TANAP’taki eksik kapasite, İran’ın doğalgazda yaşattığı büyük riski sıfırlayabilir…
Bugünlerde Türk iş dünyası hiç olmadığı kadar tedirgin… İran’dan gelen doğalgaz boru hattında yaşandığı iddia edilen arıza nedeniyle doğalgaz çevrim santrallarına gaz kısıntı uygulaması devam ediyo...
// İŞ DÜNYASI DİKEN ÜSTÜNDE
Üretim planları var, ihracat taahhütleri var, satış sözleşmeleri var, var da var…
Özellikle de yurt dışındaki müşterilere bu durumun nasıl izah edileceği ayrı bir sıkıntı elbette. Hele hele Avrupa’da, pek çoğu bizden çok daha sert kış ayları geçiren ülkelerin böyle bir sorunla karşılaşmaları olası değil.
Ancak sorunun bir başka boyutu daha var.
Yaşanan durum, “arıza kaynaklı bir kesintinin, nasıl olup da koca ülkenin üretimini 72 saat boyunca durdurabileceğini” izah etmekte yetersiz kalıyor.
Türkiye’yi 1850 km boyunca doğudan batıya kat eden Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) 2018 yılında; Karadeniz’i baştan başa kat ederek Trakya’da karaya çıkan Türk Akım Doğalgaz Boru Hattı 2020 başında devreye alındı.
// BU KADAR YATIRIM İŞE YARAMADI MI?
Tuz Gölü’nde ve İstanbul Silivri’de yeraltı doğalgaz depolama tesisleri inşa edildi, gösterişli törenlerle açıldı ve depolama kapasitelerinin artırılma yatırımları sürekli devam ediyor. 2022 sonunda bu iki tesisteki depolama kapasitesi 4,6 milyar metreküp (bcm) seviyesine ulaşacak.
Türkiye’nin acil durumlar için yedekte tuttuğu sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) tesisleri ise Aliağa’da ve Marmara Ereğlisi’nde bulunuyor. Bu iki tesiste FSRU olarak adlandırılan Yüzer LNG Depolama ve Gazlaştırma Üniteleri de yer alıyor.
Türkiye böylesine farklı kaynaklardan doğalgaz ile beslenirken ve kaynak çeşitliliği sağlanmışken; İran Doğalgaz Boru Hattı’nda yaşanan kesintinin böylesine büyük etki yaratması herkesi şaşkına çeviriyor.
Türkiye’nin toplam doğalgaz tüketimi 2021 yılında bir önceki yıla göre yüzde 22,9 artışla 61 milyar 552 milyon metreküp oldu. Doğalgaz abone sayısında, elektrik üretiminde doğalgazın payında ve sanayi üretiminde yaşanan artışlar, elbette doğalgaz tüketimi ve ithalatında artışı beraberinde getiriyor.
Doğalgaz tüketimi kış aylarında doğal olarak artıyor. Sözgelimi yurdun pek çok yerinde dondurucu soğuk etkili olurken, günlük tüketim 300 milyon metreküp seviyesine yaklaşıyor.
Ancak yine de 10 milyar metreküp/yıl kapasiteli, İran Doğalgaz Boru Hattı’nda yaşanan (ki hemen hemen her sene aynı durumu yaşıyorduk) bir kesintinin nasıl olup da koca ülkenin üretim damarlarını felce uğrattığı anlaşılamıyor.
Enerji bürokrasisi ve ilgili kamu otoritelerinin bu soruna mantıklı bir cevap vermesi gerekiyor.
// TANAP’TAKİ EKSİK KAPASİTE
Biz bu cevabı bekleyeduralım, Türkiye’nin enerjide en stratejik hamlelerinin başında gelen TANAP hattında ciddi bir atıl kapasite bulunuyor.
30 Haziran 2018’de devreye alınan ve başlangıç kapasitesi yıllık 16 milyar metreküp olan TANAP, bu kapasitenin 6 milyar metreküpünü Türkiye’nin kullanımına verecek, 10 milyar metreküpünü ise Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) projesi ile Yunanistan ve Arnavutluk üzerinden İtalya’ya sevk edecekti.
2020 sonuna kadar geçen iki buçuk senede Türkiye’nin gaz çekimi 8,5 milyar metreküp seviyesinde kaldı. TANAP yönetimi 2021 Ocak ayında yaptığı açıklamada, 2021 yılından itibaren Türkiye’ye her yıl 6 milyar metreküp, TAP hattına ise yıllık 10 milyar metreküp gaz verileceğini ifade etmişti.
Ancak bu noktada gözden kaçan bir konu daha var
// KAPASİTE İKİ KAT ARTABİLİR
Tam bir mühendislik harikası olan TANAP projesinin sadece başlangıç kapasitesi 16 milyar metreküp… İlave yatırımlarla sistem kısa sürede 24 milyar metreküpe ve hemen sonrasında 31 milyar metreküpe çıkarılacak şekilde projelendirildi.
Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 yataklarından çıkarılan gazın taşındığı TANAP’ın bir başka kritik özelliği daha var.
Boru hattındaki gazın sahiplerinden biri Türkiye!
2014 yılında çok kritik bir karara imza atan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Fransız enerji devi Total'in Şah Deniz Projesi'ndeki yüzde 10 payını alarak, hissesini yüzde 9’dan 19'a çıkarmıştı.
Bir başka deyişle Türk devleti, müşterisi olduğu malın ortağı olmuştu
// GAZ BİZİM, HAT BİZİM…
An itibarıyla Şahdeniz 2 sahasının ortaklık payı BP (İngiltere) % 28,8, TPAO (Türkiye) % 19, SOCAR (Azerbaycan) % 16,7, Petronas (Malezya) % 15,5, LUKoil (Rusya) % 10) ve NIOC (İran) % 10 şeklinde.
TANAP’ın ortaklık yapısında ise Azerbaycan’dan Güney Gaz Koridoru Şirketi’nin (SGC) yüzde 51, SOCAR Turkey Enerji AŞ'nin yüzde 7, BOTAŞ’ın yüzde 30 ve BP’nin yüzde 12 hisseleri bulunuyor.
Bu durumda Türkiye’nin ortağı olduğu Şahdeniz 2 sahasından çıkarılan doğal gazı, yine ortağı olduğu TANAP hattı ile kendi tüketicisine ve sanayicisine daha fazla arz etmesi gerektiği ortaya çıkıyor.
İran’dan gelen boru hattında her sene yaşadığımız ve artık bıkkınlık veren kesintilerin / arızaların Türkiye gibi dev bir üretim ekonomisini felç etmesinin tek bir mantıklı izahı bulunmuyor
AZERBAYCAN’DAN GELEN TEK BORU HATTI TANAP DEĞİL
“Bir Millet, İki Devlet” olduğumuz can Azerbaycan’dan Türkiye’ye gelen doğalgaz boru hattı TANAP ile sınırlı değil. Türkiye ile Azerbaycan arasında 2001 yılında imzalanan anlaşma çerçevesinde hayata geçirilen Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) Doğalgaz Boru Hattı, yılda 6 milyar 600 milyon metreküp Azerbaycan gazını Türkiye’ye taşıyor.
Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı (BTC) ile aynı koridoru kullanan 980 km uzunluğundaki hattan 2007 yılından bugüne kesintisiz gaz akışı sağlanıyor. Bugün itibarıyla Türkiye’ye yılda 12,5 milyar metreküp (6,5 milyar m3 BTE ve 6 milyar m3 TANAP) gaz tedarik eden Azerbaycan’ın, Türkiye’nin doğalgaz ithalatındaki payı yüzde 21 seviyesinde. TANAP’ın kapasitesinin 16 milyar metreküpten 31 milyar metreküpe çıkarması ve Türkiye’nin bu hattan her yıl en az 20 milyar metreküp gaz alması mümkün olabilecek. Bu duruma İran kaynaklı sorunun tamamıyla aşılacağını, hatta İran hattına gerek bile kalmayacağını söylemek mümkün olabilecek.
++++++++++++++++
SAYIN SAĞLIK BAKANI! SİZDEN VE EKİBİNİZDEN ÇOK KORKUYORUZ!
İki yılı aşkın süredir dünyayı adeta istila eden Covid pandemisinin, yeni virüs varyantları ile daha uzun süre hayatımızda kalacağı anlaşılıyor.
Son varyant Omicron’un, vaka sayılarını adeta patlatması ile tüm gelişmiş ülkeler yeni önlemleri birbiri ardına açıklıyorlar. Henüz sokağa çıkma yasaklarına dönüş olmasa da hayatın akışkanlığını azaltıcı pek çok önlemi devreye alıyorlar.
Ya biz?
Saldım çayıra mevlam kayıra” deyişini doğrularcasına, akıl almaz olaylar dizisi gösterimde kalmayı sürdürüyor. Bugüne kadar hiç aşı olmamış, dolayısıyla hastalıktan birinci derecede etkilenecek, hatta ölebilecek kişilerin, seyahat öncesinde PCR negatif test sonucunu ibraz etme zorunluluğu kaldırılıyor.
// 24 SAATTE TAM TERS KARAR
Bu kararın üzerinden 24 saat geçmeden sadece uçak yolculuklarında talep edilmesine karar veriliyor. Herkes bu kararın Bilim Kurulu tarafından verildiğini düşünüyor.
Ama kazın ayağının öyle olmadığı, bir bilim kurulu üyesi profesörün, İsmail Küçükkaya’nın sabah programında cümle arasında yaptığı bir açıklama ile anlaşılıyor.
İki senedir salgını muhteşem (!) yöneten Sağlık Bakanlığı, Bilim Kurulu’nun onayını almadan tüm test zorunluluklarını kaldırıveriyor. Vaka sayılarımız 75 binlerde gezinirken, açıklanan rakamların gerçeğin çok altında olduğunu hepimiz biliyoruz.
Sağlık Bakanlığı’mız işi sürü bağışıklığına terk etmiş görünüyor.
// ÇOCUKLAR DÂHİL DEĞİL
Ve çocuklar…
12 yaş altındaki Covid-19 pozitif olan çocuklar hâlâ kayda alınmıyor, verileri de kamuoyu ile paylaşılmıyor.
Başlıktaki korkumun nedenini merak eden okurları bekletmeyelim.
Bizzat yaşayarak deneyimlediğim bir haftalık maceramı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ve okuyunca eminim sizler de salkım saçak iş yapan ve saçma sapan kararları duraksamadan verebilen Sağlık Bakanlığı yönetiminin, halkın sağlığı üzerinden oynağı kumarı görerek korkacaksınız…
Önceki hafta sonu 7 yaşındaki oğlumun öksürüğündeki değişim ve halsizliğinden kuşku duymamız üzerine yaptırdığımız Covid testi pozitif çıktı.
İlk olarak testi yaptırdığımız özel hastaneden, daha sonra Sağlık Bakanlığı ve Karşıyaka İlçe Sağlık Müdürlüğü’nden en son olarak da oğlumun okulundan gelen telefon ve SMS mesajları ile haberi almış olduk.
İletişim sistemi gayet güzel çalışıyordu.
Ya bilimsel yeterlilik ve mantık ne âlemdeydi?
Görecektik…
// “HAYATINIZA DEVAM EDİN”
Sağlık Bakanlığı’na ait 0312 912 14 53 numaralı telefondan arayan; doktor mu uzman mı çağrı merkezi elemanı mı olduğu belli olmayan bir vatandaş panik yapmamamız gerektiğini; oğlumun bir hafta boyunca evde karantinada kalacağını; benim ve annesinin ise normal hayatımıza devam etmemiz gerektiğini söylüyordu.
Bizlerin HES kodlarına “Temaslı” tanımlamasının yapılmayacağını söyleyen vatandaşa, “Bu çocukla dün iki saat yanak yanağa çizgi film seyrettim. Annesi de sürekli temas halinde. Ve her ikimizde de Covid belirtileri var. Ne yapmalıyız” diye sordum.
Bizleri rahatlatmak amacıyla mıdır nedir son derece umursamaz şekilde konuşan vatandaş, test yaptırmamıza gerek olmadığını, kendimizi kötü hissedersek hastaneye başvurabileceğimizi, filyasyon ekiplerinin de bizleri evde ziyaret edeceklerini de söylüyordu.
Bakanlıktan gelen SMS mesajlarında F. Erdur ve İ. Özkan’dan oluşan filyasyon ekibine verilmesi için beş haneli bir onay kodu da veriliyordu.
O an tepem atmıştı.
“Yahu kardeşim” dedim, “Ben şu anda yüzde yüze yakın ihtimal pozitif vakayım. Toplu taşıma kullanırsam, işe gidersem bu virüsü başka insanlara bulaştırabilirim. Ayrıca bizim çalışanlarımız var. Onlarla aynı ofisi paylaşıyoruz. Normal hayatımıza devam edin derken onları da riske atmış olmuyor muyuz?” diye devam ettim.
Derin bir sessizliğin ardından, “Beyefendi ben size kuralları söylüyorum. Nasıl davranacağınız size kalmış” cevabını aldım.
// NE ARAYAN NE SORAN…
Gerçekten ilginç bir durumla karşı karşıya kalmıştık.
Aradan geçen bir hafta da Filyasyon Ekibi’nin F’si bile ortalarda görünmüyordu. Ekibin iletişimi için belirtilen 0312 990 14 53 ve 0312 912 14 53 numaralı telefonları pek çok kez aradık. Telefonu açan ses kaydını dinlemekle yetindik.
Hiç aşı olmayan ve erken yaşlarında bağışıklık sorunları yaşadığımız çocuğumuzun durumunu tedirgin halde izleyerek stres dolu bir haftayı tamamladık.
Sorumluluk duygumuz gereğince, “HES kodumuzda temaslı bile olmadığımız” halde kimse ile temas etmedik, çalışanlarımızı evlerimize yolladık, toplu taşıma vb araçları kullanmadık.
Ve evet…
100 yıla yaklaşan Cumhuriyetin ilk örgütlenen kamu kurumlarının başında gelen Sağlık Bakanlığı’nın, Covid pandemisi karşısında gelmiş bulunduğu ağlama duvarı burası…
“Dinlenin, yatın geçer, bi şeycik olmaz” kafasındaki kadroyu ve örgütlenmeyi görünce…
Korkuyorum…
Evet çok korkuyorum.
Maazallah bir savaşa girsek, en az Silahlı Kuvvetler kadar yüksek sorumluluk alacak bir kurumun halkını terk ettiği yer tam da burası.
++++++++++++++++
29 YILDIR TAHSİL EDİLEMEYEN BORÇ!
Uğur Mumcu tam 29 yıl önce bugün, karlı bir Ankara sabahında, kalleşçe katledilmişti.
Uğur Mumcu’nun katledildiği yere giderek ağlamaklı bir tonla söz veren dönemin İçişleri Bakanı merhum İsmet Sezgin, “Bu suikastın faillerini ve arkasındaki güçleri bulmak devletin namus borcudur” demişti.
Samimi miydi, bilemiyorum.
Ama devlet, sözünü tutmadı.
O borç, 27 yıldır alacak hanemizde yazıyor…
Tahsil edilmeyi bekliyor…
Bu hafta pek çok kentte Uğur Mumcu’yu anma etkinlikleri düzenlenecek.
Onun ne kadar büyük gazeteci olduğu, yokluğunun Türk basınında ne kadar büyük boşluk bıraktığı, araştırmacı gazeteciliğin büyük darbe yediği süslü cümlelerle anlatılacak.
Ama yine kimse şu soruyu sormayacak:
“Geçmişi yaklaşık 200 yıl öncesine dayanan Türk basını, neden ikinci bir Uğur Mumcu’yu çıkaramadı?”
Suikastın adlî yönünü bir tarafa bırakıyorum. Ancak Türk gazetecilik mesleği açısından yaşadığımız yakıcı sorun neden hâlâ aşılamadı?
Birileri için imâ yaptığım sakın düşünülmesin.
Böyle bir tarzımızın olmadığını okurlarımız biliyor.
// “UĞUR MUMCU” GAZETECİLİĞİ…
Bugün Türkiye’de elbette çok başarılı gazeteci meslektaşlarımız, ustalarımız, ağabeylerimiz, ablalarımız var.
Ancak, Uğur Mumcu’dan sonra Türkiye’de “uluslararası standartlara ve profile sahip” bir gazeteci portresi hâlâ yoktur.
Ne demek istiyorum?
En tehlikeli yollara gözünü kırpmadan saparak; Rabıta’yı ortaya çıkaran, Bomba Davası’nı sorgulayan, İlaç Dosyası’nı kitap haline getiren, Tarikat-Siyaset-Ticaret üçgenini tüm açıklığı ile ortaya çıkaran, Kürt Dosyası’nı açan, silah kaçakçılığı dosyalarını araştıran; Abdullah Çatlı’nın, Mehmet Ali Ağca’nın davalarını bizzat İtalya’da izleyip kitap haline getiren, daha yüzlerce konuyu gümbür gümbür Türkiye ve dünya kamuoyunun gündemine sokan bir gazeteci profilden söz ediyorum.
Katledilmesinden bir süre önce PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın MİT ile ilişkisini sorgulayarak kitap hâline getirmeye hazırlanan bir gazeteciden…
Böylesine yakıcı ve tehlikeli konuları cerrah titizliği ile incelerken, Cumhuriyet devriminin kazanımlarını şehir şehir gezerek verdiği konferanslarda anlatan yürekli bir aydından bahsediyoruz.
Ve tüm bu başarılarını sadece 51 yıllık hayatında başaran bir aydından…
İşin kötüsü, Uğur Mumcu kalibresinde gazetecilerin yetişmemesi, Türk toplumunun gazeteciliğe ve gazeteciye bakışına da büyük hasar veriyor.
+++++++++++++++++++
HAFTANIN SÖZÜ
Uygarlık, betona, kaba kuvvete, güce, erkeğe tapmak demek değildir:
Uygarlık, adalet, eşitlik, doğaya ve insana saygı demektir.
Prof. Dr. Emre Kongar
+++++++++++++++