Mazlum VESEK-EGE TELGRAF-Şair-yazar Tuğçe Yerdelen aynı zamanda bir İzmir tutkunu. Ancak İzmir'in İstanbul kadar şiirde yer almayışının da altını çizdi. Yerdelen ile yeni kitabını ve güncel edebiyatı konuştuk.

Hayatın İçinde Edebiyat kitabınızla bir kez daha okuyucu karşısındasınız. Kitaptaki yazıların bir kısmını gazetelerde okuduğumuzu hatırlıyorum. Bununla birlikte üretken bir yazar olduğunuz görülüyor. Nasıl bir çalışma yönteminiz var ve motivasyon kaynağınız hakkında bize ipuçları verir misiniz?

Evet bir kısmı çeşitli gazetelerde çıkan yazılardan oluşuyor. Yazı yazmak mesleğimden öte benim yaşam biçimim haline dönüştü. Aklının kenarında gezinenleri bazen de zihnimde büyük yer kaplayan konuları, olayları kağıda dökülmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ben de biliyorum, "Söz Uçar, Yazı Kalır" Bana kalırsa hepimizin bu dünyada bir görevi var. Kimileri anne, baba, kimileri ise öğretmen, doktor, mühendis, marangoz yahut terzi olmak için yaşama gelmiş, herkesin bir rolü var. Yazı emekçilerinin ise üstlendiği rol üretmek. Kültüre, sanata bir tuğla daha koymak için uğraş veren yazarlar ve şairlerin işi çok. Durmadan, yılmadan "Ben Daha Ne Yapabilirim?" sorusunu düşünerek, üretmeliler. Hele ki gelişen teknoloji ve çağ hızla değişirken, tüm yazmaya kendini adamışların çok daha fazla çalışması gerekiyor. Yeni nesil ve gelecek nesiller adına yapılmalı bu çalışmalar, onların zihinleri çöplük haline getirmeden, didaktik bir şekilde yazılar yazılmalı. Bana kalırsa edebiyata gönül vermiş herkesin, nesillere yapacağı önemli şeylerden birisi dilimizin güzelliğini korumaya çalışmak. Cemal Süreya der ki, "Türkçe Bilenin İşi Rast Gider." Ben de Türkçemizin sevdalısıyım. Bulunduğum her yerde de sık sık Türkçemizin, deformasyona uğramaması gerektiğini dile getiriyorum. Günlük yaşamımda da öz Türkçemizi kullanmaya özen gösteriyorum. Çalışma yöntemime gelirse; Ferhan Şensoy'un röportajında ifade ettiği kelimeler kulağıma küpe oldu. Şensoy, Haldun Taner'in her gün 20 sayfa yazdığını söyledi. Taner sabah 6'da kalkıp, daktiloyu balkona çıkarıp gördükleri, hissettiklerini kağıda dökermiş. Ben de tam randımanlı olmamakla birlikte gördüklerimi, duydukları, bire bir şahit olduklarımı not almaya özen gösteriyorum. Farklı farklı okuduğum kitaplardan akıl süzgecime takılanları da ekliyorum, bazen onlar yepyeni bir konuya dönüşüyor. Bazen de izlediğim bir film beni yazmaya yönlendiriyor. Motivasyon kaynaklarımdan birisi de müziktir. Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği dışında yabancı müzikler de dinliyorum. Ezgiler, melodiler bende yazmaya hazırlıyor hatta itiyor. Ve kendimi klavye başında buluveriyorum. 

Ege Telgraf Muhabiri Mazlum Vesek'in roportajında yazar ve kitabıyla ilgili bilgilere yer verildi; " Kitabın adındaki mesajı konuşmak isterim. Edebiyatın hayat içinde veya günlük yaşam içindeki yoğunluğu adına bir temenni mi yoksa yaptıklarınızın hayata dair olduğu fikri mi? Ne dersiniz?

Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenci olarak yer almak bana edebiyatın geniş yelpazesini açtı. Bölümdeki edebiyat emekçisi öğretim üyelerinin aktardıkları ise, belleğimde önemli yer etti. Doç. Onur Hasdedeoğlu hocamın çağdaş Türk edebiyatının unutulmaz ustalarını anlatması beni derinden etkiledi. Duayen isimlerin yaşam öyküleri, edebiyat ile bütün olmalarını dinlerken, etrafıma ve hayatıma daha farklı bir gözle bakmaya başladım. Yaşam telaşı içinde, edebiyatın bizleri es geçmediğini aksine ömrümüzü güzelleştirmek için kapının önünde beklediğini gördüm. Ben kapının önünde duran ve sadık bir dost edasıyla insanlara naifliği, hatırşinaslığı hatırlatan edebiyatı içeri buyur ettim. Temenniden ziyade hayatımızın içinde edebiyat olduğunu düşünüyorum, bunca sorunlara rağmen içimizdeki umut solmuyor. Bize direnme gücünü veren edebiyatımızdır. 

Daha önceki söyleşilerimizde ilgi alanınıza giren ediplerden konuşmuştuk. Bu kitapta da o isimlerle ilgili yazıları okuyoruz. Bu sanatkarlara yer yer dönüp bakmanızın yazarlığınıza ve şairliğinize katkısı nedir?

Edebiyat tarihimizde iz bırakan tüm sanatkarlar benim için çok özel. Ve tam da senin de söylediğin gibi dönüp dönüp bakıyorum. Bu tıpkı beğendiğiniz bir filmi birkaç defa izlemek gibi nasıl filmi her izlediğimizde başka yönünü görüp, o yönüne eğiliyorsak, sanatçılarda da aynı durumu gözlemliyorum. Çoğu sanatçımız engin bir deniz, o denize bir kere bakmakla güzelliğini anlayamıyor insan. Ben de bana çığır açan sanatçılarımızın edebi kişiliklerine, biyografilerine, eserlerine tekrar tekrar bakıyorum. Baktıkça, okudukça öğrendiğim bilgiler kalemime yansıyor. Düşünceler, kelimeye bir çırpıda dönüşüyor. Beni sarıp sarmalayan, etkisi altında bırakan Batı Edebiyatı, Milli Edebiyat, Divan Edebiyatı, Halk Edebiyatı’nda eser üreten ustalarımızın etkileri sadece yazarlığıma değil karakterime de tesiri oldu. Belki mesleğim belki de yaradılışım gereği öğrenmeye karşı iştahım hep açıktır. Sanatçılarımızın da gittikleri yol, verdikleri mücadele, her zaman ilgimi çekmiş ve beni etkisi altına almıştır. 

İzmir'deyiz. Madem hayatın içindeki edebiyatı konuşuyoruz, o halde şunu sorayım. Örneğin Orhan Veli'ye, Tevfik Fikret'e ya da önem verdiğiniz bir başka şaire dair İzmir'de neyi görmek istersiniz?

İzmir'de nefes alanların bir nebze de olsa daha şanslı olduklarına inanıyorum. Hatta sıklıkla "İyi ki İzmir'de yaşıyorum" kelimesini kullanıyorum. Anadolu'muzun birbirinden kadim şehirleri, birbirinden farklı güzellikleri var ancak İzmir'in cazibesi başka. Özellikle kadınların saat kaç olursa olsun rahat rahat sokakta gezebileceği ender şehirlerden birisi. Ancak İzmir, bu kadar büyüleyici güzelliğine karşın şiirlerde çok yer almıyor. Atilla İlhan'ın, "Basmanede Gaziler Caddesine/ küçük bir yağmur götürdüm/siz böyle akşamüstü görmediniz/ gizlice bir şarap tuttum/yine o şehir korkusu/ola ki simsiyah sarhoşum/içimde elektrik uğultusu..." dizeleri ve yine İlhan'ın, "İzmir limanında suya çöktüğüm malum/suya kırk beş kuruşluk bir akşam çöktüğü/yirmi dört yıldızın battığı malum/lâcivert üstünde beyaz joseph conrad/sipsicim dişlerimin ucundan çekilmiş/dört yöne bıçak sırtı telgraf telleri..." dizeleri, "İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı/Hafiften bir rüzgar esiyor/Yavaş yavaş sallanıyor/Yapraklar ağaçlarda/Uzaklarda çok uzaklarda/Sucuların hiç durmayan çıngırakları/İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı..." diyen Orhan Veli kadar ses getirmemiştir. "İstanbul'u Dinliyorum Gözlerin Kapalı" şiiri adeta kült olmuş ve lise öğrencilerin ezbere bildiği şiirlerden birisi haline gelmiştir. Ben İzmir'in de tıpkı İstanbul gibi gerekirse kişileştirilerek, dizelere taşınıp 7'den 70'e herkesin ilgiyle okuduğu, ezberlediği şiirlere yol açmasını diliyorum. İzmir'in insanların sıcakkanlılığı, güler yüzlü yaklaşımı, kentimizin turizm noktasında değer taşıyan yerleri, kültürü ve tarih kokan sokaklarının şiir yoluyla yansıtılması gerektiğine inanıyorum. 

Gazetelerin sanat sayfalarında edebiyata ayrılan alan hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Genel olarak ülkemizde kültür sanata yeteri kadar değer verilmediğini düşünüyorum. Gazeteler ise bu noktada ayırdıkları sanat sayfasıyla halkımıza sanat alanındaki gelişmeleri duyuruyorlar. Ancak siyasi, ekonomi ve magazin alanına elbette ki çok daha fazla yer veriliyor. Siyasetçilerin bir açıklaması yahut sporcuların herhangi bir sözü büyük büyük puntolarda yer alırken, üzülerek söylüyorum ki sanatçıların sözleri, serzenişleri aynı ölçüde yer almıyor. Bu durum biraz medyanın bakış açısından çok halkımızın sanata olan bakış açısıyla ilgili. Derbi olmasa dahi sıradan olabilecek bir futbol karşılaşması için biletler günler öncesinde tükeniyor ancak sinema ve tiyatro biletleri o kadar rağbet görmüyor. Yakın bir zamanda İzmir Kitap Fuarı gerçekleşti ve ben de fuarda Türkiye Yazarlar Sendikası, İzmir Şairler ve Bestekarlar Derneği'nin standında yer aldım. İmza günlerinde şunu fark ettim, gün geçtikçe kitaplara olan ilgi azalıyor. Okurlar kitap satın almak için verecekleri cüzi miktarları dahi çok görüyorlar. Bir kahveye verilen ücretleri görmezden geliyorlar ama konu kitaba gelince durum değişiyor ki kitabın kalıcılığını tartışamayız. 

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, "Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz; bakan olabilirsiniz; dahası, cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Ama sanatçı olamazsınız." diyerek sanatçıların değerinin altını çizerken, toplum giderek başkalaşması sonucu sanattan uzaklaştı. Tiktok fenomenleri, youtuberların yerlere göklere sığamadığı, aklıyla, fikriyle, ürettiğiyle değil de sadece dış görüntüsüyle dikkat çekenlerin yer aldığı bir dünyada kültür ve sanata verilen değerin azalması kaçınılmaz bir gerçek. Fakat ısrarla bir avuç insan şunu haykırıyor; "Doğruyu, Güzelliği, İyiliği, Temizliği Bulabilmek İçin Sanata Sarılın." Sanat hepimize bambaşka dünyalar açacak, özümüzle karşılaşmamızı sağlayacaktır. 

Kitabınızda edebiyata konu olan estetik, eleştiri gibi konuları da tartışıyorsunuz. Yazın dünyamız kavramları tartışma konusunda nerede duruyor? 

Estetik ve eleştiri kavramları edebiyat tarihimizin çeşitli dönemeçlerinde tartışıldı ve tartışılmaya da devam ediyor. Ele alınacak çok konumuz var, bu konuların da zaman zaman masaya yatırılması gerektiğini düşünüyorum. Konular olumlu ya da olumsuz yönleriyle işlensin ki okurlara hitap edebilelim. Tabi tartışmanın da bir düzeyi olmalı. Yerici olmak yerine yapısı ve bilgilendirici olması gerekiyor. Algımıza tartışma; ' tatsız ve sıkıcı olarak kodlanmış. İlerlemenin yolu fikirlerin çarpışmasından geçer. Edebiyatımız kavramları yıkıcı olmadan, okurların duygu dünyasına seslenecek biçimde tartışması toplumumuzu da ileriye taşıyacaktır. Sormak, sorgulamak, araştırmak, Türk edebiyatının zenginleşmesini sağlayacaktır. 

Basın emekçileri

Gazeteler,

dergiler,

kitaplar,

istinasız hepsi;

uykusuz saatler, kan çanağı gözler

stresli zamanların toplamı.

Kundakta bekleyen bebeğini bırakıp,

yapacakları tüm işleri erteleyip,

o parmaklardan dökülen yazıları derliyorlar bir bir.

Eskiden çok eskiden kırık bir daktilom vardı.

ite kaka çalışırdı, bazen ise dua ile.

O tuşlara bastığımda, o kağıda dökülen yazıları okuduğumda...

İçim bahar sevinciyle dolardı.

Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Acil Servisi tam kapasiteyle hizmete girdi Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Acil Servisi tam kapasiteyle hizmete girdi

Ertesi gün, ekmek kokusuna benzettiğim gazeteyi ciğerlerime doldurudum.

Matbaadan yeni gelmiş, sıcaklığı kilometrelerde uzaktan hissedilen o gazeteyi, tekrar tekrar okurdum.

Oysa şimdi...

Ne gazete

ne dergi

ne kitap

Boynu bükük Anadolu coğrafyasının, kederli mahkumları gibi.

Bir köşede; üstü başı toz, üstü başı emek, üstü başı hüzün...

Çaresizce bir köşede okuyucusunu bekliyor.

Kaynak: EGE TELGRAF