Osmanlı sahnesinde sosyalist oyunlar – 3 / 2
“Hizmet etmek istemiştim millete / Aldanıp efsane-i hürriyete”: Hürriyet Kurbanları – 2 İhsan Adlî Bey’in yazdığı “Hürriyet Kurbanları” adlı oyun, bi...
Hizmet etmek istemiştim millete / Aldanıp efsane-i hürriyete”: Hürriyet Kurbanları – 2
İhsan Adlî Bey’in yazdığı “Hürriyet Kurbanları” adlı oyun, bir hesaplaşma oyunudur. Üç tabloluk oyunun ilk tablosunda, İttihat ve Terakki Partisi liderlerinden Talât Paşa’nın, eski dava arkadaşı İhsan Adlî’nin davasına ihanet ettiği için onu sürgüne göndermek istediğini görmüştük. İlk tablosu böyle biten oyunun ikinci tablosunu açıldığında, Talât Paşa artık sadrazamdır. İntikamcı kîni soğumamış bir sadrazam!
Oyunun ikinci tablosu, Kasaba (Turgutlu) Kaymakamı olan İhsan Adlî’nin makam odasında geçer. Görevinden azledildiği ve İstanbul’a gitmesi gerektiğini söylemek için Manisa Mutasarrafı Tevfik Bey, İzmir Polis Müdürü Cemal Bey ve yanlarında Komiser Abdi Efendi, kaymakamın odasındadırlar. Görevleri, aynı gün İhsan Adlî Bey’i İstanbul’a götürmektir. Her ne kadar, bu biçimde görevden el çektirmenin yasalara aykırı olduğunu söylese de, emir büyük yerden gelmiştir ve Adlî İstanbul’a götürülüp tutuklanır. Sadece kendisi değil, görür ki; muhalefet eden herkes tutuklanmaktadır. Sonra işkenceler ve aşağılamalar başlar. Sorgusunu partiden tanıdığı eski dostu, şimdiki hapisane müdürü olan Hüseyin Bey yapar. Müdürün işkencesi yetmez gibi, ardından Tevfik Bey devam eder işkenceye. Parti arkadaşı Tevfik, kendisine iyi davranmayıp, tanımamazlıktan gelince iki eski dost tartışırlar. Oyuna ismini veren replik de bu tartışma sırasında kullanılır:
“İhsan Adlî – Yazık ki sana ‘kahraman-ı hürriyet’ nasip olurken, bana ‘kurban-ı hürriyet’ olmak kısmet olmuştur.” (s. 67)
“Olmasın mahmûl-i fikrim cinnete
Hizmet etmek istemiştim millete
Aldanıp efsane-i hürriyete
Uğradım bin itisaf ve zillete
Ahd u peymanlar, kasemler ber heva
Olmaz alçaklarda namus ve haya!
Hak ve hürriyet ne bî-sûd iddia
Lânet olsun böyle meşrutiyete!” (s. 75)
Oyunun ikinci tablosunda, İhsan Adlî’nin eşi Naciye Hanım’ı görürüz sahnede. Biri kız (Edîbe), diğeri erkek (Hâdi) iki küçük çocuğuyla eşini aramaktadır. Perişan bir halde oradan oraya giden Naciye Hanım, haline acıyan bir görevliden, eşinin Divan-ı Harp’te yargılanacağını öğrenir. Muhafız Cemal Bey’e hikâyenin adaletsiz bir hesaplaşma hikâyesi olduğunu anlatır Naciye Hanım. Daha önce Adilcevaz’a sürgün edildiklerini, havanın sıfırın altında 18 derece olduğunu; küçük çocukları Hâdi’nin ise henüz yirmi günlük ve çok hasta olduğunu! Yalvarıp yakarır ama tüm çabası boşunadır. Muhafız Cemal Bey, Naciye Hanım’a acıdığından, eşinin Sinop’a sürgün edileceğini ancak Mısır ya da Fransa’ya gidebilmeleri için elinden geleceğini yapacağına söz verir.
Üçüncü pedenin ilk tablosunda, İhsan Adlî Bey’e yapılan işkence ve aşağılamanın şiddeti artar. Bütün bu keşmekeş içinde, o sırada hapse yeni birilerini getirirler. Bu tutsaklardan biri, Viyana’daki sosyalist kongreden dönmektedir, Mahmut Şevket Paşa cinayetine karıştığından kuşku duyulan biridir ve vapurdan iner inmez tutuklanıp, oraya getirilmiştir. Bu esrarengiz oyun kişisi, çıkardığı “İştirak” adlı sosyalist gazete yüzünden “İştirakçi Hilmi” adıyla tanınan, Türkiye Sosyalist Fırkası’nın kurucusu Hüseyin Hilmi Bey’dir. Yanında ise dönemin ünlü yergi dergilerinden biri olan “Karagöz”ün sivri dilli yazarı Baha Tevfik Bey vardır. Üç ayrı dağın kurdu, tutuldukları hücrede, ortak zulüm karşısında söz birliği ederler:
“Baha Tevfik – Fırsat bulursak, ömrümüz olursa bütün bu gördüklerimizi yazarız.
İhsan Adlî- Ona ne şüphe! Zâlimler bizim hakkıyla şehadet eden lisanlarımızdan korkmalı, hakikati anlatacak kalemlerimizden ürkmelidirler. Bizi hapis ve sürgün etmek veya vatanmızdan uzaklaştırmakla İttihat’ın zâlimleri kendilerini emniyet altına almış olamazlar. Biz gideriz; rahmetli Büyük Reşit Paşa’nın dediği gibi: “Bî-muhâbâ râh-ı nârefteye gitsem de ne var? / Kahr-ı hasm eğlemeye elde âsâdır hâmem!” (s. 125) (*Çekinmeden gidilmemiş yola gitsem ne olur? / Kalemim düşmanımı kahretmeye yarayacak elimdeki bastondur.)
Tam da bu noktada; “Hürriyet Kurbanları” adlı oyunun, neden ‘Osmanlı sahnesinde sosyalist oyunlar’ başlığı altında yazmaya çabaladığımız dosyamıza girdiğini daha iyi anlarız. Her ne kadar oyunun küçük bir parçasında yer verilse de, her ne kadar sosyalizm temasını temsil eden İştirakçi Hilmi; lüpçü, duyarsız ve boşvermiş biri gibi gösterilse de, İttihatçılar’ın toplumun her kesimine eziyet ettiğini bildirmek amacıyla Türkiye Sosyalist Fırkası’nın lider ismi de yazarı tarafından oyuna dahil edilmiştir. Her ne kadar Hilmi Bey üzerinden sosyalistleri yerle bir etse de!
Türkiye Sosyalist Fırkası lideri Hüseyin Hilmi Bey, basın tarihimizin ilk sosyalist gazetesi “Gâve”den sonra, çıkardığı “İştirak” adlı sosyalist gazetenin sahibi olduğundan ötürü, daha çok “İştirakçi Hilmi” adıyla bilinir. (Basın tarihimizin ilk sosyalist gazetesi “Gâve” için; sevgili öğretmenim Efdal Sevinçli’nin, İzmir 9 Eylül gazetesinin, 18 ve 19 Ağustos 2022 tarihli nüshalarında, “Eskici Dükkanı” adlı köşesinde yayımlanan iki kardeş makalesine bakabilirsiniz.)
1910 yılında Paris’te, Dr. Refik Nevzad Bey tarafından kurulan Osmanlı Sosyalist Fırkası, İttihatçıların 1913 yılında, Bâb-ı Âli Baskını diye bilinen askerî darbesinden sonra gücünü kaybetmiş; üyeleri ya hapse ya da sürgüne gönderilmiştir. Hüseyin Hilmi Bey de bundan nasibini almıştır. 1918 yılında İttihatçılar ülkeyi bırakıp kaçtıktan sonra, aynı oluşum bu kez Türkiye Sosyalist Fırkası adıyla kurulmuştur. (1919) Bu partinin yayın organı şeklinde çalışan İştirak gazetesinin kurucusu ve başyazarı Hüseyin Hilmi Bey, aynı zamanda 1922 yılında dağılacak olan partinin de başkanlığını yapmıştır. Sadece İstanbul’da örgütlenen Türkiye Sosyalist Fırkası’nın kurucusu Hüseyin Hilmi Bey için “Sosyalist mi, liberal mi?” tartışmaları bugün bile incelemeciler arasında ciddi krizlere yol açmaktadır. Böylesi kısa bir yazıda bu tartışmaya girmeyi anlamlı bulmuyoruz. Ama yine de sizinle; Türk solu üzerine bilimsel araştırmalarıyla tanınan Foti Benlisoy ve Y. Doğan Çetinkaya’nın ortak imzaladıkları “İştirakçi Hilmi” başlıklı değerlendirme yazısının sonuç bölümünü paylaşmak istiyoruz:
“İştirakçi Hilmi çevresini küçümsemek ve bir grup oportünist olarak değerlendirmek kanıksanmış bir bakış açısıdır. Ancak yayınlarına şöyle bir göz atmak dahi, bütün zaaflarına rağmen bu çevrenin sosyalizmi tanıtmak ve yaymak adına ciddi bir düşünsel ve pratik çaba içerisinde olduğunu söylemek mümkündür (…) Hilmi çevresinin söyleminde ortaya çıkan düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne dair talepleri liberalizm olarak nitelemek mümkün değildir. Zira çevre, “reformcu” yönü zamanla ağır bassa da işçi sınıfını ve sınıf mücadelesini esas alan bir sosyalizm anlayışını savunmuştur. Bu çevrenin hem sosyalist yayın anlamında hem örgütlenme anlamındaki faalyetleri, Türkiye sosyalist hareketi için ilk birikimleri sağlamış, söyleminde ortaya çıkan birçok unsur, yüzyıl sonuna kadar sosyalist hareket içerisinde tekrarlanmıştır.” (“Rusya’da 1917 Şubat ve Ekim Devrimlerinin Türkiye’ye Etkileri / Yansımaları” içinde, s. 179) (Meraklısı not; İştirak’ın bütün sayıları, günümüz Türkçesi’ne tıpkıçevrim yapılmış ve TÜSTAV tarafından yayımlanmıştır.)
Yeniden oyuna dönecek olursak;
“Hürriyet Kurbanları”nın hızla değişen son tablolarında önce, Baha Tevfik, İştirakçi Hilmi ve İhsan Adlî’nin birlikte tutuldukları hücresini görürüz. Baha Tevfik, “Karagöz”de, “Sıpa”da şiddetle eleştirdiği İttihatçılar yüzünden hapse atılmasına karşın, kurnazca Talât Paşa lehine yayınlar yaparak paçayı kurtaracağını söylerken, İhsan Adlî her zamanki gibi gergindir. Hüseyin Hilmi Bey ise nedense, dünya yanarken, bir parça bezi yanmayanlardan biri gibi gösterilmektedir hücrede: Kaygısızca sırtını dönmüş, uyumaktadır. Üç tutsak da, az sonra bindirilecekleri “Millet” adlı vapurla Sinop’a sürgüne gönderilmeyi beklemektedirler.
“İçerisi” böyleyken, dışarısı da çok farklı değildir. Talât Paşa’nın kapısında eşlerinin, kardeşlerinin, babalarının affedilmesini isteyen kadınlar tablosu gerçekten iç parçalayıcıdır:
“Genç kadının biri - (… Naciye Hanım’a) Şöyle gel kardeşim, sen de zannım bizdensin. Rengin solmuş, göz kapakların kızarmış.
İkinci genç kadın – Mutlaka benim gibi, senin de elinden sevgili beyini aldılar.
Yaşlı kadın – Evde kızımın ağlamaktan gözleri yeni kızarmış saray lokmalarına döndü. Biçâre damadım ne kadar mazlum bir gençtir, bilseniz!
Gelinlik bir şuh kız – İttihatçı gibi gözleri çıksın, boyunları kopsun! Bu hafta düğünümüz olacaktı. Nişânlımı dün gece polisler evinden almışlar.
Gazete okuyan bir hanım – Hasan Fehmi’yi köprü üstünde vuran, Ahmet Samim’i bahçe kapısında poğaçacı fırınının önünde öldüren, Zeki Bey’i Makriköyünde şehit eden hep o yere batası, gün görmeyesi kâtil ittihatçılar değil mi?
(…) Genç kadın – Kahrolsunlar, Abdülhamid’e zâlim dediler. Bunlar ondan yüz kere, bin kere daha zâlim!” (ss. 89-90)
Oyunun sonuna yakın kurulan kısa tablo, vapura bindirilmek üzere tutsakların Sirkeci’de bekletildiğini gösterir. İki kabadayı, İttihatçıların bu saldırgan ve zulüm yapan politikalarını eleştirmektedir. Ardından gelen tablo “Millet” gemisinin güvertesinde geçer. Tutsaklar, vapurun ambarına inmeye zorlanmaktadır. İhsan Adlî Bey, buna karşı çıkar. Görevliye para vererek bir kamarada yolculuk yapmak istediğini söyler. Kamara ederi 5 liradır. Adlî kendi parasını verdiği gibi, neredeyse olup bitene hiçbir tepki vermeyen İştirakçi Hilmi için de 5 lira vererek, onun da kamarada yolculuk yapmasını sağlar (???) Kamara parasını ödeyen bir de Ermeni din adamı vardır. Vaiz, bunlar olurken, İncil’den son derece anlamlı bir bölümü okumaktadır: Tanrı’nın, zulüm karşısında Hz. İsa’yı korumadığının, zulme karşı direnmek gerektiğinin anlatıldığı bölümdür bu! Bu kutsal sözlerin arasında, beklenmedik bir şey olur: Vaiz, İhsan Adlî’ye, kendisinin bu vapurdan inip, İtalyan bandıralı vapura binmesini, orada eşi ve çocuklarının onu beklediğini söyler.
Son tablo yazarın Marsilya’daki mütevazı evinde geçer. Evde yas vardır. Yazarın eşi Naciye ve kızı Edîbe çok üzgündür. Çünkü altı yaşındaki Hâdi ağır hastadır. Doktor getirilse de Hâdi kurtulamaz ve hayatını kaybeder. Anne kendisini pencereden atmaya kalkar ancak İhsan Adlî onu engeller. Ne pahasına olursa olsun, İttihatçılar’ın bu sonu gelmez eziyetlerine karşı intikam alacağına yemin eder:
“Allahım, râhim ve adilsen… zâlimlerin kahredildiğini ve adaletin kılıcı altında perişan olduklarını bana göster!” (s. 152)
“Hürriyet Kurbanları”, gerçek rol kişileriyle kurulmuş olması ve gerçek olayları anlatması bakımından tarihî bir belge niteliğindedir. Bugün hâlâ bir sis perdesinin arkasında kalan İttihat ve Terakki’nin iç yüzünü gösteren bu denli ayrıntılı başka bir oyun olmaması, İhsan Adlî’nin edebiyat tarihimiz kadar siyasi tarihimiz için de ne denli önemli bir kalıt bıraktığını gösterir.
Oyun hareketten çok replik ağırlıklı olmasından ötürü, teknik olarak zayıf bir metindir, tamam! Ama içerdiği düşünceler ve bulanık bir dönemi aydınlatan bilgilere ulaştığımız oyunun, bugüne dek ne tiyatro tarihinde, ne de siyasi tarih araştırmacılarından hak ettiği değeri görmemesi çok üzücüdür.
Sonra ne olur?
Konu hakkında çalışan diğer bir akademisyen, Prof. Dr. Hüseyin Yazıcı; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda görev yaparken hazırladığı, “Sürgünde Unutulmuş Bir Şair: İhsan Adlî Serter” başlıklı uzun makalesinde şöyle anlatır yazarın son günlerini:
“İhsan Adlî’yi 1922 senesinde tekrar İskenderiye’de görüyoruz. Adlî, 1928 senesine kadar burada kaldı, ancak bu arada iki yaşındaki ikinci oğlunu da kaybetti. (1926) Daha sonra İhsan Adlî, Kahire’ye geçerek Şubra semtinde bir süre kızı Edîbe’nin de desteğiyle fotoğrafçılık ve yağlı boya resim ile uğraştı. Kahire'de ’mîn-el Hancî ve Hasan Remzî tarafından her hafta iki defa Arapça-Türkçe çıkarılan el-Muhâdenet, zaman zaman da es-Sadâka gazetelerinde Hâki ve et-Türâbî müstear adlarıyla yazılar yayımladı.
1929 senesinde Mısır vatandaşlığına geçen İhsan Adlî, kızı Edîbe’nin ifadesine göre bir ara Hûda Şa’ravî’nin bürosunda Fransızca mütercimi olarak çalıştı. İhsan Adlî, 1938 yılından 1953 senesine kadar da Kraliyet Sarayı’nda Fransızca mütercimi olarak görev yaptı. Bu görevinden sonra da bir süre Kraliyet Sarayı’nın mahfûzât (*nadir eserler) bölümü başkanlığına getirildi. Burada on beş sene çalıştıktan sonra Kral Faruk, kendisine 1949 senesinde Kahire Hasan el-Ekber caddesinde Âbidîn Sarayı’nın bahçesine bakan bir ev hediye etti. Kraliyet Sarayı yetmiş yaşından sonra hiç kimsenin sarayda çalışmayacağı şeklindeki hükme binaen, 17 Şubat 1953 günü İhsan Adlî’nin işine son verdi. 3 Temmuz 1956’da hayata gözlerini yuman İhsan Adlî’nin mezarı belli değildir.” (İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Şarkiyat Mecmuası, Sayı: X, 2007, s. 81)
İttihat ve Terakki Partisi’nin “Üç Paşalar” iktidarı diye anılan liderlerinden, oyunda adı sıklıkla geçen Talât Paşa, 1921 yılında Berlin’de, Ermeni Taşnak Partisi’nin bir militanı, suikastçı Soğomon Tehliryan tarafından tabancayla başından vurularak öldürülür. Cemal Paşa da suikast sonucu hayatını kaybeder; 21 Temmuz 1922 günü, Tiflis’te! Üçüncü lider, hanedan damadı Enver Paşa suikastle öldürülmese de, 1922 yılının 4 Ağustos günü, Tacikistan civarında Bolşeviklerle girdiği çatışmada vurularak hayatını kaybeder.
Türkiye Sosyalis Fırkası’nın kurucusu Hüseyin Hilmi Bey’in kaderi de farklı olmaz. 15 Kasım 1922 gecesi, Ali Haydar isimli bir polis tarafından sokak ortasında vurularak öldürülen İştirakçi, öldüğünde henüz 37 yaşındadır!
Beşinci bölümün sonu
5 Eylül 2022