Firdevs TUNCAY- Tarihte “Medeniyetler Beşiği” olarak tanımlanan Mezopotamya topraklarını hep merak etmişimdir. İnsanlığın ilk şehirleri ve imparatorluklarına tanıklık eden, MÖ 5.500 yıllarında en eski uygarlık olan Sümerlerin de yaşadığı ve “çivi yazısı” adıyla en eski yazı sistemini icat ettiği yerdir Mezopotamya! Fırat ve Dicle Nehirleri sistemi içinde, bir zamanlar “Bereketli Hilal” olarak anılan verimli topraklardır burası. Bu topraklarda nice medeniyetleri bağrına basmış, sonunda çökmüş olsa da Mezopotamya,  “Ölümsüz Topraklar” olarak anılmaya devam edecektir.

Çok yakın bir geçmişte Mezopotamya’nın önemine önem katacak bir keşif gerçekleşmiş ve 12 bin yıllık tarihiyle “Dünyanın En Eski Arkeolojik Tapınağı” Göbeklitepe’ye ulaşılmıştır. Göbeklitepe’de höyük alanındaki araştırmalar 1994 yılında Alman Arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt ve ekibi tarafından yapılmış ve 1995’te ilk kazılara başlatılmış. Prof. Dr. Schmidt, 2014’teki vefatına kadar, İnsanlık tarihinin bilinen “En Eski Tapınağı” Göbeklitepe’yi gün yüzüne çıkarmış, “Tepedeki Katedral” adıyla kitabını da yazmıştır. Anadolu ve Dünya Tarihi’ne bu güzel armağanı için Schmid’i saygı ve sevgiyle anıyoruz.

“Güneydoğu Anadolu’nun Piramitleri” de denilen Göbeklitepe MÖ 10.000 yıllık tarihiyle, Malta Tapınakları Sümerler’den 6.000, Nuh Tufanı’ndan 7.000, Mısır Piramitleri’nden 7.500 yıl önce yapılmıştır. Dünyanın şu ana kadar bilinen en eski tarihli yapısıdır. Ne mutlu ki kızım ve torunum ile Mezopotamya topraklarına gitmek ve Göbeklitepe’yi ziyaret etmek bana nasip oldu.

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Şanlıurfa’da son günümüz… Göbeklitepe’ye varmadan önce höyükten çıkarılan kültür varlıklarını görmeye “Şanlıurfa Arkeoloji ve Mozaik Müzesi”ne gittik. İnsanlığın tüm çağlarına ait eserlerin sergilendiği müzenin Neolitik Çağ Salonu’nda Göbeklitepe kazılarından çıkarılan kültür varlıkları sergileniyor. Kireçtaşından yapılmış insan başı ve hayvan heykellerinde erkek egemen bir güç kullanılmış. Kadın figürüne, doğum yapan bir kadını tasvir eden taş tabloda rastlıyoruz sadece. Avcılıkla ilgili ok ve mızrak uçları; besin hazırlığında kullanılan öğütme taşları, havan ve havanelleri de sergileniyor müzede. Ceylan ve sığırın tüketildiği, bunu koyun, eşek, domuz, kızıl geyik, tavşan, tilki ve çeşitli kuş türleri izliyordu. Hepsi de yabani hayvanlara aitti. Günümüze ulaşan bitkisel kalıntılardan çoğu fıstık ve badem de yabani türlere aitti. Bu da Göbeklitepe’deki insanların avcılığın yanı sıra toplayıcılıkla da hayatlarını sağladıklarını gösteriyordu.

Göbeklitepe’deki “Leylek Dikilitaşlı Yapı” olarak adlandırılan D Tapınağı’nın bire bir kopyası da bu müzede bulunuyor. Bu imitasyon sayesinde dikilitaşların üzerinde yer alan motifleri yakından görebilir ve dikilitaşların boyutlarını (yapıların merkezlerinde bulunan dikilitaşlar 20 m. çapında ve ağırlıkları ise 10 ton civarında) yakından algıladığınızda, MÖ. 10 bin, günümüzden ise 12 bin yıl önce inşa edilen bu yapılar sizi daha da etkiliyor, sizleri bu gizemli yapıları keşfetmeye davet ediyor.

AÇIK HAVA MÜZESİ

Biz “üç gezgingöz,” içinde Kazı Alanı’nın bulunduğu Göbeklitepe Açık Hava Müzesi’ne doğru giderken çok heyecanlıydık. MÖ 10.000 yılın sonlarından MÖ 9.000’li yıllara tarihlenen ve “Yeryüzündeki İlk İnanç Bölgesi” olan Göbeklitepe’ye tanık olmak kolay mıdır? Göbeklitepe, Şanlıurfa şehir merkezinden 18 km uzaklıkta ve ulaşımı kolay. Kazı Alanı’na 3-4 km. kala “Ziyaretçi Karşılama Merkezi” ilk durağımız oldu. Bu merkezdeki salonlarda, bölgenin tarihine dair detayları ve Göbeklitepe’deki arkeoloji çalışmalarının tarihçesini öğrenmek mümkün. İlk salonda, duvara yaslanmış kocaman bir aletin küçük yuvarlağından sırayla baktık. İnsanoğlunun yerleşik düzene geçmeden önce (Paleolitik Çağ’da) bin yıllar süren buzullardan tutun çılgınca yağan yağmurlara dek dünyanın jeolojik yapısı ve iklimler gözümüzün önünden geçerken, avcı ve toplayıcı klanların amansız mücadelesine tanık olduk. Bu animasyon, ziyaretçileri biraz sonra gidecekleri Arkeoloji Alanı’na hazırlıyordu. O nedenle mutlaka izlenmelidir. Canlandırmalar bitince, diğer ziyaretçilerle birlikte merkezin önünde bekleyen servis araçlarına binerek Göbeklitepe Açık Hava Müzesi’ne ulaştık.

Göbeklitepe, Tektek Dağları’nın üzerinde 1 km.boyunca dümdüz uzanan bir platonun tam ortasında bulunan, 300 metrekare çapında bir alanı kaplayan ve göbek gibi yukarıya kalkmış kült alanıdır. Kült alanının tepesinden bakıldığında, kuzeydeki Toros Dağları, Karaca Dağ etekleri, batıda Şanlıurfa Platosu ve Fırat Ovası’nı birbirinden ayıran sıradağlar ile güneyde Harran Ovası görülmekte. Hem çok geniş bir alandan görülür olması hem de taşocaklarına yakınlığı, kült alanının neden Göbeklitepe’de inşa edildiğinin göstergeleridir.

Sadece üstü kapalı olan devasa büyüklükteki Göbeklitepe Açık Hava Müzesi’nde, kalabalık ziyaretçi topluluğuna karışıyoruz. “Kazı Alanı” müzenin tam ortasında ve 20m.derinliğinde, üstü açık, kocaman bir alan. Girilmesi yasak olduğu için yukarıdan izliyoruz. Aşağıda, altları toprağa gömülü A,B,C ve D olarak adlandırılan tapınaklar görülüyor. Arkeoloji Müzesi’nde D Tapınağı’nın imitasyonunu görmüş olmamız Açık Hava Müzesi’nde görmekte olduğumuz yapıların önemini anlamamızda yardımcı oluyor. Bu tapınaklar, dünyanın bilinen en eski megalitleri olan taş sütunlarla, bir dizi büyük dairesel yapıdan oluşuyor. Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’a ait olduğu düşünülen ve (T) biçimindeki 10-12 dikilitaş, yuvarlak planda dizilmiş, araları ise taş duvarlarla örülmüştü. Yapının merkezinde daha yüksek boyda olan iki dikilitaş, karşılıklı olarak yerleştirilmiş. Bu dikilitaşların çoğu üzerinde eller, kollar ve parmaklar ile ayrıca çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartılarak veya oyularak betimlenmişti. Söz konusu motifler, yer yer bir süsleme olmayacak kadar yoğun olarak kullanılmıştı.

71 kadın ressamın eserleri sanatseverlerle buluştu 71 kadın ressamın eserleri sanatseverlerle buluştu

İnsanların avcı-toplayıcı olarak yaşamını sürdürdükleri bir dönemde, bu derece ileri düzeyde mimarlık gerektiren tapınaklar inşa etmiş olmaları bizleri hayrete düşürüyor. “Mimarlık, sanat, hayal gücü ve tecrübe isteyen bu sembolizmi düşünüp nasıl yarattılar?” diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.

TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİREN TAPINAK   

Buzul Çağı’nın sona erdiği Paleolitik Çağ’da (Eski Taş Çağı olarak isimlendirilir) yaşayan insanlar, avcılık ve toplayıcılık ile yaşamlarını sürdürüyorlardı. Dünyanın jeolojik yapısı ve iklimler, binlerce yıl sonra değişecek ve havalar ısınacaktı. Buna “Neolitik Çağ’ın Şafağı” deniliyor. Göbeklitepe’yi kuran atalarımız işte bu zaman diliminde tapınaklarını yaparak orada dinsel ayinlerde buluştular ama burası hiçbir zaman onlara yurt yuva olmadı.

Bu özel bölgenin keşfi; insanlık tarihi, dinler tarihi ve insanların yerleşik hayata geçmesi gibi konularla ilgili bilinen tüm anlayışı değiştirdi. Göbeklitepe’nin keşfi öncesi, din ve inançların yerleşik düzene geçildiğinde yani avcı-toplayıcı insanlardan çok sonra ortaya çıktığına inanılıyordu. Göbeklitepe’de yerleşik yasama dair izlerin bulunmaması, bulunan tahıl ve hayvan kalıntılarının evcilleştirilmiş olmaması bu teorinin yanlış olduğunu gösterdi. Tarih yeniden yazılacak mı?
Göbeklitepe bir taş madeninin yanına kurulmamış, bulunan dikilitaşların hepsi uzaktan taşınarak getirilmiş. Sütunların ağırlığı ve hacmi göz önüne alındığında, o zamanın teknolojisi ile bunun nasıl yapıldığı açıklanamıyor. Ayrıca Göbeklitepe’nin bir yerleşim alanı olduğuna dair hiçbir kanıt yok, bölgede ev, kap kacak, çöp çukuruna rastlanmamış. Fakat bol miktarda hayvan (Evcil olmayan vahşi hayvan) kemiği bulunmuş. Bu tarihsel mirasın inşa edildikten yaklaşık bin yıl sonra üzerinin kapatılarak yerin altına gömüldüğü tespit edilmiştir. Bu sayede Göbeklitepe Tapınakları, doğal koşullardan çok fazla etkilenmeden günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşabilmiştir.

TÜRKİYE ve DÜNYADAKİ YANSIMALARI

Büyük bir organizasyon ve hayal gücünün eseri olan Göbeklitepe, bu büyüklükteki en eski anıt ve ilklerin ötesinde, birçok anlamda ‘Tarihin Sıfır Noktası’nı oluşturmaktadır. İnsanın avcı-toplayıcı olarak yaşamını sürdürdüğü bir dönemde, ileri düzeyde mimarlık gerektiren tapınaklar inşa etmesi tüm dünyada şaşkınlık yaratmıştır. Tarih öncesi insanın inanç dünyasını yansıtan, sembolizmin figürleriyle zenginleştirilmiş tapınaklar, Göbeklitepe’yi Arkeoloji tarihinin en önemli keşiflerinden biri olmasını sağlamış, insanlık tarihi için eşsiz olduğu anlaşılmıştır.

Göbeklitepe Arkeolojik Alanı, 2018 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne eklendi. Türkiye’de ise 2019 yılı “GÖBEKLİTEPE YILI” ilan edildi. Göbeklitepe’nin keşfinden sonra Şanlıurfa’ya gelen yerli ve yabancı turistlerin sayısında inanılmaz bir artış oldu ve hatta 2024 yılında Dünya Neolitik Kongresi Şanlıurfa’da düzenlendi. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde Göbeklitepe ile ilgili sergiler açılıyor, konferanslar veriliyor. Kasım ayında Roma’da Kolezyum’da açılan ve Göbeklitepe’de bulunan eserlerin sergilendiği etkinlik ve Madrid Antropoloji Müzesi’nde Göbeklitepe’de çekilen fotoğrafların sergilendiği etkinlik bunlara örnektir.

KUTSAL TOPRAKLARA VEDA

Göbeklitepe’yi önemli kılan yalnızca yüksek sanat anlayışı ya da şaşırtıcı mimarisi değil, burayı inşa eden toplulukların zihinsel kapasitesi, gelişmiş toplumsal yapıları ve bugün karmaşık bulduğumuz metafizik dünya görüşü hakkında bize sunduğu kanıtlardır. Neolitik Çağ’ın Şafağı’nda, Göbeklitepe’de bir araya gelen avcı-toplayıcı klanlar, kazıdıkları yüksek kabartmalı devasa monolitlerin (Dikilitaş) arasında, yabani tahıllardan fermente ettikleri biralarını içip dünyanın bilinen en eski kült törenlerini gerçekleştiriyorlardı. Göbeklitepe sayesinde elde ettiğimiz bu küçük bilgiler bile, araştırmacıların 20 yıl önce hayalini bile kuramayacakları kadar gelişmiş, modern insanı temsil eden bir toplum yapısını gösteriyor.

Göbeklitepe’de yapılan kazıların önümüzdeki yıllarda tarihin akışına nasıl yön vereceğini, daha hangi yeni bilgileri ortaya çıkaracağını aramızda konuşarak ayrılıyoruz verimli Mezopotamya topraklarından. Bu dünyada eşi benzeri olmayan kült merkezini görmüş, yeni bilgiler edinmiş olmanın mutluluğuyla…

Kaynak: Haber Merkezi