- Ülkenizde faşist var mı?
- Faşist olduklarını bilmeyen ama zamanı geldiğinde bunu öğrenecek bir sürü insan var.
Seviyorum seni, tüm insanlığın aç kalmama hakkını sevdiğim gibi: Ernest Hemingway
Keşifler çağında bir deniz kâşifine; “Okyanus nasıl bir şeydir?” diye sorduklarında şöyle bir yanıt verir: “Okyanus a...
Keşifler çağında bir deniz kâşifine; “Okyanus nasıl bir şeydir?” diye sorduklarında şöyle bir yanıt verir: “Okyanus anlatılmaz. Renkli renkli balıklarını anlatsam fırtınasının, fırtınasını anlatsam sonsuzluğunun, sonsuzluğunu anlatsam, adalarındaki deniz kuşlarının hatırı kalır…Okyanus anlatılmaz, düşlenir…” Sanki aşktan söz etmiyor mu sizce de?
Ernest Miller Hemingway 1940’ta onuncu kitabını yayınlar. Kitap şöyle bir notla piyasaya çıkar:
“Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; ana karanın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor.”
Anladığınız gibi, bu kitap daha sonraları birçok gerilla savaşında öğretici kitap olarak kullanılacak olan “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” adlı ünlü romanıdır Hemingway’in. Peki, Amerika “yitik kuşak” yazarlarından biri olan Ernest Hemingway nasıl oluyor da diğerlerinden, örneğin Dos Passos’tan, örneğin Fitzgerald’dan ya da Faulkner’dan çok daha ileride, edebiyat tarihine sürekli bir aktif yanardağ gibi, dokunanın elini yakan eserler bırakabilmiştir?
Bunun yanıtını verebilmek için çok gerilere gitmekte fayda var. Ta Ernest Hemingway’in çocukluğuna… Doktor bir babanın ikinci çocuğu olan Ernest, henüz beş yaşındayken, yani 1903’te, zengin konaklarının bahçesinde, elinde oynadığı sivri uçlu bir sopanın üzerine düşer. Sopa ensesinden batıp, bademciklerini deler. Baba Hemingway çok acı çeken oğluna ilk tedaviyi uyguladıktan sonra bu gibi acı durumlarda hayatı boyunca unutamadığı bir öğüt verir oğluna: Islık çalmak.
“Ne zaman acın dayanılmaz olursa, ıslık çal.”
Üzerinden yıllar geçer bu olayın. 1918’de Birinci Dünya Savaşında Fossalta di Piave’den (İtalya’da bir yerdir burası) 22 Haziran tarihli bir mektup yazar Amerika’ya Hemingway. Şöyle der:
“… benim yapmam gereken… yaralılara ve cephedeki askerlere çikolata, sigara dağıtmak… İyi zaman geçiriyorum ama… doğru dürüst bir Amerikan kızı görmeyi çok özlüyorum.”
Yirmi yaşında savaşa katılmış olan bu delikanlı hiç bir zaman sıcak savaşın dışında kalamayacak ve 18 Ağustos 1918’de Milan’dan gönderdiği ikinci mektubunda şöyle yazacaktır:
“… doğrudan vuruş olduğunda arkadaşlarınız üzerinize dağılır. Dağılır sözlük anlamıyla… Kahramanca bir şöhretin fazla anlamı yok savaşta, fakat bir yaşamı olmanın çok anlamı var… Havan mermisinden aldığım 227 yara, o zaman birazcık bile acı vermedi. Yalnız ayaklarım, lastik çizme giymişim de, su dolmuş gibi oldu. Sıcak su. Ve diz kapağım gariplik ediyordu. Makineli tüfeğin kurşunu bacağıma girdiğinde, buz gibi bir kartopu aniden çarpmış gibi hissetmiştim… Şimdi yaralarımı, 227 küçük şeytan, tırnaklarıyla kazıyormuş gibi acıyor… “
Bu mektubu yazdığı hastanede, askeri birliğin fotoğrafçısı, Hemingway’in bu sevimsiz anısını sabitlemek için bir fotoğrafını çeker. Yıllar sonra fotoğrafa dikkatle baktığımızda, Hemingway’in ıslık çaldığını fark ederiz.
Boksörler, boğa güreşçileri, jokeyler, generaller, rahipler, gazeteciler, İspanyol soyluları, Küba devrimcileri, bar sahipleri, fahişeler, sinemacılar ve daha burada sayamadığım birçok ünlü- ünsüz insanla dostluğu bulunan Hemingway’in diğer kuşak yazarlarından daha ileride, daha başarılı olmasına şaşırmamak gerek bence. Çünkü savaşın doğurduğu yıkıcı umutsuzluk dadaizm anlayışı, beş altı yıl sonra yerini sürrealizme bırakacak ve tedirgin, değer tanımaz bir sanat anlayışı dünyaya egemen olacaktır. Scott Fitzgerald bu günlerin düş kırıklığını yazarken, Dos Passos kapitalizme karşı çıkışı, William Faulkner ise kendi tarzıyla çökmekte olan Amerika düşünü yazacaktır. Cladwell liberalizme karşı çıkışı dile getirirken, Steinbeck eski-yeni çatışmasıyla bir tahlile gidecektir. Bütün bunların arasında Hemingway; temsil ettiği gazetenin muhabirliği için savaşa katılmış, gerçek bir ölüm-yaşam mücadelesine tanıklık etmiştir. Ne yazması beklenir ki bunca genç yaşında, ölüme bu kadar yaklaşan birinden? Tabi ki ölüm ve savaş, tabi ki ta derinden, en derinden duyulan hayatın güzelliği. İşte, iki kez uçak kazası geçiren, ikinci dereceden yanan Hemingway’in hayatla ilişkisinin dolayısıyla eserlerinin canlılığının nedenini buralarda aramak gerek bence; özgürlük tutkusunda ve cesaretinde!
“Özgürlük, insanın yaptığı pisliği ortalıkta bırakması değildir. Hiçbir hayvan kediden daha özgür olamaz ama o bile pisliğini toprağa gömer. Kediler en iyi anarşistlerdir. İnsanlar kediden anarşizmin ne olduğunu öğreninceye değin onlara saygı duymayacağım.” (Çanlar Kimin İçin Çalıyor’dan alıntı)
22 Haziran 1918 tarihli mektubunu şöyle bitirir: “Bir tek dans için savaş madalyası şansımı verirdim.” Yılgınlık, bıkkınlık, hayattan alacağı varmış gibi temposu ışık hızında bir hayat süren Hemingway, yaşamının en yoğun gel-gitlerinde yazmaya başlar. Önce küçücük öykücükler ve şiirlerle oluşturduğu ilk kitabı “Üç Öykü ve On Şiir”i yayınlar. (1923) Bir yıl sonra 1924’te “Günümüzde”, 1926’da “Bahar Selleri ”gelir. İstediği kıvama henüz ulaşamamıştır kaleminin ritmi.
“Özgürlüğü ve insan onurunu sevdiğim gibi seviyorum seni, tüm insanların çalışma hakkını, aç kalmama hakkını sevdiğim gibi…” (Çanlar Kimin İçin Çalıyor’dan alıntı)
1928’de şeker hastası olan babasının ölüm haberi gelir. Baba Hemingway intihar etmiştir. Otuz yaşındaki Ernest, babası intihar ederek ölen birinin yapabileceği en soğukkanlı tavırla karşılar bu haberi. Ölümden bıkmıştır artık. Kanıksama noktasına gelmiştir onun için ölüm. Oysa o balık tutmayı, boğa güreşi seyretmeyi düşlemektedir. Çok iyi bir Hıristiyan olmamakla beraber, kiliseyi de düşlemektedir günahlarından arınmak için. 1929’da ilk kez boks dersi verdiği Ezra Pound ve Gertrude Stein’in desteği olmadan ayakları üzerinde durur ve adının birçok yerde anılmasını sağlayacak ilk büyük eserini yayınlar: “Silahlara Veda”. Sonra tam bir fırtına başlar. “Öğleden Sonra Ölüm”, “Afrika’nın Yeşil Tepeleri”, “Klimanjaro’nun Karları”, “Ya Hep Ya Hiç” ve 1940’da “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”...
Artık dünyanın tanıdığı ve dönemi içinde yazarak para kazanan ender yazarlardan biri olur Hemingway. Ünlü film firması Paramount, “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” romanını filme çekebilmek için Hemingway’e tam tamına yüz elli bin Amerikan doları öder. Bu o güne kadar ne duyulmuş ne görülmüş bir telif hakkıdır. Kitap dokuz hafta gibi kısa sürede yüz seksen dokuz bin adet satar; daha sonra yine kendisinin kıracağı ulaşmanın çok zor olduğu bir rekor olarak edebiyat tarihine geçer.
“Sanki seni uzun zamandır tanıyormuşum gibi konuşuyorum seninle. “Böyle olur” dedi. “İnsanlar birbirlerini anladıklarında böyle olur.” (Çanlar Kimin İçin Çalıyor’dan alıntı)
DÜNYA TURU
Başarı ve paraya ulaşan Ernest, dünya turuna çıkar. Kitaplarından takip edildiğinde bile anlaşılabilecek bu yolculuklardan birinde, Afrika’da uçağı yere çakılır. Ve ikinci derece yanan Hemingway, mucize eseri kurtarıldığında yine ıslık çalarken görülür. 1950’de “Nehrin Ötesi” ve ardından 1952’de “Yaşlı Adam ve Deniz” romanları yazarlık tarihine birer klasik armağan ederken, Hemingway’e de 1953’de Pulitzer, 1954’de de Nobel Edebiyat Ödülü getirir. O hâlâ ıslık çalmaya devam eder. Çünkü bu kez sağlığından ciddi şekilde kaygılıdır. Babası gibi şeker hastasıdır ve sinirlerinde kilitlenmeler olmaya başlamıştır. Felç ya da kalp krizi kapıdadır.
“Akıllı insanların mutlu olması öyle güç ki... Fakat iyi adamların hepsi neşelidir..” (Cennet Bahçesi’nden alıntı)
Ait olduğu ülkenin siyasi politikasının aksine ülkesi Amerikanın Guetemala çıkarmasına; herkesten farklı bir gözle bakıp, “Komünist komplosu” olmadığını açıklayan tek yazardır o. Ömrünün son günlerinde düşlerinin peşinden Küba’ya giderken bile yıllar önce kurduğu cennete inanmaktadır:
“Benim için cennet, benden başka hiç kimseye avlanma izni verilmeyen alabalık dolu bir ırmaktır. Ve şehirde iki güzelim ev, biri karım ve çocuklarımla tek eşli olacağım ve onları gerçekten seveceğim, öteki dokuz katında dokuz güzel metresim… Sonra Pomplono’daki gibi bir evden ötekine giderken gidebileceğim ve günah çıkarabileceğim güzel bir kilise olmalı ve atıma binmeliyim… Boğa çiftliğine sürüp, yol boyunca yaşayan bütün gayrimeşru çocuklarıma bozukluklar toslamalıyım…”
(Meraklısına Not; Bu düş, 01.07.1925 tarihinde, İspanya Burguete damgasıyla, Scott Fitzgerald’a gönderilen bir mektubunda yazılmıştır.)
Bugün dünyada haklı olarak edindiği yere kimsenin söz söyleyemediği Ernest Hemingway, hayatın içinden biri olmakla hep hayranlık kazanmıştır. Ama birçoğunun bilmediği bir yanı da katil oluşudur Hemingway’in. Evet, katil!