Münire Eyüp (Neyyire Neyir) Hanım’a Saygı Yazıları - 12
“Savurdu hayat beni bir aşağı, bir yukarı, kendimin efendisi oldum / Ama öğreniyorum işte, seninmişim her zaman / Hep bunu düşlemişim meğer yaşamım boyunca / Gurur taşıydım eskiden, şimdi içimdeki kısrak kadar özgürüm senin yanında”
2 Ocak 1942 Cuma günü devam edilen Hamlet davası, yine Birinci Ağır Ceza’nın geniş salonunda, saat 11’de başlar. Mahkeme başkanı Hâkim Cemil Güzey hasta olduğundan, yerinde onun vekili Naim Günter vardır.
Oturum başladıktan ve “zabt-ı sabık” okunduktan sonra, Hâkim Günter, ilk olarak Türk Tiyatrosu mecmuası yazı işleri sorumlusu Neyyire Neyir’e yönelir ve ona bir soru sorar:
-
Yazı işleri sorumlusu olduğunuz Türk Tiyatrosu adlı mecmuanın 134. sayısında ‘İbret’ başlığıyla yayınlanan imzasız bir yazıda “asrî (modern) jurnalcilik” mevzuulu bir yazı intişar edilmiştir. Bu yazının kimin tarafından yazıldığını söyler misiniz?
-
Sözü edilen yazıyı, Şehir Tiyatrosu aktörlerinden Vasfi Rıza Bey yazmıştır efendim.
Hoppalaaaa, yeterince insan karışmamış gibi, şimdi de Vasfi Rıza’nın adı Hamlet davasına karışır.
Neyyire Hanım’a başka soru sormaz hâkim. O sıra Peyami Safa’nın avukatı Reşat Kaynar söz ister.
-
Sayın hâkim, biz; “Bu yazı, ruhu itibarıyla Muhsin Ertuğrul tarafından yazılmıştır” diyoruz. Bunun tayin ve takdirini yüksek mahkemeye bırakıyoruz.
Bunun üzerine hâkim aynı soruyu bu kez Muhsin Ertuğrul’a sorar. O da yazının Vasfi Rıza tarafından yazıldığını söyleyince; en hızlı şekliyle Peyami Safa söz ister.
-
Herkes bilir ki muhterem hâkim, Muhsin Ertuğrul’un malûmatı olmadan Şehir Tiyatrosu’nda kuş uçmaz. Yazıyı yazan Vasfi Rıza Bey olduğuna göre, rejisör neşrinden evvel bu yazıyı görmüş müdür, yoksa yazı onun haberi olmadan mı çıkmıştır?
Hâkim Muhsin Ertuğrul’a döner.
-
Benim görmeme lüzum kalmadan her arkadaş mecmuamızda istediği yazıyı yazabilir… Ayrıca Peyami Safa neyin peşindedir anlamadım ama evet, neşrinden önce bu yazıyı okumuştum.
Muhsin ve Neyyire Ertuğrul çifti sakindir. Gergin olan Peyami Safa cephesidir. O kadar gergindir ki hem de, ısrarcı tutumları yüzünden iddia makamıyla ağız dalaşına girecek kadar… Hâkim, davaların birleştirilmesi konusunda taleplerinin ‘bilâhare’ karar altına alınacağını bildirerek tartışmayı sonlandırır.
Bu duruşmada, Hamlet davasından çıkan bir de ‘Küçük Hamlet Davası’ diyebileceğimiz; Peyami Safa-Talât Artemel hakaret davası vardı ya, işte o davanın ilk oturum günü ilan edilir: Ertesi gün, yani 3 Ocak 1942, Cumartesi günü!
3 Ocak günü yapılan ve Hamlet davasından doğan ‘yavru’ davanın duruşmasında taraflar hazırdır.
Peyami Safa, Hamlet’i canlandıran Talat Artemel’e hakaret etmediğini, bırakın hakareti imâda bile bulunmadığını söyler. Hani imâda bile bulunmadığını söylediği tümceyi hatırlayalım mı: “Hamlet’i temsil eden tahta yapılı aktörün hışır sesiyle…”…
Hamlet oyununda Hamlet rolünü kaç kişi canlandırıyor ki, “imâ bile etmedim” diyebiliyor Safa, gel de anla!
O gün, bu minik davanın da, ana Hamlet davası ile aynı gün ve saatte görüşülmesine karar verilerek oturum kapatılır.
Karar duruşması 7 Ocak günü, aynı salonda yapılacaktır.
Hamlet Davası’nda karar duruşması
7 Ocak 1942 Çarşamba günü, Birinci Ağır Ceza Mahkemesi’nin salonunda, neredeyse bir buçuk aydır süren Hamlet davasının hiç olmazsa bir kısmı karara bağlanır.
Karar okunmadan önce, hem hukuk, hem de tiyatro tarihimize geçen gülünç replikler uçuşur havada. Son sözleri sorulduğunda, Peyami Safa şöyle bir konuşma yapar:
“Modern jurnalcilik ile itham edildik ve Şehir Tiyatrosu dergisi sorumluları aleyhinde bir dava ikâme ettik. İddia makamı bu sözlerde hakaretâmiz bir şey görmedi ve adem-i takip (*Takipsizlik) kararı verdi. Bu karara Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi’nde itiraz ettik, adem-i takip kararı bozuldu ve böylece mahkemenin huzuruna gelebildik. Bana jurnalcilik isnat edilmiştir. Hafiyelik devrinden kalma mezmum ve haysiyet kırıcı bir sıfattır. Suçluların tecziyesini istiyorum efendim.”
Bu sözlerin yankılanması havadan çekilmeden, son söz niyetine Türk Tiyatrosu mecmuası müdürü Zeki Coşkun, Safa’nın dediklerine karşı herkesi gülümseten bir konuşma yapar:
“Bu sözlerde hakaret olmadığı meydandadır sayın hâkim, asrî (*Modern) jurnal demek, Fransızca ‘asrî gazete’ demektir.”
Salondakiler gülmemek için dillerini ısırırlar. Çünkü Neyyire Neyir’e sorulduğunda o da aynısını söyler. Hatta Neyyire Hanım işi biraz daha eğlenceli hale getirip, hâkime: “Herkes bilir bunu, asrî jurnal, asrî gazete demek değil midir efendim? ” diyerek, eğlenceli durumu daha da köpürtür.
Herkese aslan gibi dimdik durmanın azametini gösterip, zümrüt parçaları gibi ışıldayan zekâsını bahşiş diye dağıtan Muhsin Ertuğrul’un eşiolmanın ne demek olduğunu hissettiren Neyyire Hanım, aklıma sevgili biri için yazdığım bir şiiri düşürdü nedense:
“Savurdu hayat beni bir aşağı, bir yukarı, kendimin efendisi oldum
Ama öğreniyorum işte, seninmişim her zaman
Hep bunu düşlemişim meğer yaşamım boyunca
Gurur taşıydım eskiden, şimdi içimdeki kısrak kadar özgürüm senin yanında”
Ahh!.. Neyse biz anlatmaya devam edelimhikâyemizi, içimizde bitmez bir hasret olsa da!
Sonradan açılan yan davaların, ilk açılan ana hakaret davasıyla birleştirilmeyeceği kararı bildirildikten sonra… hâkim Naim Günter tarafından ana davanın kesin kararı okunur:
“Celâleddin Ezine’nin ‘Şehir Tiyatrosu’nda Şekspir: Danimarka Prensi Hamlet’ başlıklı yazısı, ehl-i vukufun hazırladığı rapora da dayanarak tenkit mahiyetinde bulunduğundan Tasviri Efkâr gazetesi sahibi Ziyad Ebuzziya, mesul müdürü Cihad Baban ve Celâleddin Ezine’nin beraatlerine…
Bu yazı münasebetiyle Türk Tiyatrosu mecmuasında yazdığı cevapta; Celâleddin Ezine’nin vakar, şeref ve haysiyetini neşren tahkir eden (*Küçük düşüren) hakaretâmiz kelimeler kullandığından dolayı Matbuat Kanununun 27. maddesi delâletiyle; Türk Ceza Kanunu’nun 482. maddesinin son fıkrasına tevkifan: Muhsin Ertuğrul, Neyyire Ertuğrul ve Zeki Coşkun’un altışar ay hapislerine, ancak Celâleddin Ezine’nin yazısı tahrik mahiyetinde bulunduğundan cezalarının üçte bire indirilerek, ikişer ay hapse ve 33’er lira para cezası ödemelerine ve sabıkaları olmadığından bu kararın teciline…
Celâleddin Ezine’nin manevî tazminat isteğinin reddine ve Esat Mahmut Karakurt’a vekâlet ücreti olan 30 liranın Muhsin Ertuğrul’dan tahsil edilerek verilmesine…
Peyami Safa’nın yazdığı üç yazıdan birisi mizahî mahiyette olduğundan beraatine, diğer iki yazıda ise Muhsin Ertuğrul’un şahsını, vakar ve haysiyetini tahkir mahiyetinde görüldüğünden Peyami Safa, Cihad Baban ve Ziyad Ebuzziya’nın altışar ay hapis, 100’er lira para cezası ödemelerine ve mahkûmiyetlerinin teciline…”
Yani n’oldu şimdi? Herkes çıkıp işini gücüne, düşüne küfrüne devam mı edecek? Üstelik, her şeyi başlatan Celâleddin Ezine’nin yanındakiler bile göz korkutma, kulak çekme cezası da olsa bir şey almışken, yazıyı yazan o ellere hiçbir şey olmayacak mı?
Olmaz mı? Hamlet davasından sonra -her şey bir kenara- herkes Muhsin ve Neyyire Ertuğrul çiftinin tiyatroyu aslanlar gibi savunmalarının nedenini bir iyice anlar:
“Kendi bahçesinde dal olamayan biri, gelip bizim bahçemizde ağaçlık taslayamaz bundan kelli!” .. (Bu muhteşem dizelerin sahibi Özdemir Asaf’a da bir selam çakalım yeri gelmişken!)
Aynı gün, Vasfi Rıza’nın adının karışmasından ötürü, Neyyire Neyir / Zeki Coşkun ve Peyami Safa’nın arasındaki hakaret davası, savcı Orhan Köni’nin: “Biz, yalnız Neyyire Neyir ve Zeki Coşkun hakkında takibat yaptık. Şimdi suçluların ifadelerinden görüyoruz ki, ortada bir de bu yazının muharriri Vasfi Rıza vardır. Evrakı makamımıza iade ediniz! Vasfi Rıza’yı da ihtiva eden yeni bir iddianame yapalım” demesiyle, o davanın duruşması bir hafta sonraya ertelenir.
O yan dava ertelenir ama Talat Artemel -Peyami Safa arasındaki diğer hakaret davasına o günkü duruşmada bakılır. Bir önceki duruşmada mahkeme salonunda bulunmayan Cihad Baban ve Ziyad Ebüzziya sorguya çekildikten sonra, Artemel’in avukatı İhsan Mukbil Ben, bu yazıda çirkin ve aşağılayıcı bir şekilde kastedilen kişinin Talat Artemel olduğunu kanıtlayacağını söyler ve bu iddia kabul edilir. Bunun üzerine şahitlerin de getirilmesi ve yazılı savunma yapılması için, bu dava da 4 Şubat 1942 Çarşamba gününe bırakılır.
Sonra 14 Ocak, ardından 17 Ocak, onun ardından 21, 24 Ocak, sonra hastalandığı için 10 günlük raporunu mahkemeye gönderen Peyami Safa’nın duruşmalara katılamaması derken… offff… uzar da uzar Hamlet davası. Bu ara “modern jurnalci” sözünün hakaret olup olmadığı da bilirkişi heyetine sorulur, en küçük şeyde mahkemelerde ağız dalaşmaları olur…
Ne olursa olur; ana karar ilan olunur ama, gelgelelim bu karar kimseyi memnun etmez. Temyize giderler.Temyiz Mahkemesi Dördüncü Ceza Dairesi, verilen mahkeme kararını inceler ve alınan kararı esastan bozar. Bunun üzerine 3 Haziran 1942 günü son kez olmak üzere, birkaç oturum daha yapılır. O gün, 3 Haziran’da yapılan son oturumda yani, Hamlet davasındaki her iki tarafın da, ‘bilâistisna’ hepsinin beraatine karar verilir.
Şimdi isterseniz sırasıyla davanın genel bilançosuna bir göz atalım. Kim ne ceza aldı? Niye aldı?
*Tasviri Efkâr gazetesi sahibi ve yazı işleri sorumlusu, Hamlet davasına dahil olduğu halde mahkeme sonuçlanmadan, mahkemenin gidişini etkileyecek haberler yaptığı için 3 Aralık 1941 günü yapılan duruşmada, suçlular Cihad Baban ve Ziyad Ebüzziya 100’er lira ağır para cezasına çarptırılır.
*7 Ocak 1942 günü biten kısımda ana davada kimin neden, ne kadar ceza aldığını yukarıda yazmıştık.
*28 Ocak 1942 Çarşamba günü bakılan davada; Peyami Safa’nın Neyyire Ertuğrul’u ‘İbret’ yazısı yüzünden suçladığı şu ünlü “jurnalci” davasında, Neyyire Ertuğrul ve Zeki Coşkun beraat ederler.
*4 Şubat 1942 Çarşamba günü sonuçlanan, Talat Artemel - Peyami Safa arasındaki “hışır sesli tahta gövdeli aktör” yüzünden çıkan hakaret davasında; Peyami Safa ve diğer suçlular ‘matbuat kanununun 27. maddesi delâletiyle TCK’nun 482 ve 484. maddelerine tevkifan’ altışar ay hapis ve 100’er lira para cezasıyla cezalandırılırlar. Ayrıca, Talat Artemel’e de 300 lira manevî tazminat ödemeye mahkûm edilirler. Ancak, suçluların ‘hal ve vaziyetleri’, bir de geçmişte sabıkalarının olmaması yüzünden cezaları tecil edilir.
*Araya temyiz süreci girer. Sonra-
*Mahkeme temyizin bozduğu karara uyarak, Muhsin Ertuğrul ve Talat Artemel’in açtığı hakaret davalarında, Peyami Safa ve Tasviri Efkâr gazetesi sahibiyle, yazı işleri sorumlusu hakkında da beraat kararı verir.
Türk tiyatrosunun pek de uzun sayılmayacak gelişim süreci içinde, bir tiyatro oyunu yüzünden yapılan başka kavgalar da olmuştur. Ama Hamlet davası kadar ses getireni görülmemiştir. Sadece bizde de değil üstelik, dünya tiyatro tarihinde bile buna benzer bir kapışma görmek zordur. Gülünç, hüzünlü, heyecanlı ve tutkulu bir dava olarak tarihe kayıtlanır Hamlet davası.
Gereği düşünüldü:
Dava tamamlanmıştır.
Herkes boyunun ölçüsünü almıştır.
Taraflar el ele, baş başa evine, yurduna giderken; benim gibilere de, hâlâ kulaklarımda çınlayan bu güzel, bu soylu, bu onurlu tiyatro kavgasının seslerini toplamak; toplamak ve anlatmaktan büyük keyif aldığım bir hikâyeyi yazmak kalmıştır.