Hayatın anlamı var mı?

Abone Ol

Marcel Duchamp’ın hazır nesneleri, Damien Hirst’ün kavramsal eserleri, Otto Freundlich’in soyut resimleri, Maurizio Catellan’ın Komedyen’i, Salvatore Garau’nun görünmez heykeli veya Ralph Eugene Meatyard ve Francesca Woodman gibi fotoğrafçıların otoportleri vb. sanat eserleriyle karşılaşan kişiler bu eserlerin ardında bir anlam var mı? sorusunu sorabilirler. Bu soru genelde eserlerin yapılış nedenini öğrenmek amacıyla sorulur. Kavramsal veya soyut eserlere bakan kişi, sanki bu eserlerin arkasında yani görünenin ardında bir anlam olmalıymış gibi bir inanca kapılır. Sanat eseri, kişiyi bir form olarak etkilese de kelimelere dökülmüş bir anlam taşımadığı zaman ister istemez anlamsız, işe yaramaz ve belki de herkesin yapabileceği basit bir şey olarak yorumlanır. Kısaca, sanat eserinin öylece sanatçının zihninden çıkan bir nesne olması ya da doğada kendi kendisine bulunabilmesi yetmez, çoğu zaman arkasında bir anlam arama çabası içine girilir. Bu anlam yaratıldığında ise bakanın zihninde eser, daha rahat bir yer edinir.

HAYATIN AMACI

Felsefenin dolayısıyla insanın en temel sorularından birisi işte bu anlam sorusudur. Daha geniş olarak hayatın anlamı sorusudur. Bu anlam sorusu, insan yaşamında o kadar önemli bir yer tutar ki anlam bulamamak bazı kimselerde beraberinde büyük psikolojik bunalımlar getirebilir. Anlamdan kastımız nedir peki? Psikoterapist Viktor Frankl’ın ortaya koyduğu gibi bir hayat amacı, bizi sabah hevesle yataktan kaldıran şey midir? Yazar ve felsefeci Oruç Aruoba’nın yazdığı gibi bizi gelecekte, yavaşça bulacak olan mıdır? Bir hayal midir? Hazır biçimde duran ve keşfedilmeyi bekleyen bir şey midir anlam denilen şey? Yaşamı anlamlı kılacak olan kişinin kendisi midir? Sağlık mıdır? Mutluluk mudur? Yoksa, düşünür Emil Michel Cioran’ın yüzümüze direkt söylediği gibi anlam denen şey yok mudur? Her ne şekilde olursa olsun anlam denilen şeyi nasıl arayacağımız ve eğer ki bulursak, nasıl temsil edeceğimiz de bir sorudur. Anlamı bulursak kelimelerle mi, sanatla mı yoksa bir formülle mi göstereceğiz? Anlamın dili ne olacak? Anlam nesnel mi yoksa öznel mi olacak?

Hayatın anlamı sorusu, tıpkı sanat eserlerine sorulduğu gibi yaşamın başlı başına yetmemesiyle doğrudan ilişkili değil midir? Hayat, insan tarafından sanki bir sanat eseri, göstergebilimsel işaretleri olan bir görüntü, görünenin ardında anlam taşıyan bir nesne olarak algılanmıyor mu? Ve insan, bu anlam denen şeyi ararken gözü önünde hazır biçimde duran evreni, çözülmesi gereken bir problem haline getirmiyor mu? Bu çözüm gerçekleşmedikçe de tatminsizlik devam etmiyor mu? Ölüm gibi elimizde olmayan, acı verici ve huzursuz şeylerle yaşamayı nasıl öğreniyorsak, anlamsızlıkla beraber de yaşamayı öğrenmemiz gerekmiyor mu? Anlamsızlığa kapı açmamızın vakti gelmedi mi?

Kaynak Kitaplar: 

Frankl, Viktor: İnsanın Anlam Arayışı
Aruoba, Oruç: Hani
Cioran: Emil: Umutsuzluğun Doruklarında