Tarihe not: Üç yıldır ölüyorsun...
Kelimeler hiç bu kadar kifayetsiz, sözler hiç bu kadar anlamsız olmamıştı... Ne yazacağımı bilmeden, başlıyorum... Önce pandemi yaşadık, tam üç yıl önce... Hazırlıksız yakalandık bu afete çü...
Kelimeler hiç bu kadar kifayetsiz, sözler hiç bu kadar anlamsız olmamıştı... Ne yazacağımı bilmeden, başlıyorum...
Önce pandemi yaşadık, tam üç yıl önce... Hazırlıksız yakalandık bu afete çünkü benzerine çoktandır rastlamamıştık. Kayıplar verdik, acılar çektik... Tam pandemiyle mücadele ederken bir yandan yandık bir yandan titredik. İzmir depreminde 117 canımızı sonsuzluğa gönderdik. Ardından Muğla yandı, Antalya yandı, Marmaris yandı... Nice canlar uğurlandı, nice ağıtlar yakıldı. Daha kaç kere kavrulur bir beden, daha kaç kere o yas elbisesi giyiler, daha kaç kere sel olur gözümüzün yaşı derken...
6 Şubat 2023 saat 04.17...
Nutkum tutuluyor... Artık acıyı tarif edemiyor; yazan, yazabilen parmaklarımdan utanıyorum. Enkaz altında bir babanın henüz 15 yaşında, soğuk betonların arasında nefesini yitirmiş kızının ellerini bırakmaması aklıma geliyor... Buz tutmuş kanıma rağmen sıcak olan parmaklarımdan çok utanıyorum... ‘Üşüyorum anne, baba’ diye ağlayan Yağmur’dan af diliyorum... ‘Annemi de kurtarın’ kelimesi sizce de her betondan, molozdan, enkazdan ağır değil mi? Gazeteci Mehmet Akif Ersoy’un enkaz altında hala nefes alanlara yetişemeyeceğini anlayıp parmak ucunda yürümesinin çaresizliği var kalbimde. Elimde olsa, ah bir yetebilse, yetişebilse bir avazda kaldırır o tüm enkazı. O da biz de yetebilsek kurtarırdık ilk sallantıda tüm canları. Yetemiyoruz... Parmak ucunda yürür gibi çaresizce kısık kısık, utanarak nefes alıyorum.
Haluk Levent yazmış, ne yüce gönüllü bir adam. Payelerin hiçbir anlam ifade etmediğini, bir halt da etmediğini gösterircesine koştu canhıraş. Bir sözünü ölsem unutmayacağım: Bir vinç olmak istedim...
Evet, hepimiz bir vinç olmak istedik... Kaldırmak istedik, kurtarmak istedik... Bir yudum su, belki sıcak bir çorba olalım da ısıtalım, yaşatalım istedik. Sonra mesela ‘Elimizden gelse kar olabilsek’ dedik; donduran cinsinden değil ama ısıtıp koruyan, saklayan... Belki bir kolon olmak istedik, tonlarca ağırlığı atıp üzerimizden tüy olmak istedik... Hatta bir saat olmak istedik, tüm acıları silerek geri geri yürürken akreple yelkovan...
Çok şey istedik de kimse yitip gitsin istemedik...
Bunları yazarken Şükrü Erbaş’ın bir şiiri geliyor aklıma...
Üç yıldır ölüyorsun Hatice
yataktan kalkıyorum, ölüyorsun
odadan odaya geçiyorum, ölüyorsun
su içiyorum, boğazımda mezar hecesi bir taş
Bademaltı'ndayız, ayaklarını sevdiğin günler
Ölüler de soluk almak ister
limon çiçeklerinden bir yaşama ayini
‘Yaptım, mamur ettim, geri devirdi’ diyor bir ses
Gözbebeklerinden topuklarına çekiliyor dünya
Eteklerinden düşüyorum, düşüyorum...
İşte, geliyorsun... Kış soluğun saçaksız kuşlar
iki omuzunda bitmiş gün
ellerinden tutuyorum
birden ölüyorsun...
Birçoğunun ellerinden tutamadan yitirdik... Sarmadan, saramadan... Elimiz uzanmadı, kolumuz tutmadı. Dizlerimizin bağı çözüldü, duyan olmadı... Hepimizde vardı suçu. Çok söz söylenir ama... Şimdi acı zamanı...