EGE TELGRAF- İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin önceki dönem başkanı Tunç Soyer, Geçmişin İzleri’nin programına konuk oldu. Ege Telgraf Genel Yayın Yönetmeni Aylin Suphandağlı, gazeteci Cihad Taysi ve program yapımcısı Erhan Ayhan Önel’in sorularını yanıtlayan 2009-2014, 2014-2019 yılları arasında Seferihisar Belediye Başkanlığı, 2019 ve 2024 yılları arasında da İzmir Büyükşehir Belediye (İzBB) Başkanlığı görevini yürüten Tunç Soyer, çarpıcı açıklamalarda bulundu.
“Ben kendimi dünyanın en şanslı insanı hissediyorum” sözleriyle açıklamalarına başlayan Soyer, “Bir cennette yaşıyoruz. 10 yıl Seferihisar’da belediye başkanlığı yapmak çok büyük bir şans. Üzerine de dünyanın en güzel ve en kadim şehirlerinden birinde, İzmir’de belediye başkanlığı yapıp 1.5 milyonun oyunu almak gerçekten çok büyük bir onur meselesi. Hayatımın sonuna kadar bu gurur bana yeter. Ben bu görevleri çok büyük bir aşkla yaptım, severek çalıştım. Hiçbir zaman ‘Neden seçildim, neden çalışıyorum, nereden geldim bu işe’ demedim. Tam tersi her zaman sakin sulardan iyi kaptan çıkmayacağına inandım. Büyük felaketler, pandemiler, depremler, yangınlar, seller… Bana kriz belediyeciliğini öğretti. Biz tüm bunlara rağmen bu şehirde yaşayan insanların güven duyacağı bir şehir haline getirmeye çalıştık. Bütün bu süreçler, 15 yıllık belediye başkanlığı deneyimini asla bitmeyecek bir dönem olarak görmedim. Tam tersine, biteceğini bilerek bu görevleri yaptım. Ancak bir dönem daha Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı yapmak isterdim. Bu sadece benim kişisel bir hevesim ya da hırsım değil, aynı zamanda 35 bin insanın çalıştığı ve İzmir’in seçilmiş en üst kamu kurumunun bu şehirle ilgili ortaya koyduğu iradeyi, yaptığı harcamaları, bulduğu kaynakları bütün projeleri devam ettirmesi için gereken bir süreydi. Belediye başkanlığı için iki dönemin optimum süre olduğunu hep bilerek görev yaptım, üçüncü dönemin de doğru olmadığını hep düşündüm. İkinci dönemin olmaması nedeniyle çok üzüldüm. Bu kişisel üzüntünün de ötesinde bir şey. Milyarlarca lira dev bütçeler yönettik, çok büyük harcamalar yaptık. Bunların devamının getirilmesi ve yarım kalmaması kamu kaynaklarının sağlığı açısından çok gerekliydi. Olmaması kişisel üzüntümden çok İzmir için bir üzüntüydü” dedi.
‘MAKAM VE MEVKİ ÇOK DA ÖNEMLİ DEĞİL’
“İkinci dönemi yapabiliyor olsaydım İzmir’i bambaşka bir yere taşımak mümkün olacaktı” sözleriyle devam eden Soyer, şu ifadeleri kullandı: “Hep onun hayalini aklımdan geçiriyorum, doğrusu bunu biliyorum. Ancak siyasetin makamı ve mevkisi çok da önemli değil. Eğer siyaseti hayatı iyileştirme sanatı olarak görüyorsanız hangi koltukta oturuyorsanız oturun, nerede ne iş yapıyorsanız yapın onu işlemeye, o sanatı icra etmeye gayret ediyorsunuz. Dolayısıyla biz de gayret edeceğiz. Enerjimi hala hissediyor, hala kendimi yorgun hissetmiyorum. Emekli olacak bir noktaya geldiğimi hissetmiyorum. Her güne yeni bir gün ve bugün neler yapabilirim duygusuyla başlıyorum. Hala bir dakikam boş değil, çok yoğun çalışıyorum. Kızımla birlikte hukuk bürosu açtık, ayrıca bir de yerel yönetimler hakkında bir kitap çalışmasına başladım. Bir yandan da güncel siyaseti takip ediyor, insanlarla görüşüyor, onları dinliyor ve nabzı tutmaya çalışıyorum. Günlerim yoğun geçiyor, bu halinden de memnunum.”
‘GERİSİ TAMAMEN LAF-I GÜZAF’
“Yeni başkanlar göreve geldiğinde ilk olarak ‘borç ve işçilerle ilgili’ çıkışlarıyla dikkatleri çekti. Siz son dönemlerde belediyeye işçi aldınız mı? Belediyeyi bıraktığınızda mali durum neydi?” sorusunun sorulması üzerine Soyer, “Bu konuları çok da fazla gündemde tutmayı doğru bulmuyorum; belediye başkanlarının performanslarının karşılaştırılması için daha erken. Üstüne üstlük biliyoruz ki artık siyasi kaygılar, düşünce farklılıkları üzerinden değil kişisel birtakım subjektif değerlendirmeler üzerinden yapılıyor. O nedenle siyasi partilerin içlerine baktığınızda ayrılıklar ideolojik ve düşünsel değil, tamamen kişisel nedenler üzerinden olabiliyor. Geçmişte siyasi partiler içinde düşünsel farklılıklar nedeniyle hizipler olurdu, şimdi böyle bir hizip görmüyorsunuz. Dolayısıyla siyasi partiler aidiyetleri ve ideolojisi kıymetini yitirmiş bir noktada. Daha çok kişisel hırslar ve beklentiler üzerinden şekillenen bir siyaset var maalesef. İşçi meselesini ben 100 gün değerlendirmesinde uzun uzadıya anlatmıştım; değerli Aziz Başkan’ın (Aziz Kocaoğlu) kendi döneminde son 5 yılda yaptığı işçi alımlarından daha az işçi alımı yapmışım. Bunlar benim uydurduğum değil, Büyükşehir envanterinde olan rakamlar. Son aylarda 300 civarı işçi alımı yaptım, doğru ancak bu işçi alımları o rakamın içinde. Büyükşehir’in mali durumu ile ilgili bir şey söylemem lazım: Büyükşehir’i dört başlıkta diğer tüm büyükşehir belediyeleri ile karşılaştırabiliriz. Bunların içinde dört başlıkta İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin diğerlerine göre bir farkı var. Birincisi, beş yıl boyunca toplam bütçesinin yüzde 35’inden fazlasını yatırıma ayırmış tek belediyeyiz. İkincisi, geçen beş yıl içinde yurtdışı finans kuruluşlarından en yüksek finans kaynağını yaratmış belediyeyiz. Üçüncüsü, 165 proje vaat etmiş, yüzde 87’sini gerçekleştirmişiz. Dördüncüsü, en çok raylı sistemi hattı gerçekleştiren belediyeyiz. Ben görevi bitirdikten sonra iki ay geçti, Fitch İzmir’in finansman yapısı ile ilgili bir rapor yayınladı, AAA devam ediyor. Yani gerisi tamamen laf-ı güzaf. Battığı, borçlandığının hiçbiri doğru değil. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bütçesinde zerre sıkıntı yoktur. Ancak son bir yıl içinde SGK borçlarını ödemede biraz frene bastık. Yatırabilecek gücümüz her zaman vardı ama bir tercih yapmak zorunda kaldık. Biz de yatırım yapmayı tercih ettik” dedi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin son 20 yıldan bu yana muhalefet belediye başkanlarınca yönetildiği için son derece dirençli bir kent olduğunu da söyleyen Soyer, kent yönetiminin göbeğini kendi kendine kesmeyi öğrendiğini belirtti. “Bu nedenle yan gelip yatmayı asla yapamaz” diyerek devam eden Soyer, “Çünkü ayakta durmak mecburiyetindedir. Finansman yapısı, kurumsal yapısı son derece güçlüdür. İzmir Türkiye’de hala en düşük faizle en uzunlu vadeli finansman kaynakları yaratabilecek güvenilirliğe ve kurumsal kimliğe sahiptir” mesajı verdi.
Kentte uzun zamandır yaşanan Körfez tartışmaları hakkında da görüşlerinin sorulması üzerine Soyer, “İzmir’de koku sorunu 2 bin yıl önce tespit ediliyor. 2 bin yıl boyunca Körfez’i adeta bir lağım çukuru olarak kullanmışız, bu bir gerçek. 1986 yılında Büyük Kanal Projesi başlıyor. Narlıdere Atıksu Arıtma Tesisi 21 bin metreküp gün su arıtır, Çiğli Atıksu Arıtma Tesisi 620 bin metreküp gün su arıtır. Bu iki arıtma tesisi 2 bin yıl boyunca devam eden sorunu çözüyor ve Körfez’de müthiş bir düzelme yaşanıyor. Fakat geçen 23 yıl boyunca hem yapım sırasında tasarım eksiklikleri hem yapılan tesislerin revizyonu ile ilgili eksiklikler hem de 23 yıl boyunca biriken çamur kokunun sebebi olarak tekrar ortaya çıkıyor. Yağmur suyu ve pis su kanalları ayrıştırması 50 yıl boyunca 623 kilometre şehir içinde. Biz beş yıl içinde 303 kilometre kanal yapmışız. 2.5 milyon metreküp çamurun kurutulması ile ilgili çok emek verdik, kokunun temel sebebi olarak o kaynağı kuruttuk. 3 fazlı sistemin tamamını boşalttık ve sıfır kilometre fabrika ayarlarına dönerek tıkır tıkır çalışmaya başladı. Dördüncü fazın ihalesini yaptık, imalatını başlattık ve yüzde 20 civarındayken yeni yönetime devrettik. Bütün bunların sonucunda 2023 yazında koku yoktu, kokuyu tamamen bitirmeyi başardık. Bu, bizim için umut verici bir ışıktı. Devamını getireceğimizi düşünüyorduk, dördüncü fazın bitiminden sonra da 2050 yılına kadar yeni bir imalat gerektirmeyecekti. Bizim sadece Karabağlar’da 100 bin metreküp gün arıtma tesisini yeraltına yapmayı, Narlıdere’nin kapasitesini artırmayı ve en önemlisi derivasyon kanalının ağzını değiştirmeyi projelendirmiştik. Bakanlık onayı, üniversite görüşleri tamamlandı, Fransız Kalkınma Ajansı’ndan kaynağı bulundu. Her şey hazır, sadece iradenin ortaya konulup kazmanın çakılması lazım. Aziz Başkan’ın söylediği sirkülasyon kanalına yanlış demedik, mutlaka doğru. Biz sadece bunun için kaynak ayırmaktansa önce kirlenmeyi durduralım, durdurursak temiz suyun sirkülasyonu zaten yapılır. Kirlenmeyi durdurmadığınız takdirde sirkülasyon kanalı da israf olur. Mesele bizim kirletiyor olmamızda. Ondan sonra sirkülasyon kanalı zaten yapılır. Aziz Bey ile benim aramda bir ihtilaf varmış gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor, böyle bir şey yok. İzBB, o kadar kıymetli ki. Türkiye’nin en iyi bürokratları İzmir’de çalışıyor. İzmir halkı asla inanmadığı halde bu partiye oy vermiyor” dedi.
‘BUNU KONUŞMAYA UTANIYORUM’
AK Parti İzmir Milletvekili Yaşar Kırkpınar’ın geçtiğimiz günlerde İzBB Başkanı Cemil Tugay ve kendisinin fotoğrafının olduğu maketleri Körfez’e atmasının da hatırlatılmasına Soyer, “Siyasetin geldiği noktaya bakar mısınız!” dedi. “Buna utanıyorum, bunu konuşmaya utanıyorum” diyen Soyer, “Siyasetin geldiği bu seviye hepimiz için utanç verici. Bir milletvekili… Bunu liseler arasında bir festivalde eğlence olarak yapabilirsiniz. Ama bu nedir Allah aşkına. Bu konuya cevap verip bir şey söylemek istemiyorum” ifadelerini kullandı.
‘İZMİR TURİZM ŞEHRİ OLMAK ZORUNDA’
Hayatı boyunca İzmir’i dünyaya tanıtmak için mücadele verdiğini söyleyen Tunç Soyer, kentin turizm paydasını bir an önce artırmak gerektiğini söyledi. Soyer, “Bu şehir tarım şehridir, sanayi şehridir ama aynı zamanda turizm şehri olmak zorundadır. O kadar büyük zenginliklere sahip ki… Biz geldiğimizde 1.5 milyon turist alıyordu, neredeyse 3 milyona çıkardık. Bu şehrin nüfusu kadar turist ağırlayabilmeliyiz. Bu kartopu gibi bir şey. Yatak kapasitesini artırırsınız uçak koltuğu artar, birbirini büyütür. Bunlar mümkün. Bu şehirde turizmi en kısa sürede 5 milyon turiste çıkarma hedefine sahip olmalıyız. Bu sadece belediyenin işi değil elbette ama herkes bu işin parçası olmalı” çağrısı yaptı.
‘DİREKTEN DÜŞEN KOLAY KOLAY ÇIKAMAZ’
Son olarak Tunç Soyer, siyaset gündemine dair açıklamalarda bulundu. CHP’de yaşanan değişim sonrası parti içinde gelinen süreci nasıl yorumladığının sorulması üzerine Soyer, şunları söyledi: “Türkiye büyük bir değişimin eşiğinde. 22 senelik iktidarın yıprandığını, güven kaybına uğradığını, seçmenleri tarafından bir tür uyarı yapıldığını söyleyebiliriz: 4 milyon AK Parti seçmeni sandığa gitmedi. Bu, bize gösteriyor ki 20 küsur yıldır sistemi, rejimi değiştirmiş bir süreç sona doğru geliyor. Direkten kaymakta olan bir şey kolay kolay tekrar yukarıya çıkmaz.
Peki onun yerine ne gelecek? Onun yerinde en büyük iddia ana muhalefet partisi olarak CHP’de. Çünkü sorumluluk ana muhalefet partisinin varlığından, adından gelir. O yüzden ana muhalefet partisi müzakere değil mücadele etmek zorundadır. Gitmekte olan bir iktidarı müzakere ile gönderemezsiniz. Gitmekte olan iktidar gitmemek için direnir, her türlü yolu deneyebilir. O yüzden mücadeleniz daha da sert ve net olmalıdır. Bu mücadele, bu iktidarın gitmesini sağlayacağı gibi toplumun büyük bir özlemle beklediği o değişimin de öncüsü olacaktır. Toplumlar da aynı doğada olduğu gibi enerji biriktirirler. 12 Eylül darbesinden beridir bu topraklarda iki ayrı enerji birikti. Bir tarafta ‘memurum işini bilir’ diyen bir zihniyetle başlayan bir çürüme ve onun yarattığı sonuçlar… Bir tarafta da başka bir enerji birikiyor; bu ülkede sadece acımasızlar, hırsızlar, alçaklar yok ki! Temiz, iyi aile terbiyesi almış, ahlaklı ve namuslu insanlar çoğunlukta, 44 senedir onların da biriktirdiği bir enerji var. Ana muhalefet partisinin asli görevi bu iyi insanların enerjisini alıp iktidara taşımak, onlara doğru rehberlik ve liderlik yapmaktır. Bunu yoksulluk edebiyatı ile değil, yoksulluk edebiyatının hiç kimseye bir faydası yok. Sen ana muhalefet partisi olarak o enflasyonu nasıl düşüreceksin, projelerin neler, turizmde, sanayide ne yapacaksın… Bunları söylemediğiniz takdirde bu iktidar değişmez.
‘TÜRKİYE EN PARLAK 30 YILINI YAŞAYACAK’
Bana soruyor, ‘Sen ne yapacaksın kardeşim?’ diyorsanız, ben çalışmaya devam edeceğim. Ben nefes almaksızın bildiğim bu doğrunun peşinde gitmeye, o projelerin neler olduğunu söylemeye gayret edeceğim. Ben hiçbir şeyi sadece görev yaptığım yer için yapmadım. Bunların çözümü var, mucizevi şeyler değil. Bu ülkenin aydınlığa çıkması, yoksulluğun bitmesi rüya ya da mucize değil. Baskı gören toplumlarda çok daha büyük aydınlanma yaşanıyor. Biz 44 seneden sonra biriktirdiğimiz güzel enerji ile olağanüstü şeyler yapacağız. Bence Türkiye en parlak 30 yılını yaşayacak. Artık aşkla Türkiye diyoruz.”