Nihat AK/EGE TELGRAF- Küresel ölçekte kaydedilen en sıcak gün 21 Temmuz, İzmirli vatandaşlar arasında büyük deprem korkusuna yol açtı. Hafızasında 26 Temmuz 1971’deki 6.8 büyüklüğündeki Bingöl Depremi, 17 Ağustos 1999’daki 7.4 büyüklüğündeki İzmit Depremi, 19 Eylül 1985’deki 8.0 büyüklüğündeki Mexico City Depremi, 21 Eylül 1999’daki 7.6 büyüklüğündeki Chi-Chi (Taiwan) Depremi, 15 Temmuz 2009’daki 7.8 büyüklüğündeki New Zealand Fiordland Depremi olan vatandaşlar riskler konusunda objektif değerlendirmeler duymak istiyor. Halkın büyük kaygılarına yol açan soruyu deprem bilimci jeofizik mühendisi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan Ege Telgraf’a değerlendirdi. Ercan, “Depremlerin nedeni iklim değişikliği değil. Depremlerin oluş nedenleri yerin 30 ile 50 kilometre derinliğindeki mağma hareketleridir. Mağma hareketleri depremlerin olup olmayacağındaki ana faktördür. Havanın çok sıcak ya da çok soğuk olması deprem sebebi değildir bilimsel olarak. Halk arasında dolaşan söylentinin bilimsel bir gerçekliği yoktur!” dedi. 

‘BANA GÖRE CİNAYET!’

Deprem konusunda Türkiye'de bir tezatlığın olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Ercan, “Türkiye 1. derece deprem kuşağı üzerinde değil. Buna rağmen depremlerin felakete dönüştüğü ülke sıralamasında dünya üçüncüsü. Ülkemizde depremin daima olacağının, olmaması halinde bir şeylerin ters gittiğinin bilinmesi gerekir. Ters giden şeylerin araştırılması gerekir. Depremlerin felakete dönüşmemesi, depremde ölmenin kader olmadığının bilinmesi gerekiyor. Bornova Ovası'nı, Bayraklı Ovası'nı yapılaşmaya açmayın diyorum. Bornova Ovası'nın, Bayraklı Ovası'nın yapılaşma yasaklı alan olması gerekiyor. Tüm uyarılarımıza rağmen 30 Ekim 2020 Cuma günü gerçekleşen olay bir cinayettir bana göre. Bilimin kullanılmadan oraların yapılaşmaya açılması hele hele depremden sonra yıkılan yapıların yerine yine orada yapıların yapılması bir cinayettir. Depremde alınmadık bir derstir. İzmir'in en yüksek binaları oraya en kötü olan yere yapılmaya devam ediyor” ifadelerini kullandı. 

KURTULUŞ DAĞLARDA

İzmir’in dağlık bölgelerindeki alanların yapılaşmaya açılması gerektiğine vurgu yapan Prof. Dr. Ercan, “Depreme dayanıklı yapıların oluşturulmasında coğrafi konumun kritik bir rol oynuyor. Dağlık alanlar, genel olarak daha sert kaya yapıları ve stabil zeminler sunuyor. İzmir'de Yamanlar Dağı'nın yapılaşmaya açılmasını 30-40 yıldır söylüyorum. Sonunda açıldı ama yapılaşmayı açmak yetmiyor. Oralara gidecek insanlara  eğlence alanları, hastaneler, sportif etkinlik alanları gibi sosyal donatılar da sağlanmalıdır. İnsanlar, yaşam kalitesini artıran bu tür olanaklara sahip olmadıkça dağlara taşınmak istemez. Sosyal donatıları eğer Karşıyaka'da bir kesiminde bulundurursanız insanlar dağa çıkmaz. Güvenli evlere taşınmazlar. Ama İzmir'in kurtuluşu da özellikle dağların sağlam zeminlerinin bulunduğu tarafta” diye konuştu.

‘ALKIŞLIYORUZ AMA...’

TOKİ konutlarının depreme dayanıklılığı konusunda genel olarak olumlu görüşlere sahip olduğunu ama bazı uygulamalarda dikkat edilmesi gereken noktalar olduğuna da vurgu yapan  Ercan, “Gerek yerel yönetimler gerekse merkezi yönetim deprem bilimcilerle görüş alışverişi yapıyor. TOKİ, özellikle deprem riski yüksek bölgelerde sağlam ve güvenli konutlar inşa etmeye çalışıyor. Bu, büyük bir adım ve takdir edilmesi gereken bir çaba. TOKİ’nin depreme dayanıklı toplu konutlar alkışlanacak bir durumda. Ama TOKİ yasasıyla onu kullanarak bazı çıkarcı çevreler kentsel dönüşüm yapıyoruz derken kamunun elindeki askeriyeninki gibi arazileri  bazı bireysel çıkarlar uğruna yapılaşmaya açıyor. Bunlar güzel şeyler değil!” şeklinde konuştu. 

ÇEVRE MERKEZLİ KENTLER

Kentsel dönüşümde yenikent modellerinin geliştirildiğine dikkati çeken öğretim görevlisi Dr. İlker Kahraman, “Dünyada yenikent modelleri deneniyor. Yenikent modellerinde tek bir merkez yerine farklı merkezlerin oluşturulması çokça uygulanan sistemlerden biri. Bizde ne yazık ki kent merkezinde çok kalabalık bir etkileşim yapılıyor. Onun yerine yabancıların ‘subir’ dediği; çevre merkezli ve buralara nüfusun dağıtılması hem yatay yapılaşmayı etkiler ve tetikler hem de merkezlerin çoğalmasıyla beraber asıl şehir merkezi olarak isimlendirilen alandaki trafik ve altyapı problemlerinin de önüne geçilmiş olur. Bu doğru bir yaklaşım. Türkiye'de bunu çözebilecek doğru plancılar var. Ama o planlamanın bizim ihtiyaçlarımızı karşılayacak çeşitli unsurlarla birleşmesini sağlamak gerekir. Bu da itfaiyesinden hastanesine, çöp toplanmasından polisine kadar her şeyin planlanması gerekiyor. Bunu sağladığımızda daha sağlıklı bir kentleşmeye doğru gidebiliriz” dedi. 

Türkiye'nin obruk tehlike ve risk haritası güncelleniyor Türkiye'nin obruk tehlike ve risk haritası güncelleniyor

‘TAM BİR GARABET’

Yerel yönetimlerin TOKİ hareketlerini kontrol etmesi gerektiğini kaydeden Dr. Kahraman, “Yerel yönetimler depreme dirençli kentsel dönüşümleri başarıyla yapabilir. TOKİ'nin mesela Selçuk'ta yaptığı şey çok yanlış. TOKİ'nin hareketlerinin de kontrol edilmesi gerekir. O yüzden merkezi hükümetin yanlış kararlarının tekrar elden geçmesi çok daha doğru olur. TOKİ'nin Selçuk'ta yaptığı bir garabet var, Selçuk'un girişinde. Niye yapıldığını kimsenin bildiğini zannetmediğim bir yapılaşma var. Bunun gibi yaklaşımların, beceriksiz yaklaşımların önüne geçilmesi gerekir. Çünkü bunlar kente çok uzun soluklu problemler olarak dönmekte. Yeni başka problemler yarattıkları için de bizim için doğru, doğal kabul edilebilecek ve başarılı olarak lanse edilebilecek yaklaşımlar kesinlikle değil” ifade etti.

Kaynak: EGE TELGRAF