Mevlana ile bendeniz Ayşegül
2013 yaz mevsimi… İstanbul'da hava gayet hararetli… Bendeniz, elimde 'Mesnevi', aynı hararetle okuyor, gözlerimden süzülen yaşlara da hakim olamıyorum. Okuyup
Okuyup araştırıp koskoca bir yazı Mevlana ile geçirmiştim. Sonbaharın kendini göstermeye başladığı günler gelmiş, rüyalarımda Mevlana ile konuşur olmuştum.
O anlatıyor ben dinliyordum adeta. “İnsan” diyordu, “Tabiat, hayvan” diyordu ve en çok da “Aşk” diyordu…
“Hak, hukuk, adalet” diyordu.
Deli gibi dolaşır olmuştum ortalarda. 'Halayık kızın hikayesi'ni anlatıyordum, Mesnevice konuşuyordum arkadaşlarıma, “Sen filozof olmuşsun” diyorlardı. Hıh işte tam da öyle bir durumda idim…
Mevlana, insanoğlunun kamışdan yapmış olduğu ilk müzik aleti neyi insan figürü yapıp üzerinden insanların acılarını, aşklarını anlatıyordu.
"Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor?
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın... Herkes ağlayıp inledi. Ayrılıktan parça parça olmuş kalp isterim ki iştiyak derdini açayım.
Aslında uzak düşen kişi yine vuslat zamanını arar.
Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de. Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.
Benim esrarım feryadımdan uzak değildir ancak her gözde, her kulakta o nur (ışık) yok."
......................................................
Yarabbi feryadımı artık duysan diyorum…
Tabii yıl 2013 olunca, tarih sayfalarına girecek günler yaşanıyordu. Üç beş çapulcu toplanmış, birkaç ağaç için tencere, tava herkes bir hava senfoni gösterisi yapıyordu.
Mesnevice konuşmak üzere Taksim'de hazır bulundum. Taksim her zamanki Taksim değildi, binlerce polisi ilk defa bir arada dizili görmüştüm. Gözlerim, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Birinci Bölüğü, Onuncu Tugayını aramadı değil hani. Bu çapulculara, bu polisler azdı zannımca.
Taksimi kaplayan çevik kuvvetin önüne geçip 'Gaz sıkmayın onlar sizin dildaşlarınız' dedim. Tabii içimdeki Mevlana, dilime sirayet ediyordu da el, kol, bacak uzuvlarında pek etkili değildi. Üç buçuk atıyordum. Kavuğumu düzeltip İstiklal Caddesi'ne doğru yürümeye başladım ki; dükkanlar AVM’ler kapalıydı. Polis kontrolünde idi upuzun cadde.
Derken insanlar koşmaya başladı. Bağırış, çığırış, gaz sıkılmıştı caddenin girişinden. Benim başımda kavuk, uzun entari, koş Ayşe koşabilirsen. Orada bıraksam kıyafeti Mevlana'ya ayıp olacak. Üzerimde kalsa ayaklarıma dolanacak. Mevlana'dan hemen bir özür diledim. Ne var, ne yok can havli ile Ayşe moduna döndüm. Gözlerim yanıyordu, vücudum kıpkırmızı olmuştu. Önümü göremeden Beyoğlu'nun ara sokaklarına kaçışıyorduk. Ben ne yapmıştım? Biz ne yapmıştık?
Vergisini veren, sıradan sade vatandaşlar değil miydik? Lisede de atletizm takımında idim. Atletlerin yüz karası olarak yığılıp kaldım duvar dibine, tanımadığım birileri gözüme limon sıkıyor, kollarıma su döküyordu artık nasıl bir haldeysem.
"Nereye gideceksin bayaaann" diye soran adama 'TRT'nin otoparkı' diyebildim. "Şu sokağa gaz sıkılmadı, ordan git" dedi. Sonradan öğrendim ki gaz bulutunun içinde bana uzanan el Çarşı Grubu'na aitmiş. Beşiktaş’ın Çarşısı şiddete karşıydı.
Otoparkı el yordamı ile bulmuştum, benim eski düldülle tam gaz giderim diye düşünürken otopark birden cehenneme dönmüştü adeta. "Araçlara, herkes araçlarına binsin. Camları kapatıp klimaları açsın" diye bir anons geçmeye başladı. Kapalı otoparkın içine gaz sıkmışlardı iyi mi... Son nefesimi verdiğimi sandığım anda ellerimi açıp 'Yarabbi artık feryadımı duysan diyorum' diye yalvardım.
Hayır, bütün bunlar Mevlana'ya yapılacak şeyler değildi. Vehmimdeki Mevlana panik atak nedir o gün tanışmış oldu.
Anlayamıyorlardı Mesnevi'yi... Afganistan'da doğduğu için Afganlar, "Mevlana bizim", Farsça yazdığı için İranlılar "Bizim", Konya'da vefat ettiği için Türkler de "Bizim" diyordu. Bana kalırsa da Mevlana, okuyup ve düşünen herkes içindir. Dünyanın ortak bahçeleri vardır, bu bahçeler buluşma noktalarımızdır. Git Batı’ya Dante'nin İlahi Komedyası da bu bahçenin değeridir; gel Doğu’ya keza Mevlana da…
Her yıl Konya'da buluşup vefatı üzere anarız Mevlana'yı. Oysa, elimizi uzatacağımız bir kitap kadar yakındır bize. Okuyup anlamış olsa idik Beyoğlu'nun ara sokaklarında koşturur olur muyduk hiç? Ağaçlara değer veriyor olmamız engellinir miydi hiç?
"Güneş herkesin üzerine doğar. Gül başka, leş başka kokar."
Her gün televizyondan parmaklarını gözümüzün içine sokup nefret söylemleri saçanlar mesnevi ile tanışmış olsalardı başımızı okşamazlar mıydı? Dervişler gibi bir lokma, bir hırka ile gün, ay, yıl geçiren yorgun ve yılgın halka bir parça merhem olmazlar mıydı?
Cumhuriyeti yok sayıp Cumhuriyet Altını ile testilerini dolduranlar, tabut denilen tahta kutuya girmeyecekler mi?
"Pişmişin halinden anlar mı ham, sözü kısa kesmek gerek vesselam."