Bir toplum için en önemli sorun, adaletin yokluğudur. Adaletin olmadığı toplumlarda, ekonomik, sosyal ve siyasal buhranlar ardı ardına gelir. Hiçbir güç, otorite, grup veya kişi, adaletten daha önemli değildir. Hiçbir güç veya kişi, adaletin üstünde bir yere kendilerini konumlandıramazlar.
Ama ülkemiz ’de durum böylemi? Alın size adaletsizliğe bir örnek.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada 2024 yılı cenaze ödenekleriyle ilgili bir bilgi yayıldı. Rakamları gören tepkilerini sosyal medya hesaplarından dile getirdi. Aslında bu iddia 13 Nisan 2024 yapılan paylaşımda dile getirilmişti. İddiaya göre, emekliler 3 bin 600 lira ölüm parası alırken milletvekillerinin 116 bin lira ölüm parası aldığı öne sürüldü. Bu iddia yeniden gündeme getirildi. Ben de bu iddiayla ilgili kısa bir araştırma yaptım. Karşıma https://www.dogrulukpayi.com isimli bir site çıktı.
İddianın yanlış olduğunun dile getirildiği sitede; 3671 sayılı kanuna göre TBMM üyeliği devam etmekte iken vefat eden bir milletvekilinin ailesinin ölüm aylığı 116 bin TL değil Nisan 2024 itibarıyla 86.740 TL. Görev süresi sona ermiş milletvekilleri için ise bu miktar 43.370 TL olarak gösteriliyordu.
SGK’ya göre belli şartları taşıyan sigortalılara ödenen cenaze ödeneği 3.385 TL. Emekli Sandığı’na bağlı emeklilerin vefatıyla ise hak sahiplerine 14.456 TL ölüm yardımı ödeniyor bilgisi verilmişti.
İyi güzel kardeşim milletin seçtiği vekil ölünce bile ayrıcalıklı. Vekili seçen SGK’lıya ölünce 3.385 TL, Emekli Sandığı’na bağlı ise 14.456 TL ölüm yardımı ödeniyor. Sosyal güvenceniz yoksa avucunuzu yalıyorsunuz. Ohhh ne güzel vekilimizin ölümünde bile millet ile arasında uçurum var. Ne diyoruz “Terazinin adaleti padişahın tahtını sallar"
KAZIN AYAĞI ÖYLE DEĞİL
Ülkeyi yönetenler tüm dünyayı etkisi altına alan bir kriz varken bizim ekonomimizin tıkır tıkır işlediğini söylüyorlar. Dolar ve altın hızla yükselerek rekor üstüne rekor kırarken, Türk lirası tarihin belki de en hızlı değer kaybına uğradı. Zaten yaşam standartlarının çok altında aldığımız maaşlarımız hızla eriyor, enflasyon hızla yükseliyor. Bir ay çalışarak kazandığımız para ise en temel ihtiyaçların karşılanmasına bile yetmiyor. Borçsuz bir güne uyanmak adeta haram.
Durum böyle olunca o meşhur hikâye aklıma geliyor
Nasrettin Hoca bir gün kümese dalar, irisinden kocaman bir kaz yakalar. Keser ve bir güzel kızartır. Tencereye koyarak Timur’a götürmek üzere yola koyulur. Yolda kızarmış kazın kokusu Nasrettin Hocayı etkiler. Dayanamayıp kazın budunu afiyetle mideye indirir. Karadut yaprağıyla da elinin yağlarını bir güzel temizler. Hoca, Timur’un huzuruna çıkarılınca Timur, Hoca’nın verdiği güzel kokulu tencereyi açar, kendisine sunulan kazın tek ayaklı olduğunu görür. Kendisi topal olduğu için Nasrettin Hoca bunu hakaret olsun diye yaptı sanarak ona çok kızar. Hoca, Timur’un kendisine kızdığını anlar ve der ki “Ulu hakanım, bizim Akşehir’in kazları hep tek bacaklıdır. Çeşme başındaki kazlarımıza bir bakın” der. Timur da çeşme başındaki kazların tek bacaklarının üzerinde uyuduklarını görür. Timur “Yo yo Hoca kazın ayağı öyle değil” der. Adamlarına çeşme başındaki kazları değneklerle kovalama emri verir. Uyandırılan kazlar iki ayak üzerinde kaçmaya başlar. Timur alayla Nasrettin Hoca’nın yüzüne bakar. “Hoca, hani sizin Akşehir’in kazları tek ayaklı idi?” diye sorar. Nasrettin Hoca “vallahi Hakanım, eğer o değnekleri size vursalardı tövbeler olsun, siz oradan dört ayakla kaçardınız” der. Ve böylece cevabını da vermiş olur.