Aylardan Mart… Kızım ve torunum ile “üç nesil bir arada” “Doğu ve Batı Uygarlığının Doğum Yeri” Mezopotamya topraklarına doğru çıktığımız gezide ilk durağımız Gaziantep’ti. Bu kadim kentin sanatına ve kültürüne dair keşifler yaptıktan sonra ayrılık günü gelmişti. “Gezginyürek” kızım, geziye çıkmadan önce araba kiralamış meğer! Şirkete uğrayıp arabamızı alarak “Rotamız Şanlıurfa, hedefimiz Göbeklitepe ” diyerek çıktığımız yolculukta, bereketli toprakların fıstık ağaçları bize eşlik ederken gezimizin ikinci kentine gelmiştik. Yurdumuzun Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan ve 12 bin yıllık tarihiyle dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Şanlıurfa’dayız.
Her yerinden tarih fışkıran Şanlıurfa kenti, bölgede “Peygamberler Şehri” olarak tanınır. İbrahim Peygamber, Nemrut tarafından Şanlıurfa Kalesi’nden aşağı ateşe atılır. Yakılan ateş göle, odunlar da balıklara dönüşür. Bu hikâyenin geçtiği ünlü Balıklı Göl ilk durağımız. Kutsal oldukları ve yiyeni kör ettiğine inanıldığı için kimsenin dokunmadığı sayısız sazan balığı berrak sularda yüzmekteydi. Kentin eski şehir kısmında bulunan Balıklı Göl çevresindeki antik Mevlid-i Halil Camii’ni, Kutsal Emanetler’i, Hz. İbrahim’in doğduğu Mevlid-i Halil Mağarası ile Rızvaniye Camii ve Medresesi’ni (1736) gezip gördük. Tarihiyle olduğu kadar mutfağıyla da ünlü Şanlıurfa’nın patlıcan kebabının ve künefesinin tadına bakmayı da ihmal etmedik.
Onca tarihi zenginliğine rağmen günümüze dek bilinen en eski tapınak topluluğu Göbeklitepe’nin keşfinden önce dünyaca adı pek bilinmezdi Şanlıurfa’nın. Göbeklitepe, insanlık tarihinin en önemli arkeoloji keşiflerinden biridir. Modern insanın uygarlaşma yolunda attığı adımlarının en çarpıcı örneklerinden biri olarak dünya kültür tarihindeki yerini almıştır. Bu keşiften sonra, yurtiçinden ve yurtdışından gelen ziyaretçileri hiç eksik olmuyor ne kentin ne de höyüğün! “2024 Dünya Neolitik Kongresi” 4-8 Kasım 2024 tarihleri arasında Şanlıurfa’da yapıldı. Göbeklitepe herkesi çekiyor. Bu başarıda unutmayalım ki “Medeniyetler Beşiği” Anadolu’nun bir parçası olan Fırat ve Dicle Nehirleri arasındaki “Yukarı Mezopotamya” topraklarının tarihten bu yana insanları çekmesinin de payı vardır…
ARKEOLOJİ VE MOZAİK MÜZESİ
Şanlıurfa’da ikinci günümüz. Otelimizde yöre tatlarıyla hazırlanmış kahvaltıdan sonra kızım ve torunum ile “biz üç müzesever” kenti keşfetmek üzere eşsiz bir yolculuğa çıkıyoruz. Kentin 12 kilometre kuzeydoğusunda bulunan, Türkiye’nin en büyük müzesi olup dünya çapında da ödüller almış Şanlıurfa “Arkeoloji ve Mozaik Müzesi Kompleksi”ndeyiz. Kompleks 60 bin dönümlük arazi üzerine inşa edilmiş ve kapalı alana sahip iki farklı yapıdan oluşuyor. Birinci yapı 29 bin metrekarelik alana sahip “Arkeoloji Müzesi”, ikinci yapı ise 5 bin metrekarelik alana sahip “Mozaik Müzesi”. 24 Mayıs 2015’te açılan kompleksin Arkeoloji Bölümü’nden müzeyi gezmeye başlıyoruz. Köklü bir geçmişi olan Şanlıurfa ve yöresinin binlerce yıllık tarihinin belgelendiği; zengin, kültürel ve arkeolojik eserlerin sergilendiği müze dünyanın en büyük “Neolitik Çağ Koleksiyonu’na” sahiptir. “Müzenin bir başka önemli özelliği de dünyanın en eski tapınağı Göbeklitepe’ye ait taşınabilir eserleri bulundurması. İçinde 14 sergi salonu, 33 adet canlandırma alanı ve 4,5 kilometre ile Türkiye’de en uzun gezi güzergâhına sahip olsa da ziyaretçilerini yormadan ve sıkmadan “Zamanda Yolculuğa” çıkarıyor. Müzedeki sergi salonları Paleolitik Dönem’den başlayıp Neolitik, Kalkolitik, Tunç, Demir, Helenistik, Roma, Bizans ve İslami dönemlerle günümüze kadar kronolojik bir sırada geziliyor. Bu dönemlere ait bulgular, dönemin adı verildiği salonlarda sahiciymiş gibi canlandırmalarla ziyaretçilere sunuluyor.
Neolitik Dönem Salonu: Müzenin dünyaca ünlü Neolitik Dönem’e ait bulguları sergilediği bu salonu, merak ve heyecanla geziyoruz. Müzenin en önemli eserlerinden biri Neolitik Dönem’e tarihlenen insan boyutlarında (1.80 metre) yapılmış, uygarlık tarihinin bilinen en eski gerçek insan heykeli “Balıklı Göl Adamı” 1993’te Şanlıurfa merkeze yakın bulunmuş. Ağzı-ayakları olmayan, üç boyutlu tarih öncesi bu heykel ile Urfa’da yerleşimin Neolitik Dönem’e kadar uzandığı görülüyor.
“Çanak Çömlek Öncesi Neolitik Çağ’la” tarihlendirilen (MÖ 9.600-8.200) ve “Dünyanın İlk Anıtsal Kült Yapısı” olarak tanımlanan Göbeklitepe’ye ait bütün taşınabilir bulgular, Neolitik Dönem Salonu’nda kronolojik olarak sergileniyor. Bu müzeyi görmek, Göbeklitepe’yi anlamamıza çok yardımı olacaktır. O nedenle önceden müzenin görülmesi gerekir.
Bu salonda Göbeklitepe’ye ait kireçtaşından yapılmış insan ve hayvan başı heykelleri, beslenme ile ilgili taşınır kültür varlıkları görülüyor. Bunlara örnek olarak “Leopar Heykel Başı (MÖ 9.600-8.200)” ile “Yaban Domuzu Heykeli’ni (MÖ 8.700)” verebiliriz. Avcılıkla ilgili ok uçları, mızrak uçları, el baltalarını; beslenme ile ilgili çeşitli taş kaplar, havan ve havanelleri, kemik plakalar görülüyor. Hayvan kemiklerinin çokluğu ise evcilleştirme olasılığını güçlendiriyor.
Tasvirler, Semboller ve Heykellere örnek olarak “Islık Çalan Adam Başı”, “Sırtında Panter Taşıyan Adam”, “Stilize Kuş Kabartması”, “Yırtıcı Hayvan Heykelleri” ve “Minyatür Akbaba Figürü”. Totemlere örnek olarak “Nevali Çori”( Hastalıklar Vadisi) canlandırması ile üzerinde birden fazla insan ve hayvan kabartması bulunan ve uzunluğu 188 cm. olan “Totem Direği”... Bir taş levha üzerine kazınan, uzunluğu 55 santimetre olan “Doğum Yapan Kadın” figürü (MÖ 8.500-8.200) çok şaşırtıcıydı. Çünkü Göbeklitepe sembolizminin göze çarpan özellikleri arasında, hayvan tasvirlerinin sayıca çokluğu, bazı sembollerin bir araya getirilerek öyküleyici anlatılar oluşturması, genel olarak erkek hayvanların baskın olması ve kadın tasvirlerine tek bu örnek dışında rastlanılmamış olmasıydı.
Göbeklitepe D Tapınağı: Sergi Salonu’nun dikkati çeken eserlerinden biri de bugün dünyaca üne sahip anıtsal yapılardan D Tapınağı’nın bire bir ölçülerde replikasının inşa edilip sergilenmesiydi. En geniş yerinde çapı 20 metreyi bulan ve T biçimli dikilitaşlardan oluşan tapınak, “Leylek Dikilitaşlı Yapı” olarak adlandırılıyor. İçerideki çemberin ortasında iki dikilitaşla birlikte toplam dokuz dikilitaş açığa çıkarılmış. Söz konusu dikilitaşlar, insan heykelleri olarak yorumlanıyor. D yapılı dikilitaşların üzerlerindeki tasvirler ve semboller ile yine Göbeklitepe’den getirilen heykellere hayran olduk. Ayrıca binlerce eserin tanıtıldığı Neolitik Dönem Salonu’nda sadece Göbeklitepe’ye ait eserler değil Şanlıurfa ve çevresindeki bütün antik höyüklerin de hakkı teslim edilmiş.
Kızım ve torunum ile “biz üç müzesever” diğer salonları da gezdik. Demir Çağı’ndaki canlandırmalar, Yeni Asur Dönemi’nde “Toprak Tabletler”, Roma Dönemi’ndeki “Ölünün Taşınması”, “Eros ve Psykhe” ile “Triton” kabartmaları, İslami Dönem’de ise “Asma Desenli Sütun” çok güzeldi. “Harran Evleri” Rekreasyonu ise o kadar canlıydı ki bizleri Harran Ovası’na götürdü. Arkeoloji Müzesi’ni gezerken kadınlar ve erkekler çocuklarıyla çeşitli dönemlerde hepsi ayrı köşelerde canlandırılmıştı. O kadar doğaldılar ki sahici sanırsınız… Sergilenen eserlerde kullanılan işçiliğin zamanla nasıl da detaylı bir hale geldiğini, yaptıkları her şeyin nasıl da güzelleştiğini görürsünüz. İlk yapılan hayvan ve insan figürlerinin küçücükken zamana kendilerini uydurarak nasıl da büyük boyutlara geçtiğini de…
HALEPLİBAHÇE MOZAİK MÜZESİ
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nin hemen karşısındaki Mozaik Müzesi’ndeyiz. “Haleplibahçe Mozaik Müzesi” olarak da anılan bu müzenin en önemli özelliği, mozaiklerin bulunduğu yerin üzerine yapılmış olması, mozaikler yerlerinden çıkartılmamışlar ve müze onların üzerine inşa edilmiş. Üstü kapalı olan bu devasa salonda sergilenen mozaikler, estetik açıdan çok güzel ve detaylı. Bazıları yerde, bazıları da duvarlarda ziyaretçilerini bekliyor. Haleplibahçe Mozaik Müzesi, mitolojide ismi geçen kadın savaşçı Amazonlar’ın tasvir edildiği mozaiklere de ev sahipliği yapıyor.
Mozaikler Amazon kadınlarının av sahnelerini, at, aslan, köpek gibi hayvanları ve insanları tasvir ediyor. Savaşçı Amazon Kraliçeleri’nin anlatıldığı mozaikler, dünyanın ilk örneklerinden kabul ediliyor. İçlerinde ata binmiş Amazon kadın “MENANITTH”tablosu ile “AV SAHNESİ” adlı Amazon mozaiğinde öne çıkan şaha kalkmış at tablosu çok çekiciydi. Amazon kadınların dışında neler var, derseniz “HİZMETÇİ ve ZEBRA” mozaiği ile kentlerin ve yapıların kurucu ve koruyucusu “KTİSİS” mozaiğini söyleyebilirim. Bu figür, daha sonraki Bizans Dönemi’nde de pek çok mozaikte kullanılmış. Ama hepsinden güzeli MÖ 194 Yılına tarihlenen “ORPHEUS” mozaiği. Tabloda arp çalan Orpheus, bir yanında saldırmaya hazır aslan, kaplan ve panter yaşamın acılarını sergilerken; diğer yanında ise koyun, at ve kuşlar sakinliğin sembolüydüler. Yurt dışına kaçırılmış olan bu eser, şükür ki sonradan geri alınmış. Mozaik tekniğinden, sanatından ve 4 milimetre kare ebadında Fırat Nehri’nin orijinal taşlarından yapılmış olmasından ve usta işçiliklerinden dolayı, uzmanlarca dünyanın en kıymetli mozaiği olarak tanımlanmaktadır.
Şanlıurfa “Arkeoloji ve Mozaik Müzesi Kompleksi’ndeki” gezimiz bitmişti. Yaşamımda bu kadar büyük ve binlerce eseri, hem de en güzel şekilde bağrında taşıyan bu eşsiz müzeyi gezip görmüş olmanın sevinci içindeydim. “Kültür ve İnanç Şehri” Şanlıurfa’ya gelen herkese bu eşsiz müzeyi gezip görmelerini öneriyorum. Kızım, torunum ve ben müzeden ayrılırken “Medeniyetler Beşiği” Anadolu’muzun gururu vardı yüreklerimizde…
Firdevs Tuncay