Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği (TKDCD) Genel Sekreteri Doç. Dr. Murat Sargın, depresyonun kadınlarda kalp ve damar hastalıkları riskini ciddi şekilde artırdığına dikkat çekti. Sargın, depresyonun bireylerin yaşam tarzını olumsuz etkileyerek kalp sağlığını tehdit ettiğini ve kadınları özellikle daha fazla risk altına soktuğunu vurguladı.
Depresyon Kadınlarda Kalp Hastalıklarını Yüzde 64 Artırıyor
Doç. Dr. Sargın, 18. Ulusal Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Kongresi'nde yaptığı sunumda, depresyonun kadınlarda kardiyovasküler hastalık riskini yüzde 64 oranında artırdığını belirtti. Sosyal izolasyon, bakım verme yükümlülükleri ve kronik stresin, kadınlarda kalp hastalıklarının gelişimini tetikleyen önemli faktörler olduğunu ifade etti. Depresyonun kadınların kalp ve damar hastalıklarına yatkınlıklarını yüzde 50-60 oranında yükselttiği de kaydedildi.
Depresyonun fiziksel sağlık üzerindeki olumsuz etkilerini anlatan Sargın, depresyondaki bir kişinin genellikle güneş ışığı almadığını, fiziksel aktiviteyi azalttığını ve tedaviye yönelik adımları atmakta zorlandığını söyledi. Ayrıca, stresin artması ve sigara gibi zararlı alışkanlıkların devreye girmesi, kalp sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Tüm bu faktörler, kalp ve damar hastalıkları için risk faktörlerini pekiştiriyor.
Sosyal Destek Tedavi Sürecinde Hayati Rol Oynuyor
Doç. Dr. Sargın, depresyondaki bireylerin tedavi sürecine girmelerini zorlaştıran önemli bir engel olarak sosyal desteğin eksikliğinin altını çizdi. Depresyondaki hastaların, tedaviye ikna edilmeleri konusunda yakın çevrelerinin desteğinin büyük rol oynadığını belirtti. "Depresyondaki bir kişiyi doktora yönlendirmek, sosyal çevre desteği olmadan oldukça zor olabiliyor," diyerek bu süreçte aile ve arkadaşların etkisini vurguladı.
Son olarak, depresyon ve kalp-damar sağlığı arasındaki bağlantıya dikkat çeken Doç. Dr. Sargın, depresyon tedavisinin, kalp ve damar hastalıklarının önlenmesinde kritik bir öneme sahip olduğunu söyledi. Sargın, ruhsal sağlıkla fiziksel sağlık arasındaki ilişkinin göz ardı edilmemesi gerektiğini belirterek, her iki faktörün de tedavi sürecinde eş zamanlı olarak ele alınması gerektiğini ifade etti.