Türkiye sorunlardan, sıkıntılardan, krizlerden, cehaletin kol gezmesinden, usandıran ötekileştirmelerden ibaret değil.
Güzel işler de oluyor ülkemizde…
“En gerçek yol göstericisi bilim” olan kurumla...
Abone Ol
TEKNOPARK’TA 177 FİRMA
Birbirinden yetkin ve özel seçilmiş 525 akademisyenlerin görev aldığı İYTE bünyesindeki Teknopark İzmir ise kentin en önemli Ar-Ge ve inovasyon merkezi olarak dikkat çekiyor.
Türkiye’nin dördüncü teknoparkı olan ve yönetiminde İYTE’nin yanı sıra İzmir iş dünyasının tüm kurumlarından temsilcilerin yer aldığı Teknopark İzmir’in Genel Müdürlüğü’nü Prof. Dr. Metin Tanoğlu sürdürüyor.
Tanoğlu’nun verdiği bilgilerle adeta şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz.
177 Ar-Ge firmasının faaliyet gösterdiği Teknopark İzmir, yıllık 1.7 Milyar TL ciro ve 120 milyon dolardan fazla ihracat gerçekleştiriyor.
Bugüne kadar startı verilen 2 bin 451 projenin bin 913’ü tamamlanmış, 292’si ise devam ediyor.
Yüzde 52,6’sını yazılım firmalarının oluşturduğu Teknopark İzmir’de bugüne kadar 141 patent 18 faydalı model başvurusu tamamlandı.
// MUHTEŞEM PROJELER
Teknopark bünyesindeki firmalardan Teknodef, zırhlı kara araçları ve deniz platformlarında kullanılmak üzere Uzaktan Komutalı Silah Sistemi geliştirirken, Weptile Yazılım A.Ş tüm WooCommerce tabanlı e-ticaret sitesi sahiplerinin, tek tıkla kendi sitelerine özel Android ve iOS mobil uygulamalarını oluşturmasını sağlıyor.
İnovasens şirketi “Orta Dalga Kızılötesi Fotonik Cihaz” geliştirirken, MET İleri Teknolojiler firması tarafından geliştirilen “Mikrodalga Fırın Sistemi” kuru gıdada aflatoksin sorununu çözmeyi hedefliyor.
Ve topraksız tarımdan ilaç endüstrisine kadar Türkiye’nin katma değer sorununu aşacak pek çok firma, pırıl pırıl çalışanları ile canla başla çalışıyor. Teknopark İzmir, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca açıklanan “Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Performans Endeksi” sıralamasında Türkiye’nin en başarılı teknoparkları arasında yer alıyor.
Prof. Dr. Metin Tanoğlu, Türkiye’de kompozit malzemeler üzerine otorite kabul edilen bir bilim insanı. 1992 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Metalurji Mühendisliği Bölümü’nden mezun olan Metin hoca, 1996 yılında ABD’de Delaware Üniversitesi’nde Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Bölümü’nde yüksek lisans, 2000 yılında yine aynı üniversite ve bölümde doktora ünvanı almış.
// VE “İZMİR NIC” BAŞLIYOR
Delaware Üniversitesi bünyesinde yer alan Kompozit Araștırmalar Merkezi’nde değișik projelerde görev yapan Tanoğlu, daha sonra ülkesine dönerek 2000 yılında İYTE ailesine katılmış. 21 yıldır bu üniversitede farklı görevlerde akademisyen olarak çalışmalarını sürdürüyor.
Teknopark İzmir çatısı altındaki İnovasyon Merkezi hakkında da bilgiler veren Metin Tanoğlu; girişimcilik ve inovasyon ekosistemini destekleyecek katma değerli tüm servislerin tek çatı altında ve tek elden verildiği İnovasyon Merkezi projesinin, Türkiye’de Kalkınma Ajansı destekli yürütülen ilk güdümlü proje olduğuna dikkat çekiyor.
Metin Tanoğlu ile konuşmamızda yeni bir yapılanmanın müjdesini de alıyoruz.
Kısa adı “İzmir NIC” olan “İzmir Ağ Oluşturma ve Yenilik Merkezi Projesi (İzmr NIC - İzmir Network and Innovation Center) üç yıl sürecek çalışmalarına başlamış.
// 2.9 MİLYON EURO HİBE DESTEK
İzmir NIC, kısa adı IPA olan Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı’nın (Instrument for Pre-accession Assistance - IPA) 2 milyon 900 bin Euro hibe desteğini almaya da hak kazanmış.
Metin Tanoğlu, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın himayesinde Teknopark İzmir tarafından, İYTE ve Yazılım Sanayicileri Derneği (YASAD) işbirliğinde yürütülecek projenin odaklandığı sektörleri “Bilgi-iletişim teknolojileri” ve “Yenilenebilir Enerji” olarak sıralıyor.
Proje ile 50 girişimci, start-up ve KOBİ’ye katkı sağlanacağı bilgisini veren Tanoğlu, şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Eğitim, mentörlük, çalıştay ve diğer etkinlikler yoluyla toplam 1.400 kişi projeden yararlanacak. Üç yılda tamamlanması planlanan proje ile toplam 7 patent başvurusu yapılması hedefleniyor. Bilgi iletişim teknolojileri ve yenilenebilir enerji sektörlerinde İzmir ve çevresinde faaliyet gösteren, KOBİ, start-up ve girişimcilerin teknolojilerini nihai ürüne dönüştürme, ticarileştirilme ve uluslararasılaştırılması projede hedeflenmektedir. Bu hedefe yönelik olarak, eğitim, mentörlük, pazarlara erişim, hukuki hizmet desteği, yatırımcı buluşmaları ve network oluşturma faaliyetleri yürütülecektir. Bunun dışında kalan hedef kitleye yönelik olarak da kapasite artırma faaliyetleri yürütülecektir. Teknik Yardım bileşeninden oluşan projenin temel amacı, ilgili paydaşlar ile network ve stratejik ortaklıkların güçlendirilerek, yenilikçi ürünlerin ticarileştirilmesinin hızlandırılmasıdır. Projenin hedef kitlesi: KOBİ, start-up, girişimci, TTO, TGB ve Ar-Ge merkezleridir. Proje ile elde edilmesi planlanan sonuçlar; hedef kitlenin kapasitesinin artırılması; ticarileşmeye yönelik, ulusal ve uluslararası network ağının oluşturulması; hedef kitlenin ticarileşme ve uluslararasılaştırma potansiyelinin artırılmasıdır.”
İYTE’nin cennet köşesi yerleşkesinden İzmir’e dönerken yüreğimin ferahladığını, geleceğe yönelik umutlarımın ve inancımın canlandığını hissettim.
Tüm İYTE’lilere yürekten başarılar diliyorum, iyi ki varsınız…
ALTAN BİRADERLER’E HARBİYE MARŞI YAKIŞIR!
“2. Cumhuriyet” kavramı, 1990’lı yılların ortalarında siyaset sofralarının henüz ekşimemiş mezelerinden biriydi. Tarikat ve cemaatlere göz kırpmak isteyen, buna karşılık ne siyasal düşüncesi ne de yaşam tarzı ile bunun mümkün olmadığını bilen liberal solcuların türettiği enteresan bir kavramdı.
Sözüm ona Fransa’daki “rakamsal cumhuriyet” deneyimini Türkiye’de de görmek ve tanımak isteyenlerin üşüştüğü bir zemindi İkinci Cumhuriyet…
Ne bu kavramı öne sürenler ne de ciddiye alıp tartışanlar, meselenin nereye varacağını gayet iyi biliyorlardı aslında.
// CEMAATLER STK MI?
Bir şekilde Cumhuriyet devrimi ile kapanmamış defteri olan kim varsa bu lakırdıya katılmakta gecikmedi. Hâlâ kütüphanemde duran, arada sırada dönüp okuduğum “2. Cumhuriyet Tartışmaları” adlı kitapta fikir beyan edenler arasında kimler yoktu ki…
Tarikat ve cemaatlerin birer sivil oluşum, hatta bir sivil toplum örgütü olduğunu savlayan deli saçmalarını dinledik ciddi ciddi…
Sonraki yıllarda körpecik çocuklarımıza musallat olan tarikat elebaşılarını birer “kanaat önderi” olarak tanıtmak da yine bizim liberal solcuların işiydi.
Bitmedi…
Kürt halkına devlet kurma ve kendi kendisini yönetme hakkı verilmesi talepleri de dile getirilir olmuştu.
İkinci Cumhuriyet kavramının canhıraş savunucuları arasında, Birinci Cumhuriyet’ten sıkıldığı için değişiklik arayan ünlü yazarımız Çetin Altan ile oğulları Ahmet ve Mehmet Altan geliyordu.
Aradan otuz yıla yakın bir süre geçti.
O günlerin övgü düzülen ve sivil toplum lideri gözü ile bakılan ilkokul mezunu cemaat liderinin gerçek yüzü, yüzlerimize tokat gibi çarptı.
15 Temmuz 2016 gecesi ülkeyi iç savaşın eşiğine getirip bırakan da; 90’lı yıllarda siyasetçisinden gazetecisine, akademisyeninden iş adamına kadar peşinden ayrılmadıkları da aynı Fetullah Gülen idi.
Geldik bugüne…
Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, kıymetli ağabeyim Prof. Dr. Hakkı Uyar’ın sosyal medyadaki paylaşımını görünce şaşkınlığımı gizleyemedim.
// “NUMARACI” BELGE!
Numaracı Cumhuriyetçilerin fikir babalarından (1930’lu yılların ünlü Kadro Hareketi’nin mümtaz siması Burhan Asaf Belge’nin oğlu) Murat Belge “Atatürkçülere yakınım” derken; sahte çözüm sürecinde her akşam farklı bir ekrandan evlerimize sokulan gazeteci Nuray Mert “Atatürkçülük Türkiye’nin en başarılı sivil toplum hareketi oldu” demiş…
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir zamanlar “Hasan abi” dediği, bu aralar adeta yazacak yer bulamayan gazeteci Hasan Cemal ise “Atatürk’ü de, laikliği de sevmeyen ‘tek adam’ın, Ayasofya’yı cami yapması şaşırtıcı değil ki…” incilerini savurmuş.
Düşünün artık köprülerin altından hangi suların aktığını...
Yakında Ahmet ve Mehmet Altan kardeşlerden Harbiye Marşı dinlersek şaşırmayalım.
Ödemiş taraflarında çok bilinen bir söz vardır, “Yeni Müslüman namaza doymaz gari” derler. Dün küfür ettiğine bugün övgü düzmekte pek mahir olanlara aman dikkat edin derim.
Dünün azılı Atatürk düşmanlarının bugün Cumhuriyete güzelleme yapmalarında samimiyet aramak, zekâmızla alay edilmesini istemektir.
Ne diyelim?
Bizim İkinci Cumhuriyetçilere, Birinci Cumhuriyet’in “ölmez nigâhbanları” olmak da pek yakışır hani...
“KÖY ENSTİTÜLERİ’Nİ BEN KAPATTIRDIM” DİYEN DEREBEYİ KİMDİ?
Bu sütunlarda Köy Enstitüleri üzerine çok yazı kaleme aldık.
Tamamıyla Türkiye’ye özgü, hani o bilindik deyimle “yerli ve milli” eğitim kurumlarının ilk örneği idi Köy Enstitüleri…
27 yıllık tek parti iktidarının el değiştirdiği 1950 seçimlerinden sonra iş başına gelen Demokrat Parti döneminde, 1954 yılında kapısına kilit vuruldu.
“İş içinde eğitim, eğitim içinde iş” stratejisi ile 14 yıl boyunca adeta bir eğitim mucizesi gerçekleştiren Köy Enstitüleri, en çok da köylünün aydınlanmasından ürken toprak ağalarının hedefindeydi.
// ADNAN MENDERES DE VAR
Doğuda ya da batıda…
Nüfusunun yüzde 85’i köylerde yaşayan Türkiye’nin kırsal kalkınmasında hayati işlev yüklenen bu okullar kapatılmasaydı, inanın bana bugün bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık.
Etekleri tutuşan toprak ağaları arasında, Demokrat Parti’nin lideri ve Aydın ilinin toprak ağası Adnan Menderes de vardı.
Doğuda ise Köy Enstitüleri’nin köküne kibrit suyu ekmek isteyenlerin başında, kendisine ait 200 köyü olduğu rivayet edilen meşhur siyasetçi Kinyas Kartal geliyordu.
Yıllar boyu Demokrat Parti’den Van Milletvekilliği yapan Kinyas Kartal, diğer toprak ağalarına göre daha düşünce namuslusu bir adamdı. En azından yaptıklarını samimi şekilde anlatmakta beis görmüyordu.
Ve “Köy Enstitüleri’ni ben kapattırdım” diyecek kadar iddialı olan Kartal, bakın gazetelere hangi demeci veriyordu:
// KİNYAS KARTAL SAMİMİYETİ
“-Köy enstitüleri komünist yetiştirdiği için mi kapatıldı?
–Hayır. Beni babam Moskova Üniversitesi’nde okuttu komünizmin ne olduğunu ben gayet iyi biliyorum. Köy enstitülerinde komünizmi bilen kimse yoktu.
–Peki, karma eğitimden dolayı mı kapatıldı?
–Hayır. Bu da değil bütün dünyada okullar karma eğitim kız erkek beraber okuyor.
–Peki ya neden?
–Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme köy enstitüsü mezunu geldi ve bu köylerden artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer! Böyleyse benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki bütün ağalara telefon ettim onları topladım. Bir
de batıdan buldum Eskişehir’den Emin Sazak. Sonra Menderes’le pazarlığa gittik.
(Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) Dedik ki köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları ve batıdan Emin Sazak’ın oyları sana. Kapatmazsan oy yok ve Menderes’te 1950’de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı.”
Birkaç toprak ağasının dayatması ile koskoca Türkiye, çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkma vizyonunu destekleyen bir eğitim kurumunu kendi elleriyle boğmuş oldu.
Bugün cehaletin kutsandığını görenler şaşırmamalı, yakın tarihimizin Kinyas Kartal’larını daha dikkatlice okumalı.
HAFTANIN SÖZÜ
Bilgi tekildir, cehalet ise çoğul;
Bilge azdır, cahil ise çok…
Anooshirvan Miandji