Hayatın bir rengi var desem inanır mısınız? İnanmadınız değil mi? Biri bana aniden bu cümleyi kursa ben de inanmazdım. Fakat insan bu cümlenin derinliği üzerine biraz düşününce daha iyi algılamaya başlıyor. Nasıl mı? Buyurun alttaki yazıyla hayatın rengini biraz mercek altına alalım.
Ne demiş eskiler? “Her iyinin içinde bir kötülük, her kötülüğünün içinde de bir iyilik vardır” Bunu da siyahın içindeki beyaz, beyazın içindeki siyah lekeyle sembolize etmişler. İyilik ve kötülük neydi? Hayatın içindeki hayır ve şer. Siyah ve beyaz ne ile sembolize edilmişti? İyilik ve kötülükle. Demek ki hayatın içindeki hayır ve şer bir renge karşılık gelebiliyormuş. Devam edelim…
Bazen, kendimizi öyle mutlu, öyle cıvıl cıvıl hissediyoruz ki, adeta kabuğumuza sığmıyoruz. Bu tarz durumlarda hayatı tozpembe bulur, ona pembe gözlüklerle bakarız. Hatta öyle his yüklü oluruz ki, mutluluktan resmen bulutların üzerinde dolaşırız.
SİYAHTAKİ PEMBE
Bazen de öyle kötü, öyle hüzünlü hissederiz ki, karaları bağlar oturur, derin derin düşünürüz. Hayat yüzümüze gülmüyordur, gökyüzünde kara, gri bulutlar dolanıyordur.
Bu noktada önemli olan nedir biliyor musunuz? Siyahın içindeki pembeyi görebilmek. Evet, yanlış okumadınız. Siyahın içindeki pembeyi görebilmek diye bir şey vardır. Nasıl mı? Okumaya devam edin, anlatayım.
Varsayalım ki, kırıldık, üzüldük, yenildik. Hayal kırıklığına uğradık, buna bağlı olarak da kalbimiz kırıldı. Güvendik, suiistimal edildi. Sevildik, aldatıldık. En sevdiğimiz kim varsa kaybettik, yalnız kaldık. En sonunda gözümüzün feri söndü, karanlıkta kaldık. Bazı denizlerin dibi bayağı derindir. Battıkça daha da aşağı ineriz. Aşağısı da bilinmezliktir, boşluktur, siyahtır. Fakat öyle bir el gelir kaldırır ki bizi, o koyu mavi denizin derinliklerinden yukarı çıkarken biz, öyle güzel açılır ki o denizin mavisi, öyle güzel berraklaşır ki su, öyle güzel sarı sarı, ışıl ışıl parlar ki güneş, birden kendimizi o güzel kahverengi kumsallarda bulur, bizi kaldıran ele sıkıca sarılır, yanımızda olduğu için mutluluk duyarız. Kimin eliydi o el? Tabi ki, bizi seven insanların elleri… “Dost kara günde belli olur” demiş atalarımız. O kara günleri yaşamadan kim dost, kim düşman nereden bilebiliriz ki biz? İşte siyahın içindeki tozpembe budur. Düştüğümüzde yanımızda olanların varlığını idrak etmek, onların varlığına şükretmektir. Öyle bir gün gelir ki bazen, iyi ki o günleri yaşamışım da, yanımda kim var kim yok anlayabilmişim deriz. Onların kıymetlerini o günlerdeki takındıkları tavırlar sayesinde bilebiliriz. Aslında kara gün de yoktur. Kara günde yanımızda kimin ne kadar var olduğu gerçeği vardır.
Evet, hayatın bir rengi vardır. O rengi de hayatımıza aldığımız insanlar belirler. O yüzden siz siz olun, düştüğünüzde sizi kimin kaldırdığını unutmayın…