İzmir’de devlet, “en kötü felaket” senaryosuna ne kadar hazırlıklı?
Ülkemiz, tarihin gördüğü en büyük deprem felaketi ile büyük bir acı yaşıyor. Doğrusu, felaket kelimesi yetersiz kalıyor. Yıkılan şehirleri, ilçeleri, köyleri görünce “kıyamet” kelimesi daha iyi...
// ECEVİT’E HAKSIZLIK YAPMIŞIZ
Geldik 2023 yılına.
6 Şubat’ta yaşanan 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremler, Türkiye’nin yapı güvenliğinde hâlâ sınıfta kaldığını, devletin deprem sonrası organizasyonunda yaşanan sorunların devam ettiğini gösterdi hepimize.
1999’da TRT kameraları aracılığı ile kamu kurumlarına talimat veren merhum Bülent Ecevit’e haksızlık yaptığımızı da düşünmedim değil. Bunca teknolojik gelişmeye, bunca kamu imkânının seferber edilmesine rağmen, depremin öncesine değil sonrasına hazırlık yapıldığını, o hazırlığın da depremin dördüncü gününden sonra sahaya yansıdığını gördük ve kahrolduk.
Ölen yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar dilerken; 24 yıl aradan sonra İzmir’in depreme böylesi büyük bir depreme ne kadar hazırlıklı olduğunu yine tartışmaya açmak istiyorum.
Küçük bir anımsatma…
30 Ekim 2020’de yaşanan 6,9 şiddetindeki deprem, “merkez üssü Sisam adası olmasına rağmen” İzmir’de 17 binanın göçmesine, 120 insanımızın hayatını kaybetmesine, bin 500’e yakın binanın ağır hasar görmesine neden olmuştu. Bugün depremin üzerinden 2,5 yıl geçmesine rağmen; Bornova, Bayraklı ve Karşıyaka’da onlarca hayalet bina hâlâ yıkılmayı bekliyor.
// İZMİR İÇİN KIYAMET SENARYOSU
Şimdi arkamıza yaslanalım ve İzmir için bir senaryo üretelim.
Soğuk bir kış günü ve bir gece yarısı, İzmirliler sıcak yataklarında uyurken İzmir Körfezi merkezli 7,5 büyüklüğünde bir deprem oluyor.
İzmir merkezinde, ilçelerinde ve Manisa’da yüzlerce bina yıkılıyor, on binlerce insan enkaz altında kalıyor.
Körfezde olan depremin etkisi ile İzmir’in sahil bandının tümünde tsunami etkisi yaşanıyor ve yükselen deniz sahilden yüzlerce metre içeriye girerek sel etkisi yaratıyor.
İnciraltı, Göztepe, Karataş, Alsancak sahilindeki dolgu alanlar çöküyor ve su altında kalıyor. (Bu duruma benzer bir örneği 1999 depreminden birkaç gün sonra gittiğim Gölcük-Değirmendere sahilinde görmüş ve küçük dilimi yutacak noktaya gelmiştim. Değirmendere sahili bugün de depremin etkisini görmek isteyenler için gezilebiliyor.)
Aynı şekilde Karşıyaka, Bostanlı, Mavişehir ve Sasalı’ya kadar olan bölge hem göçme hem de tsunami etkisi ile su altında kalıyor.
Turan Köprüsü yıkılıyor, İzmir’in iki yakası arasındaki karayolu ulaşımı imkânsız hale geliyor.
Aynı şekilde çevreyolunda Bayraklı tünellerinde yaşanan göçük nedeniyle ulaşım sağlanamıyor.
Bostanlı ve Üçkuyular arabalı iskeleleri zarar gördüğü için iki yaka arasında arabalı vapur ulaşımı sağlanamıyor.
İzmir metrosunun tünel ve viyadüklerinde göçükler meydana gelirken, İZBAN hattı kullanılamaz hâle geliyor, toplu ulaşım yapılamıyor.
// KIYI BANDI SULAR ALTINDA
Yaşı 50’ye yaklaşan Yeşilyurt Atatürk ve Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastaneleri ağır hasar görerek kullanılamaz hâle geliyor. Kentin kuzeyindeki Karşıyaka, Çiğli, Menemen gibi ilçelerdeki yaralılar için tek adres Çiğli Eğitim Araştırma Hastanesi olurken; kentin iki yakası arasında hastaların sevki imkânsız hale geliyor.
Çiğli Atatürk OSB ve Kaklıç Askeri Havalimanı yıkılır ve kısmen su altında kalırken, Aliağa’daki petrokimya ve rafineri tesislerinde çıkan yangın nedeniyle üretim tamamen duruyor. Bu durum depremin etki alanının dışındaki sanayinin üretimlerini de sıkıntıya sokuyor.
Aliağa’da 11’er milyon tonluk ham petrol işleme kapasiteleri ile Türkiye’nin rafineri üretiminin yarısını üstlenen Tüpraş ve STAR Rafinerileri, üretimlerini durduruyor ve ülkede akaryakıt sıkıntısı baş gösteriyor.
İzmir’e hava ulaşımının tek adresi Adnan Menderes Havalimanı olurken, kente kuzey ve güneyden gelen demiryolu hatları zarar görüyor, şehirler arası trenler de kullanılamıyor.
Sabit telefon, GSM hatları ve internet erişimi kesiliyor.
Burada keselim, içinizi daha fazla karartmayalım…
// KÖŞGER VE SOYER’E SORULARIMIZ
Şimdi sorum devletin İzmir’deki en yüksek temsilcisi olan İzmir Valisi Sayın Yavuz Selim Köşger’e:
Sayın Valim, AFAD başta olmak üzere yönettiğiniz kamu kurumlarının böylesi bir senaryoya göre planlanmış bir hazırlığı var mıdır?
Bir sorum da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Tunç Soyer’e:
Sayın Başkanım, kentin 30 ilçesinin tüm altyapı ve üstyapı projelerinden sorumlu en üst yerel yönetici olarak böyle bir senaryoya göre planlanmış bir hazırlığı var mıdır?
İzmir’de ve 30 ilçesinde çadır kentler, konteyner kentler, sahra hastaneleri nereye konuşlanacak?
Barınma imkânı nasıl sağlanacak?
Hangi kurum, hangi makine ve ekipman ile bu felakette sorumluluk alacak?
İzmirliler, bu yazıyı okuduktan sonra lütfen e-devlet hesaplarına girerek, adreslerinin kayıtlı olduğu bölgedeki doğal afet toplanma alanlarının neresi olduğuna baksınlar.
Size kendimden örnek vereyim.
İkamet ettiğim Bostanlı’nın afet toplanma alanı, hemen tüm İzmirliler’in bildiği Güzel Sanatlar Parkı’nın yanındaki otopark alanıdır.
// DOLGU ALANDA TOPLANACAĞIZ
Kabaca 10 dönümlük bu alan, 30 yıl öncesine kadar balıkçı barınağı idi. Karşıyakalılar’ın sahildeki çay bahçelerinde oturup deniz keyfi yaptıkları bu balıkçı barınağı, taa Bostanlı İskelesi’ne kadar dolduruldu. Üzerine inşaat yapılamadığı için de bugün otopark olarak kullanılıyor.
Sayın devletimiz, yıkıcı bir depremde tekrar deniz olacağı besbelli olan bu otopark alanını toplanma merkezi olarak ilan ediyor!
Bunu bilebilmek için de deprem uzmanı olmak gerekmiyor.
Ve sizler, kıymetli okurlar…
İzmir için oluşturduğum bu senaryoya duraksamadan “Bu kadar da olmaz” diyebilir misiniz?
5 Şubat 2023 Pazar akşamına kadar, Kahramanmaraş merkezli olarak 10 ilde büyük yıkıma sebep olan iki büyük depremi yaşayacağımızı düşünebilir miydiniz?
// HIRSIZLARDAN HESAP SORMA ZAMANI
Türkiye’nin saygın bilim insanları ve deprem bilimcileri; neredeyse merkez üssüne ve büyüklüğüne kadar doğru tahmin ettikleri bu deprem için defalarca uyarılarda bulunmuşlardı.
Ama ne gam!
“Bize bişi olmaz abi” diyerek kulağının üstüne yatanlar, bu büyük felaketin de müsebbipleri oldular.
Ve şimdi karar için ayağa kalkma zamanı!
Hırsız müteahhitler!
Onların projelerini yapan sözde hırsız mühendisler!
O projeleri denetleyen hırsız yapı denetimciler!
O projelere onay ve ruhsat veren hırsız bürokratlar!
Hepiniz suçlusunuz.
Ve hepiniz bu millete hesap vereceksiniz.
Ve küçük bir not…
Hırsızlığı elbette savunmam, savunamam.
Ama…
Deprem bölgesinde gerçekten ihtiyaç duyduğu bazı yiyecek ve hijyen malzemelerini yıkılan marketlerden alan insanlara “hırsız” yaftası yapıştırılırken, yaşanan felaketin asıl sorumlusu olan hırsızlara ses çıkarmamak düşünce namusu ile bağdaşmıyor.
++++++++++++++++++
“İMAR AFFI” DİYENLERİN AĞZININ ORTASINA VURUN!
Sadece deprem bölgesinde değil, cennet ülkemizin her karışında sevimsiz ve rezil görüntüsü ile sinirlerimizi bozan binalar yükseliyor.
Mimar Sinan gibi bir dehayı yetiştiren bu topraklar, nasıl bu kadar estetik ve mühendislik yoksunu beton yığınları üretiyor anlamak mümkün değil.
Özellikle son 25 senede…
Adeta tapınıyoruz betona.
Şehirlerimizi kimliğinden ve tarihinden uzaklaştıran, üflesen yıkılacak mezar odalarına adeta yüz sürüyoruz.
Bilanço ortada.
// “İMAR BARIŞI” HASTALIĞI
Bu felaketin zeminini hazırlayan süreçlerin, imar afları ile (ya da aman af olarak algılanmasın denilerek kelime oyunu yapılan imar barışları ile) tetiklendiğini söylemek güç değil.
Türkiye'de 400 bin civarında müteahhit bulunurken, bizimle aynı nüfusa sahip Almanya'da bu rakam 3 bin 500. Avrupa'nın tümünde ise 25 bin...
1980 sonrası Özal hükümetleri ile başlayan İmar Affı uygulamaları kentlerimizi gecekondulara boğarken, sadece AKP’nin 21 yıllık iktidarında irili ufaklı 8 imar affı (barışı) yapıldığını hatırlamakta yarar var.
Son olarak 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde tarihin en büyük imar affına imza atıldı.
31 Aralık 2017 ve öncesinde yapılan tüm kaçak binalar, kişilerin beyanı esas alınarak affedildi. Böylece örneğin iki kat izni olan binasına 2 de kaçak kat çıkana, parası alınıp imar izni verildi. 10 milyona yakın başvurunun alındığı af sayesinde 26 milyar lira para toplandı.
Paralar seçim vaatlerinde çatır çatır harcandı.
Adım gibi eminim, Kahramanmaraş depremleri olmasaydı, 14 Mayıs seçimleri öncesinde yasalaşmasına kesin gözle bakılan yeni bir imar affı da olacaktı.
// AFFEDEN VE AFFEDİLEN…
Demem o ki…
Oy kazanmak ve sınırlı da olsa kamuya kaynak yaratmak için getirilen bu aflar, affedene de affedilene de yaramadı.
Affeden devlet, bu hatalı işten elde ettiği gelirin kat be kat fazlasını, yıkılan kentlerin yeniden imar edilmesini sağlamak için harcayacak.
Affedilen vatandaş, evinin kapı numarasına sevinirken, mezar numarası almak zorunda kaldı…
Bunca felaketten ders almazsak, aynı suda defalarca yıkanmak zorunda kalacağımızı söylemek güç değil.
++++++++++++++++++
SELÇUK BABA’DAN İŞ DÜNYASINA ÖNEMLİ NASİHAT…
Selçuk Yaşar’ı kaybettik.
1980’li yıllarda Türk özel sektörünün en büyükleri arasında Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı ile adı anılan Yaşar Holding’in ve Yaşar Üniversitesi’nin Onursal Başkanı olan 98 yaşındaki bu büyük adam, Türk sanayisinde pek çok ilki başarmanın kıvancını yaşadı.
Ülkemizin ilk bira fabrikasını, ilk beş yıldızlı tatil köyünü, ilk süt fabrikasını, ilk kültür balıkçılığı tesisini, ilk boya fabrikasını, ilk entegre et fabrikasını, ilk matbaa mürekkepleri fabrikasını, ilk özel sektör kağıt fabrikasını, ilk şişe su fabrikasını, ilk rüzgâr enerji santralini kuran Selçuk Yaşar, TÜSİAD’ın da kurucuları arasında idi.
Hoş sohbet, sözünü dudaktan sakınmayan, muhabbet ehli bir büyüğümüzdü.
Uzun yıllardır hastalıkların pençesinde mücadele ederken, 2021 yılında Covid nedeniyle oğlu Selim Yaşar’ı kaybetmişti.
// “SÖYLEYECEKLERİMİ MUTLAKA YAZ”
Selçuk Baba ile birkaç kez özel söyleşi yapma imkânı bulmuş, her söyleşide iş dünyası ile siyaset ilişkisine ne kadar önem veridiğine dikkat kesilmiştim.
2004 yılıydı…
İzmir Ticaret Odası’nın yayın organı Ekonomik Vizyon dergisi için Selçuk Yaşar ile ofisinde söyleşi yapıyordum. Selçuk Baba, özellikle yazmamı istediği bir konuya getirdi lafı...
“Aman oğlum, bu söyleyeceklerimi yaz ki herkes okusun” diyordu.
12 Eylül darbesi sonrasındaki ilk seçim 1983 yılında yapılacaktı.
Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Türkeş gibi liderler yasaklıydı. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi’nin “uygun gördüğü” partiler seçime giriyordu.
Anavatan Partisi lideri Turgut Özal’a karşı Evren ve arkadaşları, emekli Orgeneral Turgut Sunalp’in başında olduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi’ni (MDP) destekliyorlardı.
// SUNALP’E İZMİR DESTEĞİ
Hem Kenan Evren hem de Turgut Sunalp, İzmir’de Ege Ordu Komutanlığı yaptıkları için kentin önde gelen kanaat önderleri ve işadamları tarafından yakından tanınıyordu.
Dostluklar oluşmuştu.
Seçim öncesinde aralarında rahmetli Selçuk Yaşar ve rahmetli Şinasi Ertan’ın bulunduğu işadamları grubu, çok kritik bir hesap hatası yapmışlar ve seçimlerde Sunalp’in MDP’sine açık destek vermişlerdi. İşadamlarının siyasetin bu kadar göbeğinde olması, bir partinin yanında yer alarak açık destek vermeleri hem mantıksız hem de demokratik geleneklere aykırıydı. Aynı durum bugün için de geçerli.
Uzatmayalım…
Seçimi Özal’ın ANAP’ı yüzde 45 oyla kazandı ve tek başına iktidar oldu.
// YANLIŞ ATA OYNADILAR
Evren’in yaptığı Anayasaya yüzde 92 oranında “Evet” diyen Türk halkı, iş siyasete gelince farklı tercih yapmıştı. Yanlış ata oynayan İzmirli işadamlarının “mutlaka kazanır” dedikleri MDP ise yüzde 23 oyla üçüncü parti olmuştu. Zaten seçime üç partinin katılmasına izin verilmişti.
Turgut Özal, İzmirli işadamlarının bu tercihini hiç affetmedi. Onları pişman ettirmek için kente adeta kök söktürdü. Okurlarım, Özal’ın yaptıklarını onayladığımı sanmasınlar. Hem Özal hem de İzmirli işadamlarının yaptıkları hatalıydı. Olan yine İzmir’e oldu.
// İŞ DÜNYASINA NASİHAT
İşte o söyleşimizde Selçuk Yaşar, bir saate yakın süre sadece bu konunun ayrıntılarını isim isim anlatmıştı bana.
İşadamlarının kesinlikle siyasete bulaşmamalarını öğütlüyordu.
Bugün siyasal iktidarın yaptığı hatalara karşı çıt çıkarmayan, parti toplantılarında alkış tufanı kopartan, ekonomide giderek derinleşen krizin adımlarını gördükleri halde geçmiş siyasal iktidarlara yaptıklarının binde birini bile yapmayan, yapamayan iş dünyasına bir nasihatti Selçuk Baba’nınki.
Yaşanmış deneyimlerden damıttığı özlü düşüncelerdi.
Maalesef aynı hataların yapılmasını engelleyemedi.
Mekânı cennet olsun…
+++++++++
HAFTANIN SÖZÜ
İki şey hayatımızı kurtarır. Susacakken konuşmak, konuşacakken susmak…
Sadi Şirâzi
+++++++++
Serkan Aksüyek
E-posta: serkan@ibailetisim.com