Sarah Bernhardt’ın, Hollanda asıllı bir fahişenin hayatta kalan tek kızı olduğunu yazmaktan pek de fırsat bulamayan bazı tarih yazıcılar ona haksızlık etmektedirler bana kalırsa... Onun magazin yanının yanında, tarihe geçmiş eylemlerin insanı olduğunu da daha çok kaynakta görebilseydik keşke... Örneğin ses kayıt teknolojisinin ilk örneklerinden biri sayılan, Edison’un ses rulolarından birinde Sarah Bernhardt’ın, 1880 yılında, Racine’in, onu ünlü yapan oyunu “Phedre”in repliklerini okuduğunu kaç kişi bilir acaba? Ya da 1922 yılında, araştırmaları için malzeme alamayan büyük bilim insanı Madam Curie’nin çalışmaları aksamasın, keşiflerine destek olanlar çoğalsın diye Sarah Bernhardt’ın, “Curie’nin Laboratuvarı Kapanmasın” sloganıyla sahneye çıktığını? Elde edilen gelirin tamamının Madam Curie’nin laboratuvarına bağışlandığını?
Sarah Bernhadrt’ın bir bacağının takma olduğunu neredeyse konunun ilgililerinin hepsi bilir de, bunun nedeni hakkında çoğu insanın fikri yoktur. “Bir kaza sonucu”... Ama nasıl bir kaza, ne zaman, nerede? Birçok insan, Sarah Bernhardt’ın bir gemi yolculuğu sırasında ayağının kaydığını ve sağ diz kapağını gemi merdivenlerine çarparak zedelendiğini yazar. Bu bilgi doğrudur ama durum tam olarak öyle değildir aslında. Sarah Bernhardt, 1905 yılında, 60 yaşındayken, büyük Amerika kıtası turnesine çıkar. Rio de Janerio’da “Tosca” oynayacaktır. Sahnede yere düşme sahnelerinde 60 yaşında olduğunu unutup, kendini rolün emrine verir. İki kere provasına geç kalan oyuncuyu, aptal olmakla suçlayan biri başka ne yapar ki zaten? Bu mizansenlerden birinde sağ dizini çok kötü bir şekilde yere çarpar ve sakatlanır. Ama sahneden uzak kalacağı korkusuyla sakatlığını önemsemez.
Üzerinden 10 yıl geçer. Sağ ayağı bu süre zarfında yavaş yavaş kangren olur. Ve 1915 yılında da kesilir. Sarah Bernhardt, ayağının kesilmesinden sadece 37 gün sonra, -tahta bacaklı da olsa- yine sahneye çıkar. Bir tutkunun adı olan Sarah, bunun bedelini fazlasıyla ödemiş bir oyuncudur. Bugün hâlâ Fransız tiyatrolarında, oyun başlarken bir görevlinin elindeki âsayı yere üç kere vurması, Sarah Bernhardt’ın tahta bacağıyla sahnede attığı adımlara bir saygı niteliğindedir… 100 sene sonra… Hâlâ!
Sarah Bernhardt’ın hayatında tiyatro yoktur sanki, tiyatrosunun içinde kendi hayatı vardır. Bir keresinde, oyun öncesinde kuliste boylu boyunca yerde yatarken bulunur. Ne yaptılarsa ayılmaz Sarah Bernhardt. Öldüğü sanısıyla başına toplanmaya, ağlayıp, büyük bir matem içinde ne yapacaklarını düşünmeye başlarlar. Aniden Sarah Bernhardt ayağa kalkar ve gülümseyerek; “Rolüme hazırlanıyordum. Sahiden bu kadar iyi miydi?” der.
İlginç bir yaşantının insanıdır Sarah Bernhardt. Çita, aslan yavruları, kaplan, maymun, timsah, yarasa ve kurt da dahil olmak üzere çeşitli yaban hayvanlarıyla dolu bir evde yaşadığını yazar kitaplar Sarah Bernhardt’ın. Hatta kimi araştırmacılar,“Ali-Gaga” adlı timsahının, fazla süt ve şampanya yüzünden öldüğünden söz ederler. Bir başka kaynaksa, Sarah Bernhardt’ın evde beslediği maymununu yediği için timsahının başını keserek duvara astığını ve çok sevdiği timsahının kesik başının karşısına geçip, içlene içlene ağladığını... Abartı payını tanısak bile, yine de sıradışı bir yaşam olduğunu kabul etmeliyiz. Bernhardt’ın evinde kendi yaptığı heykellerin yanında, doldurulmuş hayvanlardan oluşan bir sürekli serginin varlığından da haberdarız. “Oynayacağı tragedyaların havasına daha kolay girmek için” olduğunu söyleyerek, özel yaptırdığı ve her tarafı çiçeklerle bezenmiş bir tabutta uyuyan Sarah Bernhardt’ın yaşamından kalan anılar bugün bile şaşırtmaya devam ediyor.
Sarah Bernhardt 100 yıldır aramızda değil... Tabut şeklinde yatağına bakarak, onun ne tuhaf bir kadın olduğunu konuşmaktan çok, belki “bir oyuncunun yüreği boşsa, hareketleri de aptalcadır” ya da “çocukluğun seviyesine ulaşmam tam seksen yılımı aldı, işte şimdi sahneye çıkabilirim” diyen sözlerini bir kez daha düşünmek gerek... Onun, biz yaşayan tiyatro tutkunlarına ölü haliyle vereceği ışık varken, dünyayı güzelleştirdiğinden emin olduğumuz tiyatro sanatını örgütlemek için kaybedecek bir günümüz bile olmamalıdır bana göre. Her şeye rağmen...Her şeye rağmen... Her tiyatro tutkulusu, Sarah Bernhardt’ın deneyim önderliğini örgütlemeyi kendisine görev saymalıdır.
Bir de cenazesini yönetme hikâyesi vardır Sarah Bernhardt’ın... Ölümünden kısa bir süre önce, öldüğü zaman cenaze töreninde hangi çiçeklerin kullanılacağını ve tabutunu taşıyacak olan 6 genç tiyatro oyuncusunu isim isim yazar Sarah Bernhardt. Kötü sürprizlere tahammülü olmayan büyük oyuncu, bununla da kalmaz; seçtiği altı genç oyuncudan birinin gelememesi halini düşünerek, bir de yedek oyuncu ismini not alır vasiyetine.
1862 yılında Baron Haussmann tarafından yaptırılan (ve hâlâ görevde olan) bir tiyatro vardır Paris’te; Théâtre du Châtelet… Bu tiyatroyla Parisliler gurur duyarlar. Kapalı mekânının kapasitesi 2 bin 500 kişilik olan Châtelet Tiyatrosu, Fransızların “Kutsal Fahişe” dedikleri ve tarihin gelmiş geçmiş en büyük kadın oyuncusu kabul edilen Sarah Bernhardt’ın da sahneye çıktığı yerdir. Her ne kadar Sarah Bernhardt ikinci savaştan önce 1923’te ölmüş olsa da, bakın yazımıza neden konuk oldu?
Châtelet Tiyatrosu her ne kadar 30 Ekim 1862’de kurulmuş olsa da, asıl gücüne 1898 yılında Sarah Bernhardt’ın sahneye çıktığı günlerinde ulaşmıştır. Önce Sardou’nun “Tosca ”sı, ardından Edmond Rostand’ın “L’Aiglon ” adlı oyunlarıyla Châtelet’in sahnesinde bir yıldız gibi parlayan Sarah Bernhardt, ardından Schwob’un uyarladığı “Hamlet ” ile tarihin ilk kadın Hamlet’i olarak tiyatro tarihine adını yazdırmıştır. Uzatmayalım bu fırtına gibi esen kadın oyuncu 26 Mart 1923 günü öldüğünde; dünya tiyatrosu için büyük ve acı bir kayıp olduysa da, asıl acı Fransızların yaşadığıdır. Günlerce yas tutan Fransızlar; “ben bir oyuncuyum, aşkların ve öfkelerin çocuğuyum” diyen Sarah Bernhardt’ı büyük ve ulusal bir törenle anıt mezarına koyarlar. Zaten 1898 yılından beri Châtelet Tiyatrosu’nun adını değiştirip Théâtre Sarah Bernhardt diyen Fransızlar, 1941 yılında yaşadıkları Nazi Almanyası işgali ve işbirlikçi Vichy hükümetinin dayatmasıyla bir büyük acıya daha katlanmak zorunda kalırlar. Gurur duydukları tiyatrolarının adını “Théâtre de la Cite” (Şehir Tiyatroları) olarak değiştirmeye zorlanırlar… Neden? … Çünkü Sarah Bernhardt bir Yahudi’dir.
Mark Twain’in; “Beş tür aktris var: Kötü aktrisler, ortalama aktrisler, iyi aktrisler, büyük aktrisler ve Sarah Bernhardt” dediği büyük oyuncunun dönemine etkisi o kadar büyük olmuştur ki, bu etki taaa Red Kit adıyla bildiğimiz “Lucky Luke” çizgi romanına konu olmaya kadar gitmiştir.
Red Kit'in, Türkiye’deki 62. sayısı olan 1982 yılına ait Sarah Bernhardt macerasını, X. Fauche ile J. Léturgie yazmış, Morris çizmiş. Çizgi maceranın konusu biraz abartılmış olsa da, dönemin sorunlarını işaretlemesi adına yine de ilgi çekicidir... "Altın Ses" olarak bilinen Fransız tiyatro oyuncusu Sarah Bernhardt'ın ilk ABD turnesinin konu yapıldığı çizgi macerada; Bernhardt'ın ABD'deki gösterilerinin sorunsuz gerçekleştirilebilmesi için hükümetçe görevlendirilen Red Kit'i bekleyen zorluklar, bu kez haydutlarla Kızılderililerden ibaret değildir. Gözetimi altındaki tiyatro topluluğunun gıdasından ulaşımına, sağlığından güvenliğine kadar her şeyinden sorumludur Red Kit... Sarah Bernhardt bilindiği gibi son derece kaprisli, geçimsiz ve huysuzdur. Red Kit sorumluluğunun bitmesi için elinden geldiğince çaba harcarken oldukça yıpranır. Red Kit, Sarah Bernhardt’ın tüm huysuzluklarına rağmen görevini yaparken Sarah Bernhardt’ın hayranlığını kazanır. Hem de öyle bir kazanır ki, çapkınlığıyla bilinen Sarah Bernhardt Red Kit’e kur yapar ama “yalnız kovboy” Red Kit, önünde kralların diz çöktüğü Sarah Bernhardt’ı reddeder!
Oldukça hareketli bir aşk hayatı olan Sarah Bernhardt’ın, Ligne Prensi, Belçikalı aristokrat Charles Joseph Eugene Maximillian Henri‘yle (1824-1871) ilişkisinden, tek çocuğu olan Maurice Bernhardt doğar (1864). Ancak bu ilişki sürmez, Sarah sahnesine dönerken, Ligne Prensi, Polonya Prensesi Maria Jablonowska (1863 - 1914) ile evlenir. Daha sonra birçok sevgili girer hayatına Sarah Bernhardt’ın. Sanatçılar, siyaset adamları, krallar, ressamlar, yazarlar... Bu sevgililerden çoğu tanınmış sanat ve siyaset adamlarıdır. İllüstrasyon dehası / ressam Gustave Dore, oryantalist ressam Georges Clarin, tarihe adını yazdırmayı başarmış büyük Fransız oyuncu Mounet-Sully, bir diğer oyuncu Lou Tellegen, edebiyat dehası Victor Hugo, kendine has tekniğiyle resim dünyasının en ünlü ressamlarından Alphonse Mucha, İtalya Kral Umberto, XII. İspanya Kralı Alfonso bunların arasındadır.
Nerede Sarah Bernhardt’la ilgili bir yazı görseniz, mutlaka biricik oğlu Maurice’ten de söz edilir. Ancak Maurice’le ilgili hiçbir bilgi yoktur kaynaklarda. Sanki Maurice sadece Sarah Bernhardt’ın oğlu olmasıyla kendisinden söz edilen bir ‘objedir’. Biraz derin kurcaladığımda bulabildiğim ve çevirebildiğim kadar bir iki bilgiye ulaştım. Maurice, annesinin varlığı ve kariyeri yüzünden çok da çalışmamış, içki ve sefalete yakalanmış, hatta Sarah Bernhardt’ın oğlu olarak anılmaktan çok da hoşlanmış biri gibi durmuyor tarihte. Özellikle Emile Zola’nın adının da karıştığı bir onur savaşı olan ve tarihe ‘Dreyfus Olayı’ olarak geçen olayda, annesiyle karşı düşüncelerde olması ve annesinin Yahudiliğinin dönem tutucu gazetelerinde bir küfür gibi kullanılmasında, annesine büyük bir öfkeyle karşı çıktığı biliniyor.
Maurice Bernhardt, 22 Aralık 1864 günü İspanya’da doğmuş, 21 Aralık 1958 günü Paris’te ölmüştür. Annesi gibi Maurice de, tiyatroyla uğraşmış; oyun yazarı ve tiyatro yönetmenliği yapmış biridir. Annesinin oynadığı bazı oyunları onun yazdığını biliyoruz örneğin. ‘Mini Afet’ ya da ‘Terör Dolu Bir Noel Gecesi’ bunlardandır. Théâtre de L'Ambigu'da, 1882-1883 sezonunda, ‘Carnot’ ve ‘Pot-Bouille’ adlı oyunlar ise, Maurice’in yönettiği oyunlardan bazılarıdır. Ama oğlunun yönetip, annesinin oynadığı ‘Macbeth’ bu ikilinin en önemli başarısı kabul edilir (1884).
Maurice Bernhardt da annesinin yattığı, Paris Pere Lachaise Mezarlığı’nda, hatta annesiyle aynı paftada yatmaktadır; 6 numaralı arsa / Pafta 44’de!
Sarah Bernhardt’ın pek bilinmeyen yanlarından biri de, heykeltıraşlığıdır. Kayıt altına alınmış 50 civarında heykel çalışması, Paris Ulusal Müzesi’nde sergilenen Sarah Bernhardt, bir yandan oyunculuk yaparken, diğer yandan Fransızların ünlü heykel sanatçısı Mathieu Meusnier (1824-1896) ve İtalyan heykel sanatçısı Emilio Franchesci’den (1839-1890) heykel dersleri alır. 1874 yılından 1886 yılına kadar değişik heykel sergileri açar Sarah Bernhardt; Londra, New York ve Philadelphia’da çalışmalarını sergiler. Bernhardt, ayrıca 1893'te Chicago'da düzenlenen “Dünyanın En Sevilen Şeyleri” gösterisi ve 1900'de Paris'teki yapılan “Exposition Universelle”e de (Dünya Sergisi) heykelleriyle katılır. Dünya çapında ün yapmış olan ‘Fırtınadan Sonra’ adını verdiği beyaz mermerden yaptığı heykelden başka, en ünlü fotoğraflarından biri olan, ‘tabut yatağında onu uyurken gösteren’ fotoğrafın sol üst köşesinde görülen kendi büstünü de Sarah Bernhardt yapmıştır.
Sarah Bernhardt, hep arzuladığı gibi sahnede ölür. Üremi adıyla bilinen, bir çeşit böbrek yetmezliğinden... Dünyada en çok turist ve ziyaretçi çeken mezarlık sıfatını taşıyan Pere Lachaise Mezarlığı’na gömülür. Pere Lachaise Mezarlığı, dünyanın en büyük ölüler kentidir. 470 bin metrekarelik alanıyla, Fransa’nın başkentinin en güzel gezinti yerlerinden biridir bu mezarlık. Bir milyonu aşkın insanın gömülü olduğu Pere Lachaise, 1805 yılında, güneş kral 14.Louis’nin “günah çıkartıcısı” Papaz La Chaise tarafından kurulmuş, ünlü bahçe mimarı Brogniart’ın düzenlemesiyle biçim kazanmış bir anıt mezarlık... Bu güzelim bahçeye gömülü insanların her biri birer roman kahramanıdır. Chopin, La Fontaine, temsilen de olsa Moliere, Gerard de Nerval, Balzac, Apollinaire, Marcel Proust, Edith Piaf, Modigliani ve dünyayı değiştirmiş daha nice sanat adamı... Bizden de iki kişi bu mezarlıkta, Sarah Bernhardt’la aynı yerde yatmaktadır. Biri Yılmaz Güney, diğeriyse Ahmet Kaya...
1914 yılında, Fɾansız Legion D'Honeuɾ (Onuɾ nişanı) alan Saɾah Beɾnhaɾdt, hem Opelia'yı hem de Hamlet'i oynama başarısını gösteren sayılı oyunculardan biri olarak tarihe geçer. Alexandra Dumas'ın 'Kamelyalı Kadın'ı ile Oscar Wilde'ın 'Salome'sine ilham veren, Marcel Proust tarafından Kayıp Zamanın İzinde'deki 'Berma' karakteriyle ölümsüzleşen yine odur. Bugün hala Fransız Devlet Tiyatrosu’nun adı Sarah Bernhardt Tiyatrosu ise bu onun kendinden sonraya bıraktığı muhteşem oyunculuk mirası yüzündendir.
Sahnemizi aydınlatan çabaları ve unutulmaz oyunculuğuyla, aramızdan ayrılışının 100. yılında Sarah Bernhardt’ı saygıyla anıyor, inandığımız yolda, biricik sanatımız tiyatronun elinden sıkı sıkı tutarak, ardımızdan gelenlere namuslu bir mücadele pratiği bırakmak için yürümeye devam ediyoruz.
Hadi bakalım Türk kadın oyuncular; öğrenin, öğretin ve umudu sahneye taşıyın! Unutmayın ki; iyi bir oyuncu alçakgönüllüdür. Hayat da öyle değil mi zaten: Kimi alçakgönüllüdür, kimi ise alçak olmaya gönüllüdür.