Memduh GÜNEY/EGE TELGRAF- 25 Kasım, "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak her yıl takvimlerde yerini alıyor. Türkiye’de ‘kadına yönelik şiddet’ hakkında bir internet araması yaptığınızda karşınıza çıkan başlıklar ise ürkütücü bir tabloyu gözler önüne seriyor. Örneğin, “14 yılda en fazla kadın cinayeti 2024 yılının Ekim ayında işlendi” veya “Son yedi yılda Türkiye'deki 'şüpheli kadın ölümleri' yüzde 82 arttı” gibi haberlerle karşılaşıyoruz. Şiddetin neden durmadığını ise şiddet gören kadınlara destek eli uzatanlara sorduk.
“SÖYLEMLER SORGULANMALI”
“Kadın cinayetlerinin durdurulması için toplumsal eşitsizliklerin köklerine inen bir mücadele şarttır” diyen Önce Kadınlar ve Çocuklar Derneği Başkanı Müjde Tozbey, “Adalet sistemi kadınlar lehine işlevsel hale getirilmeli, kadınları koruyacak hukuki mekanizmalar etkin biçimde uygulanmalıdır. Kadın düşmanı söylemlerin ve cinsiyetçi önyargıların genç yaşlardan itibaren sorgulanması gerekiyor.Kadın cinayetlerini durdurmak sadece polisiye tedbirlerle mümkün olmaz; bunun için yoksulluğu, gelir eşitsizliğini ve işsizliği hedef alan köklü bir toplumsal dönüşüm gereklidir. Ayrıca kadınların eşit ve adil bir şekilde istihdam edilmelerini sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır” ifadelerini kullandı.
EKONOMİK ÖZGÜRLÜK VURGUSU
Eğitimsizlik ve ekonomik bağımlılıkla birlikte kadınlara yönelik şiddetin arasındaki bağlantının üzerinde duran Tozbey, “Kadınların ekonomik özgürlüğünü sağlamaya yönelik kapsamlı bir dayanışma ağı kurulmalıdır. Bu ağ, devletin sağlayamadığı sosyal destek mekanizmalarının yerine geçmeli ve kadınların şiddetten uzak, bağımsız bir hayat kurmalarını desteklemelidir. Kadınlar için yaygın ve ulaşılabilir eğitim programları, mesleki kurslar ve ekonomik üretime katılım alanları yaratılmalıdır” diye konuştu.
“MÜCADELE ETMEK GÖREVİMİZ”
“Bu topraklarda kalmak ve mücadele etmek, bu düzenin bize dayattığı eşitsizliklere ve adaletsizliğe boyun eğmemek bizim en büyük görevimizdir” diyen Tozbey, “Hükümetin eşitsizliği ve gericiliği besleyen politikalarına rağmen, kadınlar olarak biz örgütlenerek gücümüzü büyütmeliyiz. Mahallelerden başlayarak kadın dayanışma ağlarını genişletmeli, birbirimizin sesi ve gücü olmalıyız. Kadınlar olarak haklarımızı talep etmeli, sokaklardan, işyerlerinden ve evlerden şiddeti kovana kadar mücadele etmeliyiz. Bizler, bu düzenin kadınları yoksulluğa ve çaresizliğe mahkum etmesine karşı eşitlik ve özgürlük mücadelesini büyütmek zorundayız” dedi.
“KOL KIRILIR YEN İÇİNDE KALIR MI?”
Kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin artmasının tesadüf ya da münferit olaylar olmadığını önemle vurgulayan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri İzmir Temsilcisi Tülin Osmanoğlulları, İstanbul Sözleşmesini işaret etti. Osmanoğulları, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldıktan sonra gündeme gelen aile politikaları ve ‘güçlü aile’, ‘kutsal aile’ kavramlarını değerlendirerek “Bu politikalardan vazgeçilmeli ve acilen 6284 uygulamaya alınmalı. Güçlü aile ve kutsal aile kavramları uygulamaya başlandığında erkek kutsanıyor. Güçlü aile dedikleri ailenin içinde kadın şiddet görüyor. Bu politikalar ‘kol kırılır yen (elbise) içinde kalır’ düşüncesiyle aile birliğini sürdürmelisin diyor” dedi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldıktan sonra yaşanan sürecin öngörülebilir olduğunu da belirten Osmanoğulları, “Kadını kollayan yasalar uygulanmazsa şiddeti ortadan kaldıracak sözleşmeden çıkıldığı an sonucun vahim olacağını biz söylemiştik” ifadelerini kullandı.
“EŞİTLİĞİ ARTIRACAK YASALAR”
Kadın sığınma evlerine son yıllarda başvuruların giderek arttığını belirten Osmanoğulları Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun başvuru karşılama hattındaki yoğunluktan da bahsetti. Osmanoğulları, “Türkiye’nin dünyanın her yerinden her kadının arayabileceği bir başvuru hattımız var. Bizi her yerden arıyorlar. 6284 yasası tartışmaya açıldığından beri şiddet gören kadınlar kolluk kuvvetlerine gittiğinde yardım alamıyor. Kadın şiddet gördüğü eve geri gönderiliyor. Biz ve bizim gibi derneklerde kadınlarımıza elimi uzatmaya çalışıyoruz” ifadelerini kullandı. Çözüm için çok büyük şeylere gerek olmadığının altını çizen Osmanoğulları, “Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan yasalar, politikalar uygulanmalı. Eğitimde öncelikler belirlenerek kız çocukları okutulmalı ve onlar topluma kazandırılarak iş hayatına atılmalı” diyerek sözlerini tamamladı.
“SİSTEM KORUMUYOR”
Geçmişten bugüne patriarkal sistemin devam ettiğini vurgulayan terapist Melek Aykaç ise, “Patriarkal sistemde erkek egemen bir sistem var ve bu sistemde kadının kendi düşüncesi yok. Şu an var olan politikalarla birlikte ekonomik krizin kadının var olan şiddet döngüsü içinde kalmasına neden oluyor. Son yıllarda muhafazakarlaşma ve eğitime verilen önemin azalması da bundan etken. 6284 kanunda gerekli uygulamaların yeterli yapılmaması. Sistem şiddete uğrayan kadını korumuyor. Toplumda sorunlar hala daha şiddetle çözüldüğü için ve kadın erkek ilişkisinde yukarıdan aşağıya olan ilişki şiddeti artıyor” dedi.
“SESE KARŞILIK YOK”
Kadına yönelik şiddette bir artış olduğu gibi bu feminist harekette de ciddi bir artış olduğunu belirten Aykaç, “Sosyal medya gündeminden kadına yönelik şiddetin durdurulması için yoğun çaba sarf eden ve insanlara ulaşmaya çalışan ciddi bir kesim var. Ancak gündem Türkiye’de o kadar yoğun ki yaşanan olaylar ülke gündeminin hızına yetişemiyor. Toplum olarak ses çıkarılsa da bununla ilgili sosyal politikalar üretilmeli. Ancak çıkarılan sese bir karşılık gelmiyor” ifadelerini kullandı.
“TOPLUMU ETKİLİYOR”
Kadının patriarkal sistemde rol ve sorumluluğunun çocuk üzerinde fazla olduğunu aktaran Aykaç, “Kadın içinde bulunduğu şiddet döngüsünde çocuklarına sağlıklı bir anne olamaz. Bu şiddet döngüsü aileyi ve nesilleri olumsuz etkiliyor. O döngünün içinde çocuklar da umutsuz oluyor. Bozuk bir birey bozuk bir aileye bozuk bir topluma neden oluyor. Birbirimizden bağımsız değiliz. Şiddet zaten halk sağlığı sorunu. Bir kişinin yaşadığı şiddet sadece o kişiyi değil toplumu ilgilendiriyor” dedi.