Münire Eyüp (Neyyire Neyir) Hanım’a Saygı Yazıları - 8

Abone Ol

“Koşuşan iki ateş gibi konuşmuştuk / Düşlerimiz el ele tutuşmuştu / El ele tutuşmuş iki kelebek gibi” (Didem Madak)

Hamlet davası - 5 / Her kuş kendi sürüsüyle uçar      

Hamlet davasını bahane ederek, kimseye eyvallahı olmadığı için Muhsin Ertuğrul’un Şehir Tiyatrosu’ndaki görevinden uzaklaştırılmasını isteyen sesler o denli güçlenir ki, bu durum açıktan açığa bir çeşit basın yoluyla linç hareketine dönüşür. İkdam gazetesinde yayınlanan bir yazı, yakında başlayacak olan Hamlet davasının aslında ne için bu kadar önemsendiğini göstermesi adına önemlidir:

“Sahneden, eser kıymetinden, teknik ölçüsünden, aktör hayatından başlayarak rejisör Ertuğrul Muhsin’in şahsını da içine katan tiyatro münakaşası baş döndürücü bir hızla küfrün gayyasına doğru sel çamuru halinde akıp gitti ve gidiyor.

San’at meşalesini gönüllerinde kavrayan ve beyinlerinde tutuşturanlarla, san’atı vaktiyle işkencesi ve ıstıraplarıyla halk dilinde yerleşmiş bir frenk kelimesi olan “Reji”deki bütün hususiyet ifadesi ile “rejileştiren”ler karşı karşıya!

Dava bugünün değil; yılların davası, yılların iç burkan birikintisi, Türk sahnesini kurtarmak, ilerletmek ve Türk tiyatro eserini ve muharririni yükseltmek mücadelesi, onun yeniden indifaı ve tezahürü… Ancak, bunu yapabilmek, mücadeleyi galip ve muzaffer çıkarmak tek şeye bağlı: Sahneyi ve eseri “reji”den kurtarıp ele alabilmeye!

Osmanlı rejisini Türk inkılâbı yıktı, İstanbul’daki “tiyatro rejisini” yıkmak için herhalde o ölçüye, o çapa lüzum yok. Bir karar ve bir dokunuş kâfi. Bu kararı verecek, o dokunmayı yapacak kudret de uzakta değil, çok yakında, şuracıkta, belediyenin içinde ve riyaset makamının şahsındadır.”  (İkdam gazetesi, 17 Birinciteşrin (*Ekim) 1941, Sene: 2, Gazete yayın no: 803, “Birkaç Satırda” başlıklı köşesinde, ‘Atatüre’ imzasıyla yayınlanan “Tiyatro Rejisi” başlıklı yazı, s. 1)

Çok geçmez; Hamlet çekişmesi, 21 Ekim 1941 günü resmen adliyelik olur. O gün, Muhsin Ertuğrul ve Türk Tiyatrosu dergisinin yazı işleri sorumlusu Neyyire Neyir Hanım, İstanbul Savcılığı Birinci Tetkik Dairesi’ne çağrılır ve ifadeleri alınır; bu sırada Muhsin Hoca da aynı gün, Celâleddin Ezine’ye karşı bir hakaret davası açar.

21 Ekim 1941 günü, mahkemelik bir durum daha çıkar ortaya; Peyami Safa’nın yazdığı yazıda, Hamlet rolünü canlandıran Talât Artemel için “Şehir Tiyatrosu’nun Hamlet’inde daha ilk perde açılıp da zavallı Danimarka Prensi(ni) temsil eden tahta yapılı aktör hışır sesiyle konuşmaya başlar başlamaz…” tümcesi yüzünden, Artemel de, Safa’ya karşı bir hakaret davası açar… Herkes birbirini dava etmektedir. Ortalık yangın yerine döner.

Hamlet davası zehirli sarmaşıklar gibi Türk tiyatrosu ve dönemin isim yapmış birçok gazetecisini karşı karşıya getirmiştir. Bu hesaplaşmanın, sadece birkaç basit hakaret için yapılmadığı o kadar bellidir ki!

Bu toz duman içinde; her kafadan bir ses çıkarken, Şehir Tiyatrosu’nun sezon açılış oyunları olan “Hamlet” ve “Kibarlık Budalası” yoğun seyirci bulmasına karşın sahneden çekilir. Hamlet’in yerine  dram kısmında M. Feridun’un “Merdivende Bir Işık”, Kibarlık Budalası yerine de -son derece mânidardır- “Kör Dövüşü” adlı adapte bir oyun komedi kısmının yükünü çekmeye başlar. Belki küçük bir ayrıntıdır ama söylemeden geçmek istemiyoruz: Neyyire Neyir, bu gerilimi yüksek günlerde bile, sahne tutkusundan vazgeçmemiş, “Merdivende Bir Işık” adlı oyunda (da), Hadi Hün, Nevin Akkaya ve Avni Dilligil’le birlikte sahne almıştır. Özel hayatında sessizliği ve alçakgönüllülüğüyle bilinen Neyyire Hanım’ın bu oyundaki rolü neydi dersiniz: “İsterik kadın”… Bunun, günlerin pisine pasına karşın sanatsal ve zeki bir tavır olduğunu düşünmeden edemedik. Bir de şu geçti aklımızdan: Yeryüzü gökyüzüne yapışsa da,karanlığın kuvveti, bazılarının sahne tutkusunu yenecek kadar büyük değildir.

Nihayet 19 Kasım 1941 günü gelir çatar. O gün Hamlet davasının ilk duruşması yapılacaktır. Gazeteler ve başyazarlar iki karşı cepheye ayrıldığı gibi, sanat ve gösteri dünyasının insanları da olup bitenler karşısında utangaç bir sessizliğe bürünmüştür. Çünkü;

“Şehir Tiyatrosu’nun bir aydan fazla zamandan beri temsil etmekte olduğu Hamlet piyesi, geçen akşam sona ermiştir. Fakat Celâleddin Ezine’nin dediği gibi, Şekspir’in oğlu Hamlet Tepebaşı’nda katledildikten sonra (değil), mahkeme koridorlarında, sorgu hâkimlerinin önünde hesap vermeye başladıktan sonra...” (Vatan gazetesi, 20 İkinciteşrin (*Kasım) 1941, Perşembe, Sene: 2, Gazete yayın no: 445, s. 1)

Hamlet Davasının Birinci Perdesi (İlk Duruşma)

“Dün adliyede çoktan beri beklenen bir davanın muhakemesine başlandı. Saat on ikiden sonra binanın giriş kısmı inzibat kordonu ile sarılmıştı. Halk, üniversiteli talebe gençlik merak ve heyecanla yol başlarını doldurmuşlar, kordonu kırmaya çalışıyorlar, bağrışarak ileri atılmaya gayret ediyorlardı.”

Alışılmış bir durum değildir bu! Toplumun hemen hemen her kesiminden insan, makkemenin yapılacağı adliyenin önündedir. Yazarlar, Şehir Tiyatrosu oyuncuları, gazeteciler, özellikle de üniversiteli gençler! Duruşma saat 14’te başlayacak olmasına karşın, öğle saatlerinden itibaren  adliyenin önü hınca hınç doludur.

Nihayet saat 14’e doğru Muhsin ve Neyyire Neyir duruşmanın yapılacağı küçük salona gelirler. Salon küçüktür ama salona girmek için içinden geçtikleri kalabalık üniversiteli öğrencilerinin coşkulu  tezahüratı büyüktür: “Yaşa Ertuğrul, Yaşa Neyyire, var olun Türk sanatkârları!”

Mahkemenin yapılacağı Birinci Asliye Ceza Mahkemesi’nin salonuna, kısıtlı sayıda dinleyici alınır. Konuyla ilgili olanlar, numaralı kartlar verilen bazı gazeteci ve tiyatrocular, hukuk ve edebiyat fakültelerini temsil eden birkaç genç, hepsi bu… Savcılık, olası bir izdihamı önlemek için adliyenin cadde tarafındaki kapılarını kapattırmış, merdiven başlarına da polis yerleştirmiştir.

Soluk almanın bile çok güç olduğu küçücük mahkeme salonu, bir şöhretler buluşması gibidir: Bir yanda tiyatronun tanınmış yüzleri, diğer tarafta basın dünyasının en ünlü kalemleri…

Duruşma, saat 14.05’te başlar.

Davalı ve davacıların sıralandığı masanın sağ başında Peyami Safa vardır. Onun yanında Tasviri Efkâr gazetesinin yayın müdürü Cihat Baban, avukat yazar Esat Mahmut Karakurt ve Celâledin Ezine oturmuştur. Masanın diğer tarafında ise sırasıyla; Muhsin Ertuğrul’un avukatı Nazmi Nuri, Muhsin Ertuğrul, Türk Tiyatrosu dergisinin yayın müdürü Neyyire Neyir ve Şehir Tiyatrosu Müdürü Zeki Coşkun vardır. Davayı izlemek için salona girmeyi başaranlardan bazıları ise: Re’fi Cevat Ulunay, İ. Galip Arcan, Muammer Karaca, Suavi Tedü, Refik Kemal gibi tanınmış isimlerdir.

Kimlik tesbitinden sonra, Savcı Orhan Köni, davaya konu olan yazıları okuyarak, her yazıdaki hakaret içeriklerinin altını çizer.

Celâleddin Ezine - Hüsnüniyetle bir tenkit makalesi yazdım. Bunun üzerine hakaretle karşılaştım.

Muhsin Ertuğrul - Çalışarak bir piyes meydana getirdik. Celâleddin Ezine suiniyetle  tiyatromuza  geldi, bir tenkit yazdı. Ben kendisini tahkir etmedim, eseri müdaafa mecburiyetinde kaldım ve Türk Tiyatrosu mecmuasındaki yazıyı yazarak hüsnüniyetle cevap verdim.

Peyami Safa - Evet, o yazıları ben yazdım. Tasviri Efkâr’daki yazılar tiyatro tenkit yazılarıdır ve Türk tiyatrosunu müdaafa etmek için yazılmışlardır. Server Bedi imzalı yazı da tamamen mizahî mahiyettedir.

Neyyire Neyir - Yazı işleri sorumlusu olduğum dergide yayınlanan Muhsin Ertuğrul’un kaleme aldığı yazının içeriğinde başlı başına bir hakaret mevcut değildir. Yevmî (*Günlük) bir gazetede yapılan hakaretamiz bir yazıya karşı meşru bir müdaafa yazısıdır. Bu, tahkir edilmiş bir adamın müdaafasıdır ve güzel bir sanat yazısıdır da. Hakaret kastı olmadığı gibi yapılan hakaretlere cevaptır.

Savcı Köni, iddianamesini okuduktan sonra, sonuç olarak sözlerini şöyle toplar:

“Konu hakkında yazılar yazan Sadun Galip, Selâmi İzzet, Selim Nüzhet ve Ulunay’ın yazdıklarına dayanarak; suçlulardan Muhsin Ertuğrul, Celâleddin Ezine, Peyami Safa, Neyyire Ertuğrul, Emin Zeki Coşkun, Ziyad Ebbüziya (*Tasviri Efkâr gazetesinin sahibi) ile Cihat Baban’ın hareketlerinin matbuat kanununun 27. maddesi delâletiyle Türk Ceza Kanunu’nun 434 ve 482/2. maddelerine, Peyami Safa’nın hareketinin ise fiilinin taaddüdü itibarıyla aynı kanunun 80.maddesine uygun olarak cezalandırılmalarına… ancak neşren (*Basın yoluyla) hakaret suçunun vukuuna Celâleddin Ezine’nin sebebiyet vermiş olması dolayısıyla maznunlardan Muhsin Ertuğrul, Neyyire Ertuğrul ve Zeki Coşkun’un cezasının azaltılması için kanunun 485. maddesinin tatbikine…”

Bu konuşmanın ardından HâkimCemil Güzey, ‘suçlulardan’ savunmalarını ister. Ancak Celâleddin Ezine’nin avukatı, savunma yapmak için mahkemeden süre isteyince, hâkim üç gün süre verir. Böylece Hamlet davasının birinci perdesi biter. İkinci duruşma, 24 Kasım 1941 Pazartesi günü, saat 14’te yapılmak üzere oturum sona erer.

(Meraklısına Not: Peki, sözü edilen TCK’nun 482/2 maddesi neyi içermektedir?

TCK 482. Madde: (Hakarete mütedair olan bu madde) suçlunun üç aya kadar hapis ve 100 liraya kadar ağır para cezasına mahkûm edileceğini…bu maddenin (2.) bendi ise; suç neşr (basın) yoluyla işlenmişse, cezanın dört aya kadar hapis ve 150 liraya kadar para cezasına yükseleceğini bildirmektedir.)

Duruşmanın ilk günü yaşanan birçok olay hayli ilgi çekicidir ya, bunlardan bir tanesini anmadan geçmek istemiyoruz. Çünkü eşine az rastlanır bir şey yaşanmıştır o gün. Mahkeme salonuna alınmayan hukuk fakültesi öğrencileri gazeteler üzerinden şikâyette bulunmuşlardır:

“Bu davaya üniversite gençliğinin alâka duyması pek tabiidir. Çünkü davaya yol açan Hamlet piyesi, üniversitenin bir fakültesi tarafından tercüme edilmiştir ki bu, eşine nadir tesadüf edilir bir fikrî alâka mevzuu teşkil ediyor (…) Böyle bir davaya ait münakaşaların, üniversite talebesinin görüş ufkunu genişletmek bakımından bir ders, bir konferans kadar istifadeli olduğu aşikârdır. Öyle olduğu halde üniversite talebesinin mahkeme salonuna, hatta adliye binasına girmelerine müsaade edilmemiştir. 

Uğradığımız muamele bize iki cihetten acı gelmiştir: Böyle bir davayı bizim ve fikrî alâkaları olan diğer vatandaşların merak etmeleri tabii görülmeli, ya Ağır Ceza Salonu veya diğer bir yer seçilmeliydi (…) Eğer bizim muhakemenin selâmetini bozacağımız ve saygısızlık göstererek taraf tutacağımız yolunda bir şey farzedilmişse haksız yere günahımıza girilmiş ve üniversiteli sıfatıyla haysiyetimiz zedelenmiştir.” (Vatan gazetesi, 20 İkinciteşrin (*Kasım) 1941, Perşembe, Yıl: 2, Gazete yayın no: 445, s. 1 ve 3)

Mahkeme, kararını vermek için çabalarken, Safa Kılıçlıoğlu’nun sahibi olduğu Yeni Sabah gazetesinde  ilk duruşma izlenimlerine dair yayınlanan haberin dili, kavganın daha da kızışacağını belli eden kışkırtmalarla doludur. (Meraklısına Not: Kılıçlıoğlu, önce Millet Partisi, ardından da Demokrat Parti saflarında duran bir gazete patronudur.)

“Şehir Tiyatrosu’nda oynanmakta olan Hamlet faciası adliye Birinci Ceza’da yeni bir haile doğurdu (…) Mesele şu: Tasviri Efkâr refikimizde tiyatro yazıları yazan muharrir Celâleddin Ezine Hamlt piyesinin tenkidini yapmış (…) bu makale çıktıktan sonra (ortalığı) afakı bir dedikodu sarmıştı. Şehir Tiyatrosu’na Hamlet’i görmeye giden her seyircinin eline tutuşturulan (Program-mecmua) gibi bir şeyde Şehir Tiyatrosu rejisörü, Hamlet’i tenkit eden Celâleddin Ezine’ye karşı açmış ağzını, yummuş gözünü!.. Filhakika, bu dedikoduların akisleri matbuata da intikal etti. Şehir Tiyatrosu’nun müdürü Zeki Coşkun’un biraderi Safa Coşkun bu küfürlü makaleyi methetti (…) Celâleddin Ezine, rejisör ve ilân mecmuasının sahibi, belediyenin memuru Zeki Coşkun ve mecmuanın neşriyat müdürü Neyyire Neyir hakkında dava açtı.” (Yeni Sabah gazetesi, 20 Sonteşrin 1941, Perşembe, Sene: 4, Gazete yayın no: 1272, s. 1 ve 3) 

Hamlet davasının birinci perdesini -bu gülünç tragedyayı- bir şiirle bitirelim istiyoruz. Shakespeare ne diyordu şiirinde:

“Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin.

Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz.

Bütün mesele hazır olmakta.

Madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olmamış,

Erken bırakmış ne çıkar,

Ne olacaksa olsun!”

İnandığın gibi yaşa da… ne olacaksa olsun!

Öyle ya; her kuş kendi sürüsüyle uçmaz mı? Kanadına güvenen bir kartalın, uçurumdan korktuğu görülmüş müdür? (Devam edecek)