kutsal kitabı Kuran ve Tanrı’ya saldırdığını düşünür inancı olanlar. Oysaki, şiirin özünde, bir hesaplaşma olduğunu, bu isteklerin bir saldırı olmaktan çok, bir ‘değerlendirme’ olduğunu düşünmek gerektiğini söyler bazı incelemeciler. Örneğin Asım Bezirci bu konuda şöyle yazar:
“Bu uzun şiirde Tevfik Fikret'in insancıllığı iyice su yüzüne çıkar. Nitekim insanı ezen, yanıltan, üzen her şeye baş kaldırılır: Zulme, köleliğe, savaşa, taassuba, adaletsizliğe, bilgisizliğe... Şaire göre bunların temelinde -insanlığın tarihi incelenirse- dinsel inançlarla cihangirlik tutkuları bulunur. Savaşın getirdiği şan ve şeref boştur. Zafer uğruna insanların ölüme, açlığa, yoksulluğa sürüklenmesi saçmadır. Kahramanlığın aslı vahşettir. Kuvvetlilerin zayıfları ezmesi haksızlıktır.” (Asım Bezirci, “Tevfik Fikret’in Toplumcu Şiirimizdeki Yeri”, Devrimci Sanat ve Kültür Kavgasında Militan, Ağustos-Eylül 1975)
Konu hakkında uzun araştırmalar yapan bir diğer araştırmacı olan Orhan Karaveli de benzer düşünceler içindedir: “Yaşam felsefesi ve din kavramına bakışı kendisinden farklı olduğu için Tevfik Fikret’i en acımasız, haksız ve ölçüsüz dizelerle suçlamaktan çekinmeyenler…” diyen Karaveli sözlerini şöyle sürdürür:
“Târîh-i Kadîm (…) kimilerine göre Tevfik Fikret’in kendi kendisiyle ve geçmişteki inançlarıyla hesaplaşmasıdır. Kimilerine göre ise İslamiyet’e ve Osmanlı Devletine yönelik bir eleştirisidir. Olaya daha soğukkanlı bir gözle bakanlar ise Fikret’in yalnız belli bir dini, devleti veya dönemi değil, insanlığın binlerce yıllık tarihini değerlendirdiğini düşünürler (…) Yirminci yüzyıl başlarının sindirilmiş Osmanlı toplumunda içtenlik, dürüstlük ve cesaretle bunları söylemek alışılmış bir şey değildir. Şairin, insanları ve ulusları kendi kendileriyle yüz yüze gelmeye, tarihleriyle hesaplaşmaya yönelik insancıl felsefesini anlamayanlar veya anlamak istemeyenler, onun, halkı ve özellikle gençliği dinden caymaya çağırdığını ileri sürerler.” (Orhan Karaveli, “Tevfik Fikret ve Haluk Gerçeği”, Pergamon Yayınları, Birinci Baskı, Temmuz 2005, sf. 110-111)
Târîh-i Kadîm şiiri yüzünden başlayan savaş, bir edebiyat çatışması olmaktan çıkıp, birçoklarının dediği gibi “Küfür-İman” savaşına doğru evrilmeye başlar. Saldırgan ve vicdanları kanatan bir çıngar kopmak üzeredir.