İnsanlar neden göç ederler?-2
Uluslararası göç literatüründe 'göç'(migration): "Bir kişinin veya bir grup insanın uluslararası bir sınırı geçerek veya bir devletin sınırları içinde yer değiştirmesidir. Süresi, yapısı ve nedeni ne...
Göçmen (migrant) terimi ise, sosyal ve maddi bakımdan şartlarını daha iyi hale getirerek, bireysel ve ailelerine yönelik beklentilerin gerçekleştirilmesi hedefiyle bulunduğu yerden başka bir yere hareket etmiş birey ve aile üyelerini anlatır.
Buna karşılık sığınmacı (asylum seeker), ciddi zarar ve zulümden kurtulmak için, ülkesi haricinde bir ülkede güvenlik arayışında olan ve ilgili ulusal ya da uluslararası belgeler çerçevesinde mültecilik statüsü için başvuruda bulunarak neticesini bekleyenleri tanımlamak için kullanılıyor.
Son olarak, mülteci (refugee) ise 1951 Cenevre Sözleşmesi'nin birinci maddesine referans verilerek şöyle tanımlanıyor: "Mülteci, ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi görüşleri yüzünden haklı bir zulüm korkusu nedeniyle vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve söz konusu korku yüzünden, ilgili ülkenin korumasından yararlanmak istemeyen kişidir." (9)
Türkiye'deki Suriyeliler 'geçici sığınmacı' statüsünde
Türkiye Avrupa dışından gelen insanları mülteci olarak kabul etmiyor, onlara geçici koruma sağlayarak üçüncü ülkelere güvenli geçişlerini hızlandırmaya çalışıyor. Yani Avrupa kökenli olmayanlara kapılarını tamamen kapatmazken, onlara belli koşullarda, üçüncü bir ülkeye yerleşene kadar "geçici sığınmacı" statüsü tanıyor.
Bu tanımlama altında, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre (10): 2012 yılında Türkiye'deki "geçici koruma altındaki Suriyeli" sayısı 14,237 iken, bu sayının Şubat 2021 tarihi itibariyle 3 milyon 655 bin 67'e ulaştığı görülüyor. Kayıt yeri esasına göre (3 Şubat 2021 itibarıyla) en fazla Suriyeli’nin bulunduğu il 520 bin 343 kişi ile İstanbul. Bunu Gaziantep (450 bin 407), Hatay (434 bin 460), Şanlıurfa (422 bin 106), Adana (252 bin 968), Mersin (223 bin 959), Bursa (178 bin 584), İzmir (147 bin 792), Konya (118 bin 404) ve Kilis (105 bin 211) takip ediyor.
MANİPÜLE EDİLİYOR
Merkez ülkeler sığınmacıları üçüncü ülkelerde tutarken, bunların genç ve nitelikli olanlarını kendi ekonomik durgunluklarından çıkmak için bir araç olarak kullanıyor.
Öyle ki bir dönemin IMF Başkanı C. Lagarde, Huffington Post adlı bir gazete ile yaptığı söyleşide; Suriye sığınmacı krizinin, iktisadi durgunluktan bir türlü kurtulamayan Avrupa ekonomilerini ayağa kaldırması konusunda işe yarayabileceğini söyleyerek, bu konuda da özellikle Almanya'yı işaret etmiş ve bütçe fazlası olan, ama ciddi genç nüfus açığı da olan bu ülkenin bu fırsatı değerlendirmesinin gerekliliğini vurgulamıştı.
Gerçekten de Almanya'da genç emek gücünün hızla azaldığı biliniyor. Bir rapora göre ; Almanya kısa bir süre sonra 1,5 milyon genç nitelikli işgücü açığı sorunu ile karşı karşıya kalacak. Çünkü 2015 yılında Almanya'daki 65 yaş üstü nüfus toplam nüfusun yüzde 21,2'sini oluşturuyordu. Buna karşılık aynı yıl bu oran Suriye'de sadece yüzde 4,1 idi. Kısaca, daha genç, örgütsüz, her şeyi yapmaya ve her koşulda çalışmaya mecbur ve hazır insan daha fazla verimli emek gücü, bu daha fazla üretim, daha fazla sömürü, daha fazla kâr, daha fazla sermaye ve servet birikimi demek.
FIRSATÇI YAKLAŞIM
Türkiye'de benzer bir yaklaşımı bir zamanlar bir sermaye örgütünün liberal bir yöneticisi de dile getirmiş ve "ülkenin ekonomik çıkarları" gerekçesinin ardına sığınarak, Suriyeli sığınmacılar konusunun nasıl bir piyasa projesi gibi ele alınabileceğini ortaya koymuştu.
Ona göre, Suriyeli göçmenlerin bir bölümünün T.C vatandaşı olabilmesine dair bir perspektif olmadan Türkiye'nin bu göçmen akımından fayda sağlaması mümkün değil. Türkiye özellikle de ihracat sektöründe olmak üzere yüksek öğrenimli genç ve ucuz Suriyeli işgücünden faydalanmalıdır.
KAPİTALİZM
Kapitalizmin içine girdiği çoklu krizler giderek çok daha fazla insanı göçe zorluyor. Ulus devletlerse (buna bir yanıt olarak) bir yandan giderek daha fazla güvenlikçi politikalara yönelirken, artık sektör haline gelmiş olan sınır güvenliğinde rol alan büyük sermaye şirketleriyle birlikte adeta proje ortağı gibi çalışıyorlar. Bu devletler sorunu bir güvenlik sorunu olarak görüp böyle ele aldığında, sorunun asıl olarak bir insan hakları sorunu olduğu gerçeğinin üzeri örtülüyor, milyonlarca insan hakları ihlallerine uğruyor.
Sınır güvenliği ya da göç-sığınmacı sektörü o kadar kârlı bir hale geldi ki bu alanda ürün ve hizmet sağlayıcı konumundaki çok uluslu şirketler sığınmacı krizinin daha da derinleştirilmesi konusunda devletleri etkilemek için yoğun lobicilik faaliyetlerinde bulunuyorlar.
Bu yüzden de günümüzde artık "Sınır/Göç-Sanayi Karması" gibi bir sektörden söz ediliyor (tıpkı Askeri –Sanayi Karması gibi). Kaldı ki dünyanın önde gelen sınır sanayilerinin lideri konumundaki şirketler aynı zamanda askeri alanda faaliyet gösteren şirketler. Bunlar ürettikleri ürünleri giderek büyüyen bu sektörde pazarlamak istiyorlar ve bunu da beceriyorlar.
HIZLA BÜYÜYOR
Bu sektör çok hızlı büyüyor. Kriz dönemlerinde uygulanan kemer sıkma önlemlerine tabi olmadığı gibi, ekonomik krizlerden de etkilenmiyor.
Bu yılın Mart ayında yayınlanan bir rapora göre, dünyada bu sektör yılda ortalama yüzde 7,2 - yüzde 8,6 oranında büyürken, piyasanın 2025 yılına kadar yıllık 65-68 milyar dolarlık bir büyüklüğe erişmesi bekleniyor.
En hızlı gelişimi ise biyometri ve yapay zekâ ürünleri gösteriyor. Her ikisi de göç/ sığınmacı sektörü açısından son derece önemli. Öyle ki 2019 yılında biyometrinin 33 milyar dolarlık bir cirodan 2024 yılında 65,3 milyar dolara çıkması bekleniyor. Yapay zekâ ürünleri ise 2025 yılında 190,6 milyar dolarlık bir büyüklüğe erişecek.
Sektörün sınır güvenliği (izleme/gözetleme, sınır duvarı ve çitleri), biyometri ve akıllı duvarlar (göz taraması ve parmak izi), göçmen muhafaza ve iade merkezleri ve danışmanlık işleri gibi segmentleri söz konusu.
KÜRESEL SERMAYE
Bu sektörde faaliyet gösteren Airbus, Deloitte, Eurasylum, Lockheed Marin, PwC, Thomson Reuters, Thaler, IBM ve Unisys gibi bazı uluslararası şirketlerin isimlerini zikretmek dahi sektörün büyüklüğünü anlatmak için yeterli.
Keza sektör sermaye yoğun bir sektör olduğundan finansal yatırımcılar da devrede. The Vanguard Group, Blackrock, Capital Research and Management bunlardan bazıları. Ayrıca en büyük üç Avrupa kökenli silah üreticisi olan Airbus, Thales ve Leanordo (ki bunların hisselerinin bir kısmı devletlere ait) sınır güvenliği konusunda oldukça faal konumdalar.
Sınır/Göç-Sanayi Karması bu gelişmelerin hem sonucu, hem de nedeni. Yani bu kavram sınır izleme, militarizasyon ve finansal çıkarlar arasındaki rabıtayı, kamu ve özel sektör çıkarlarının birleştiği yeni bir alanı anlatıyor.
Sonuç olarak
Tıpkı korona virüs salgını gibi iklim krizi de mülteciler üzerindeki baskıların artırılması, sınırların militarizasyonu ve gözetimi faaliyetlerinin yoğunlaştırılması için bir araç olarak kullanılıyor.
İklim krizine ilave olarak, devletlerin ve sermayenin doğal kaynaklar ve toprakları fosil yakıt üretimi, maden çıkarımı, hatta yenilenebilir enerji üretimi gibi amaçlarla gasp etmesi de mevcut toplumsal rahatsızlıkları, çelişkileri, muhalefeti ve bunları bastırmaya dönük baskıları daha da artıracak. Bu da yeni ekolojik ve sosyal sorunlara neden olacak, zorla yer değiştirmeler, ülke içi göçler ve başka ülkelere sığınma girişimleri artıracak.
İşin kötüsü, her ne kadar 2020 Ocak ayındaki BM İnsan hakları Komitesinin aldığı karar iklim değişikliğinin zorlaması yüzünden göç edenlerin zorla geldikleri ülkelere geri gönderilemeyeceğini öngörse de , bir bütün olarak mevcut durum iklim göçmenleri için hiç iç açıcı değil. Bu tür göçmenler de gittikleri ülkelerde düşmanca davranışlarla karşılaşıyorlar.
Bunun asıl nedeni de kapitalist sistemin neden olduğu bu denli ciddi bir sorunun topluma müesses nizamın sözcüleri ve kurumları tarafından çarpıtılarak anlatılması. Yani Sınır/Göç-Sanayi Karması ve askeri çıkarların iklim değişikliğini ulusal ve uluslararası bir güvenlik sorunu olarak gösterebilme becerisi. Böyle bir yaklaşım sınır duvarlarını, bombaların, silahların ve insansız hava araçlarının üretimini ve kullanımını meşrulaştırmaya hizmet ediyor.
Özcesi, sığınmacılık sorununun bir güvenlik sorunu olmaktan ziyade insan hakları sorunu olduğu ve bunun temelinde de kapitalist kârların, siyasi rantların, savaşların, emek ve çevre sömürüsünün olduğu sabırla anlatılmalı, ırkçılığa ve savaşlara karşıuluslararası bir karşı duruş sergilenmeli.
Kaynak : https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/sinir-goc-sanayi-karmasi-siginmacilarin-acilarindan-kar-devsiriyor-iklim-krizi-goc-ve-siginmaci-iliskisi-1,32592-Mustafa Durmuş
(BİTTİ)