On puanlık sınav sorusu: 168 milyar doları nereden bulacağız?
Türk ekonomisi korona virüs salgınının etkilerini her geçen gün daha fazla hissediyor. Üretimde ve kapasite kullanım oranlarında yaşanan dikkat çekici düşüşle birlikte, ekonominin yapısal sorunlarının...
// İŞSİZLİK YÜZDE 30’A YÜKSELEBİLİR
Yapılan resmi açıklamalardan, Mart sonunda uygulamaya alınan Kısa Çalışma Ödeneği’ne 3 milyonun üzerinde kişi için başvuru yapıldığı anlaşılıyor. Fiilen işsiz olan ama kâğıt üstünde işsiz görünmeyen bu insanlara, birkaç gün içinde ücretsiz izne çıkarılacaklar da dâhil edilecek.
Önümüzdeki üç ayda kendi hesabına çalışan en az 300 bin kişinin daha işsiz kalacağı öngörülüyor. Bu durumda işsizlik oranının birkaç ay içinde yüzde 30 seviyesine çıkması sürpriz olmayacak. Umalım ve dileyelim, bu kâbus mümkün olan en kısa sürede atlatılsın ve tüm işletmelerimiz yaralarını sarmaya başlasın.
Bir de döviz sorunumuz var ki yazması bile insanı sıkıntıya sokuyor.
2021 Şubat ayına kadar kamu ve özel sektörün ödemesi ya da çevirmesi gereken dış borç tutarı 168 milyar doları buluyor.
Virüs salgınının ekonomik etkilerinin yaşanmadığı Şubat ayı itibarıyla Merkez Bankası’nın “net döviz rezervi” 38,7 milyar dolar seviyesindeydi. MB verileri, 10 Nisan 2020 itibarıyla net rezervlerin 27 milyar dolara kadar gerilediğini gösteriyor.
// IMF İLE ANLAŞMA OLUR MU?
Bu rakamlar analiz edilirken, akıllara takılan soru hiç kuşkusuz “Hükümet IMF ile yeniden masaya oturur mu?” sorusu oluyor. 2013 yılı Mayıs ayında düzenlenen bir törenle IMF’ye olan borcunu kapatan Türkiye’nin, ihtiyaç duyduğu dövizi yurt dışı kaynaklardan karşılaması her geçen gün zorlaşıyor. Dış kaynak bulunsa bile döviz bazında yüzde 8’lere yaklaşan astronomik faizler ödenmesi söz konusu olacak.
Sayın Cumhurbaşkanı son yedi senede yaptığı onlarca açıklamada, “Türkiye’nin kesinlikle IMF ile stand-by anlaşması yapmayacağını” dikkatle vurgulanmıştı. Oysa son bir ayda 1 trilyon dolardan fazla kaynağı gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin hizmetine sunan IMF’den kullanılan kredinin faizi, dış borçlanma yaparken ödediğimiz faizin üçte birinden daha az seviyede. Ayrıca bu acil durum kaynağı için stand-by anlaşması yapılması da gerekmiyor.
Bu konuda samimi düşüncemi de ifade etmek isterim.
Bu sütunlarda hükümetin olumlu icraatlarına alkış tutuyor, gözümüze takılan hatalarını samimi şekilde eleştiriyoruz. 2008 yılı Eylül ayında patlak veren küresel ekonomik kriz sırasında da benzer tartışmalar gündeme gelmiş ve iş dünyasının tüm örgütleri “IMF ile yeniden masaya oturalım” önerisini dile getirmişti. O dönem Başbakanlık koltuğunda oturan Sayın Erdoğan ise “IMF ile anlaşma yapılmayacağını” ifade etmişti.
O yıllarda EGE TV’de yaptığım Sektörel Gözlem programında Sayın Erdoğan’ın tezine yürekten destek vermiş ve hem okurlardan hem de izleyenlerden hakaret sınırlarını zorlayan eleştiriler almıştım. Çünkü Türk halkı olarak IMF’nin ne yapacağını adeta ezberlemiştik. Krizin faturası yine çalışan ve ücretli kesimin üzerine yıkılacaktı. 1994 ve 2001 krizlerinde bu durumu en ağır şekilde yaşamıştık. 2008 krizi ise Türk ekonomisine ciddi darbe vursa da bizim dışımızdan kaynaklanan bir krizdi.
Türkiye yerli üretime ağırlık vererek ve ihracata dayalı büyüme modelini öne alarak krizden az hasarla çıkabilir, IMF olmadan yola devam edebilirdi. Merkez Bankası rezervleri bugüne göre çok daha güçlüydü. Bankanın başında Durmuş Yılmaz’ın olması büyük şanstı.
Nitekim Türk ekonomisi 2009’da yüzde 4,7 küçülmüş, 2010’da ise –baz etkisinin de payı ile- yüzde 9 büyümüştü. IMF ile anlaşma yapılsa, yine sonuç bu olacaktı.
// NAMUS MESELESİ Mİ?
Oysa bugün durum çok farklı…
Dünyanın en gelişmiş ülke ekonomilerine bile büyük zarar veren, ne zaman ve ne şekilde biteceği belli olmayan bir sürecin içindeyiz. Türkiye, maalesef son beş senede seçimlerden kafasını kaldıramadığı için dikkatini bir türlü ekonomiye verememişti. An itibarıyla onlarca işkolunda motorların sustuğunu biliyoruz. Makro dengelerimiz ise çok kırılgan.
İhtiyacımız olan dövizi, dip noktaya çok yaklaşan rezervlerden karşılamamız mümkün olmadığına göre bir çare bulmak zorundayız. IMF anlaşmasını inada bindirmek uğruna, dünyanın en yüksek faizi ile borçlanacaksak, çocuklarımızın geleceğini ipotek altına alacağız demektir.
Bu durumda istemeye istemeye IMF ile yeniden masaya oturmak durumunda kalabiliriz. Sayın Cumhurbaşkanı ve ekonomi yönetiminin bu konuyu “namus meselesi” haline getirmemesi gerektiğini düşünüyorum. Halen IMF’den hakkımız olan kredi potansiyelinin yüzde 145’ine karşılık gelen yaklaşık 15 milyar dolarlık bir kaynağı SADECE YÜZDE 1 MALİYET ve “stand-by anlaşması olmadan” kullanmamız mümkün.
Bu konuda toplumun geleceğini de dikkate alarak çok kritik bir karar verilmesi ve kesinlikle hesap hatası yapılmaması gerekiyor.
Şayet IMF’den çok daha iyi maliyet avantajı sunan bir seçeneğimiz varsa, bunun topluma açık açık söylemesinde yarar var.
Ya yoksa?
ÖZEL BANKALARA SOPA İLE
KREDİ VERDİRMEK TERS TEPEBİLİR
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) 18 Nisan 2020 tarihli kararı ile getirdiği düzenleme, bankacılık sektöründe yoğun şekilde tartışılıyor. Okurlarımızı çok fazla teknik ayrıntıya boğmadan durumu özetlemek istiyorum.
Hükümetin beklentilerinin çok altında kredi genişlemesi sağlayan özel bankalara, sopa ile kredi verdirmeyi amaçlayan bir düzenlemeden bahsediyoruz. Aksi durumda ciddi bir para cezası uygulayacağını belirterek aba altından sopa gösteren BDDK’nın bu kararı, kredi derecelendirme kuruluşlarının olumsuz puanlarında derhal etkisini gösteriyor.
Özel bankalar, şüphesiz kamu bankaları kadar rahat davranamıyor.
Sorumlu oldukları hissedarları, müşterileri ve hemen hepsi yabancı olan patronları var. Kamu bankalarının ettikleri zararlar, bilançolarında yer alan ”görev zararı” hanesi ile Hazine’nin –yani vatandaşın- sırtına yüklenirken, özel bankaların böyle bir şansı yok.
Siyasi iktidarların bankacılık sektörüne nizam vermeye kalkmalarının bedelini çok acı deneyimlerle ödemiştik. 2001 krizi, bu bedellerin en büyükleri arasındaydı.
İşin kara mizah tarafı da şu galiba:
2001 krizi sonrasında özerk hâle getirilen ve bankacılık sektörünün riski yüksek işlemlerini gözetim almakla görevlendirilen BDDK, bugün kuruluş amacına tam ters bir politika izliyor. Özel bankaları sopalayarak, batacağı en başından belli olan kredileri vermeye zorlamak gerçekten akıl alır gibi değil.