Hadi güzelim, birlikte gezelim: Galina!
“Minnacık bir kadın / minnacık bir ev / pencerenin ardında doğan gün kuş sesleriyle / bir gün ona “gel, gidelim” dedi mavi gözlü dev / ve minnacık kadın bıraktı minnacık evi (...) Minnacık kadın...
Minnacık bir kadın / minnacık bir ev / pencerenin ardında doğan gün kuş sesleriyle / bir gün ona “gel, gidelim” dedi mavi gözlü dev / ve minnacık kadın bıraktı minnacık evi (...) Minnacık kadın yanısıra yürüyordu / minnacık kadın koruyordu onu / koruyordu elinden geldiğince (...) Dev adam yorulduğunda / dayanıyordu minnacık kadının omuzuna / Herkes bilir ki / boyuna göredir gücü insanın / daha azdır gücü, senden küçük olanın / oysa dev bir aşk sığdırmıştı / minnacık kadın yüreğine “ ( Rus şair Inna Petuşkova’nın, Galina Kolesnikova’ya yazdığı şiirden alıntı - 26.3.1956)
8 Ağustos 1917 günü, Rusya’nın Sverdlovsk kentinde doğan bir kadının yolu, 1953 yılının 16 Mart günü, büyük Türk şairi Nâzım Hikmet ile kesişir. Bir hastane koridorunda... Doktor ve hasta olarak tanırlar birbirlerini önce. Sonra yoldaş, sevgili ve sırdaş olurlar. Nâzımın, “Canım, kızım, biricik anam, Adil Girayım, yoldaşım, bacım, Memetim, Münevverim, kanaryacık, Güllü Hanım ya da Galuşka” diye seslendiği ve hayatındaki tüm güzel insanların ya da değerlerin bir bileşkesi olarak işaretlediği bu kadının, Nâzım için dediği çok daha anlaşılır bir şeydir; “16’dan 70’e kadar her yaştan kadının âşık olduğu adam!”
Ancak Nâzım’ın aşk ya da hayranlık duyduğu hayatındaki tüm kadınlara şiir yazdığını bilmemize karşın, tüm güzelliklerin bileşkesi olarak selamladığı bu kadına tek bir dize yazmamış olması şaşırtıcıdır. (Meraklısına not; Nâzım’ı , Kremlin Hastanesi’nde tedavi eden bayan doktor, Lidiya İvanovna Yegorovna’ya bile “Lidi Vanna” adlı şiiri yazdığını düşündüğümüzde bu duruma daha da şaşırırız.)
Nâzım Hikmet, Türkiye’den ayrıldıktan sonra tüm dünyanın sahip çıktığı evrensel bir dünya kalemi olarak, 1952 yılının Ekim ayında, Pekin’de yapılan Asya ve Pasifik Ülkeleri Barış Yandaşları Konferansı’nda, yaklaşık altı saat süren ve çevresindekileri korkutan bir kalp krizi geçirir. Ancak bu kriz, Pekin’de elektrokardiyogram çekilmediği için, safra kesesi iltihabına bağlı bir rahatsızlık olarak düşünülür. Yaşadığı Sovyetler Birliği’ne döner dönmez, 24 Kasım 1952’de bir kez daha kalp krizi geçirir Nâzım. Bu kez Nâzım’ın bir miyokart enfarktüsü geçirdiği saptanır ve aynı gün Kremlin Hastanesi’ne kaldırılır. Bu hastanede, sevk edileceği Barviha Senatoryumu’na geçene kadar, 110 gün kadar tedavi görür Nâzım. 1953’ün 16 Mart günü, daha kapsamlı bir hastane olan Barviha Senatoryumu’na gönderilen Nâzım’ı, onu sadece birkaç şiirinden tanıyan ve o günden sonra 7 yıl boyunca onu bir gölge gibi izleyecek, sadece Nâzım’la ilgilenmek üzere görevlendirilmiş, genç bir kadın doktor beklemektedir. Bu “minnacık” kadın doktorun adı, bazı çevrelerin kısaca “Galya” diye bildiği, Galina Grigoryevna Kolesnikova’dır.
Doktor Galina’nın tanıklıkları, Nâzım külliyesine hâkim olmak isteyenler için büyük bir hazinedir. Galina yıllar sonra, Nâzım ie geçirdiği yedi yılın anılarını kaleme alır. Halkevleri Yayınları tarafından, Ayşe Hacıhasanoğlu’nun çevirisiyle dilimize kazandırılan ve 2006 yılında yayınlanmış “Nâzım’la 7 Yıl” adlı bu kitap, Nâzım’ın gölgede kalmış birçok bilgisine ışık tutmaktadır.
“Kendinle gurur duy, ben hiçbir kadınla seninle olduğu kadar uzun süre birlikte yaşamadım”
Kim Galina’ya Nâzım’la ilişkisini sorsa; “Onun karısıydım” diye yanıtlar Galina. “Karısı, doktoru, hemşiresi, sekreteri, tercümanı, aşçısı, şoförü, daktilografı, muhasebecisi, kameramanı, hatta berberi, tellağı, dert ortağı...” Galina, sadece özel doktoru değildir Nâzım’ın, bu doğru... Hani Nâzım’ın en ünlü fotoğraflarından birinde denizcilerin giydiği tipten, enine çizgili bir tişörtü vardır ya, onu da Galina almıştır Nâzım’a... Sonra oğlu Memet için Rusya’dan alıp Türkiye’ye gönderdiği oyuncak tahta atı da... Hatta, Münevver’e Rusya’dan havale çıkaran da odur. Galina için, Nâzım büyük bir mücadele insanı ve insanlık adına acı çekmekten korkmayan büyük bir insan ve büyük bir şairdir. Onun gibi insanların bir gün fazla yaşatılmasını, insanlık için önemli bir görev sayıyordu belki de Galina? Ona hayran, ona âşık ve onun gür yapraklı bir çınar ağacı gibi gördüğü gövdesine yaslanmış, orada serinleyen minnacık bir kadındır kendince...Galina’nın yazdığı kitabın 459. sayfasında bu konuda bakın neler yazılıdır:
“Nâzım’ın verdiği bütün görevleri yerine getiriyordu.’Pobeda’ marka arabayı kullanıyor. GUM’a yiyecek siparişlerini o veriyor, telgrafları çekiyor, mektupları postalıyor, yazıları dergi ve gazete bürolarına o götürüyordu... SSCB içinden ya da yurt dışından gelen mektuplara birlikte cevap veriyorlar, dergiler ve gazeteler için Rusça yazılar yazıyorlardı. Nâzım’ın dikte ettirdiklerini yazı makinesinde Galina Grigoryevna yazıyordu... Nâzım’ı kendi elleriyle yıkar, tıraş ederdi. Nâzım çok terlerdi. Özellikle sanat gecelerinden sonra öğrenciler ve yazarlarla uzun sürecek görüşmeler yapacaksa yanında Nâzım için bir kat çamaşır taşıması gerekirdi...”
Nâzım, hiç kuşku yok ki; kadın sıcaklığıyla, anne şefkatinin karışıp Galina adında karşısında duran bu minnacık kadından çok etkileniyordu. Etkileniyordu ama şiir bülbülü bir türlü şarkısını söylemiyordu onun için. Ancak Nâzım’ın Galina’ya çok düşkün olduğu her hâlinden bellidir... 1959 yılında, Paris’te yayınlanan bir kitabını Galina için imzalayan Nâzım şöyle yazar kitabın içine; “ Bir insanla ilgili hiçbir şey o ölene dek unutulmaz. Sen beni öldükten sonra da unutma!”
Peki, bu yüksek aşk ve samimiyete karşın Galina için neden bir dize bile yazmamıştır Nâzım? Galina bunu kitabında şöyle açıklar:
“Komünizm davasına sınırsız şekilde bağlı olan Nâzım’ın tüm saflığı ve devrimci ateşliliği, Münevver ve büyümekte olan biricik oğlu Memet ile ilgili olarak duyduğu acılarla iç içe geçmişti. Nâzım, kendisi de inanılmaz acılar çekiyordu. Bu nedenle kararımı verdim: Nâzım’ın ömrünün uzamasına çalışacak, ona her konuda yardım edecektim. Nâzım’dan bana adanmış şiirler yazmamasını rica ettim. Nâzım şaşırdı ama bu ricamı yerine getirdi. Şiirler tercüme edilir, radyoda okunabilirdi. Nâzım Hikmet’in kınanmasını istemiyordum. Nâzım zaten yeterince acı çekiyordu.Bu, Münevver’i kesin olarak yaralar, mektuplarda birtakım ilençlere, sitemlere neden olabilirdi. Nâzım’ın sağlığı bu yüzden bozulabilirdi. Fotoğraflar da dünya basınında yayınlanacağı için onunla yan yana fotoğraf çektirmekten bile kaçınıyordum...”
Galina, hazırladığı anılarında bir de vasiyetten söz eder. Nâzım’ın cenaze törenine kadar kimselerin bilmediği vasiyetinin kendisinde olduğundan... Oldukça dramatik, hele hele âşık bir kadın için daha da dramatik bir hikâyesi vardır bu vasiyetin.
Galina konuşuyor:
“Her şeyin ona Münevver’i, Memet’i, vatanını anımsatması, onları düşünmesi, onlara yardım etmesi için çaba gösteriyordum. Kır evinin her tarafında Memet’in, Münevver’in fotoğrafları, İstanbul manzaraları, Mustafa Suphi’nin ve Türkiye Komünist Partisi’nin diğer tanınmış kişilerinin portreleri asılıydı... Münevver geçim sıkıntısı çektiklerini bildirdiği zaman nasıl yardım edebileceğimizi birlikte düşünüyorduk. Nâzım, bunun için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Münevver’e gönderilen paraların banka makbuzları bende... Bunları yazıyorum, çünkü Nâzım, hayatının son üç buçuk yılını verdiği V.V. Tulyakova ile evlendiği zaman Münevver, Nâzım’a duyduğu öfkeyle her yerde onun kendisine yardım etmediğini anlatıyordu... “
Nâzım, mal varlığını ve eserlerinin telif haklarını Galina’ya bırakmak için birkaç kez vasiyetname hazırlar 1956-1960 yılları arasında. Ancak Galina, son derece soylu bir ‘hayır’la yanıtlar Nâzım’ı. Karşı gelinmeyi pek de sevmeyen Nâzım, öfkeden kıpkırmızı kesilir. Aynı günlerde, son çekilen elektrokardiyogramı da kötü çıkan Nâzım, Galina’yı endişelendirir:
“Nâzım’ı kızdırmak istemiyordum, sağlığı daha da çok bozulabilirdi. Bu yüzden ‘peki, tamam, nasıl bir vasiyetname yazmak istiyorsun?’ dedim. Nâzım, Münevver’den ve oğlundan tek kelime etmiyordu vasiyetname örneğinde. Kesinlikle reddettim. Nâzım, çalışma odasında sinirli sinirli dolaşıyordu. Onu hiç böyle görmemiştim. O zaman yapıtlarının telif gelirinin ne bana, ne de son karısına değil, oğluna ve Münevver’e verilmesini önerdim. Nâzım, nedense uzun süre buna da direndi, sonunda teliflerin %30’unun Türkiye Komünist Partisine, %70’inin Memet’le Münevver’e bırakılacağını belirten bir vasiyetname çıktı ortaya. Bu vasiyetnameyi 08 Ocak 1960 tarihinde noterde onaylattı ve saklamam için bana verdi. Böyle bir vasiyetnamesi olduğundan hiç kimsenin haberi yoktu. Nâzım’ın cenaze töreninden önce o sırada çocuklarıyla birlikte Varşova’da bulunan Münevver Andaç’ı Polonyalı yazar Kristina Jivulska aracılığıyla Moskova’ya çağırdım ve Nâzım Hikmet’in tabutunun başında vasiyetnameyi Münevver’e verdim.”
Nâzım, Galina’ya şiir yazmamıştır belki ama onun hatıra defterine öyle bir not yazmıştır ki; şiirlerin en güçlüsü bile ona şapka çıkarır. Bu not, 1957 yılının Nisan ayında, birlikte gittikleri Bükreş’te, üstelik Türkçe yazılmış bir nottur:
“Galina, en aşağı dört kere ölümden kurtardın beni. İyi mi ettin fena mı? Galiba, herşeye rağmen, yaşadığıma memnunum. Bu dünyada bunun üstüne de memnunluk yok galiba. Sağ ol kızım.”
Ancak; diyelim ki vefadan, diyelim ki samimi ve taraflı yoldaşlıktan, Sovyetler Birliği’nde yasaklanan ‘İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?’ oyunu sonrası başarısız intihar girişiminden onu kurtarıp Varna’ya, Varşova’ya ve Prag’a kaçıran Galina’ya bu notları yazarken, 1955 yılının sonunda bir film stüdyosunda tanıştığı bir genç kızı da unutamamıştır Nâzım. O genç kız, kendisinden 30 yaş küçüktür, evli ve bir çocuk annesidir üstelik... Şimdi, aklında memleketteki kadını Münevver, yanında Galina, yüreğindeyse bu genç kadın vardır. Adı Vera Tulyakova olan, Nâzım’ın ‘saçları saman sarısı, kirpikleri mavi’ dediği alımlı genç bir kadın olan Vera!
Nâzım, içinde başka bir Nâzım’ın, âşık Nâzım’ın baskısına daha fazla dayanamaz ve 1958 yılının sonbaharında, düşlerinin peşinden, Vera’nın eşiyle tatil yaptığı, Karadeniz kıyısındaki tatil beldesi Osipovka’ya gider. Üstelik yanında Galina da vardır... Nâzım’ın içindeki çocuk yeniden neşelenmiştir. Galina bu değişikliği fark etmekte gecikmez. Mutludur ya Nâzım, o da mutludur. Yıllar sonra bir söyleşisinde, birçok kadının yapamayacağı kadar büyük bir aşkla şunu söyleyecektir Galina; “ Nâzım bakıp duruyordu ona. Gerçekten fıstık gibi bir kadındı.”
Nâzım 55 yaşında, yorgun kalbi ha durdu, ha duracak bir haldeyken, kalbinde yeni bir sevdayı kaldıracak güç yokken, 23 yaşındaki Vera’ya sevdalanır. Sevdanın yazarları kanatlandırdığını herkes bilir. Hele kalemi tutan el Nâzım gibi bir ustanın eliyse...
”Sanata güç veren şey aşktır. Aşkın olduğu yerde şaheserler de vardır.”
Nâzım, deliler gibi yazmaya başlar yeniden... Galina, uzun zamandır susan şiir bülbülünün yeniden ve coşkuyla şakımasını kıskanmadığını söylese de yıllar sonra, onun için zor zamanlar başlamıştır. Nâzım artık Galina’yla yaşayamamaktadır. Ama bunca senenin yoldaşlığı da vardır. Kafası karışır Nâzım’ın. Dostlarının ve doktorların ‘yeni bir aşka tutulursa yüreğin en fazla üç, böyle bir aşktan uzak kalabilirsen on sene yaşarsın’ dediği Nâzım, aşkı seçer ve ölene kadar dostu, sırdaşı ve çevirmeni olan Ekber Babayev’le kafa kafaya verip Peredelkino’dan, Galina’yla yaşadığı evden kaçma planları yapar.
Plana göre, bir gece evlerine konuk olarak gelen Ekber Babayev’i uğurlamak bahanesiyle, Babayev’in arabasına binip kaçar Nâzım kendi evinden. Ayağında terlik, üstünde pijamalarıyla... Ardında bir mektup bırakmıştır Galya’sı için.
“Canım, kızım, anam, yoldaşım, bacım, Memet'im, Münevver'im, Galyam! Bunu yapıyorsam başka bir şey yapamadığım içindir. Ve eğer ben senin yüreğinde ve kafanda her şeyden önce senin yoldaşın, arkadaşın, seninle ortak dertleri paylaşan ağabeyinsem, sen, kadınlık gururunu çiğneyen bu acı karşısında ayakta durabilir ve büyük dostluğumuzu çiğnemezsin. (...) Senden son bir ricam var: beni affet! Yüzyüze konuşup konuşmamaya karar veremedim (...) Senden bir erkek olarak ayrılıyorum, ama bir dost olarak sen istesen de istemesen de yanındayım (...) Hiç kimseye kızma. Kimse aklımı çelmedi. Bir kez daha tekrarlıyorum, yapabileceğim başka bir şey yoktu. İki aylığına Orta Asya'ya gideceğim. İki ay sonra öfken yatışmış olur da beni görmek istersen gelirim (...) Dedikodular olacak, bu duruma sevinecek insanlar çıkacaktır. Sana soru soran herkese "Nâzım benim yakın dostumdur ve öyle kalacak" de. Biricik anam, bacım, Memo'm, güllü hanım, Adil Giray, ölene kadar senin baban, yoldaşın, ağabeyin, dostun, en yakının olarak kalacağım. Mübarek ellerinden öperim... Senin Nâzım Hikmet..."
(Meraklısına not; diğer tüm seslenişleri anlamak çok da güç değil ya, Nâzım’ın, şu aradaki ‘Adil Giray ’ dediği konuda bir küçük açıklama yapmakta fayda var. Adil Giray; 1666 ila 1671 yılları arasında saltanat sürmüş Kırım Hanı’nın adıdır. Nâzım, Galina’yı doğduğu topraklara atfen, bir han ya da kraliçe diye selamlamaktadır bence.)
Sonra? Sonrası nereden bakıldığına bağlı. Kimi küfre keser tepeden tırnağa, kimi ‘Aferin Nâzım’a, aşkın peşinden gitti’ der, bilemem orasını. Nazım bu kaçışta, diğer pencerede kocasını ve çocuğunu bırakıp buluşma noktasına koşan Vera’sını kucaklar ve Ekber Babayev’in kullandığı arabayla tren istasyonuna gidip Verasıyla Kislovodsk’a doğru yola çıkar. Treni son anda yakalar sevgililer. Çünkü Nâzım, bu koşturma içerisinde Vera’yı durdurup, ‘Sana bir düğün armağanı vermek istiyorum’ der. Vera’nın elini avucunun içine alıp 13 adet minik kedi heykelciğini tek tek onun avucuna koyar.
(Meraklısına not; doktorlar haklı çıkar. Nâzım, Vera’yla evlendikten, sadece üç yıl, dört ay sonra hayata veda eder.)
Galina, çok şaşkın değildir aslında. Sadece kalbi, sessiz bir depremle paramparça olmuştur. Bakın, Nâzım’ın sevgilisiyle kaçışı sonrası ne yapar Galina?
“Kislovodsk’ta benim Barviha’dan bir meslektaşım çalışıyordu. Onu telefonla aradım ve kendisine fark ettirmeden Hikmet’in tedavisinin sağlanmasını, kontrol elektrolarının çekilmesini ve bana tedavi sonuçlarını bildirmesini rica ettim. (Meraklısına not; bu ‘doktor arkadaş’ın adı G.V. Petrova’dır)... Nâzım, o inişli yokuşlu yerlerde yürümesin diye ‘Volga’ arabayla şoför Yura’yı Kislovodsk’a, Nâzım’a yolladım. Para, portakal, limon falan gönderdim... Kalın bir kazak, ilaç, bazı gerekli eşyalar, ayrıntılı tıbbi talimatlar gönderdim... Ne yazık ki, daha sonraki günlerde Nâzım caka satmaya, lüzumsuz cesaret gösterisi yapmaya kalkışmış, benim yanımdayken asla yapmadığı şeyleri yapmaya, sigara ve içki içmeye başlamış. Doktorlar uçağa binmesine izin vermedikleri halde uçakla yolculuk ediyor, başka bir yığın sağlık kurallarını çiğniyormuş. Örneğin biz profesörler kuruluyla birlikte karar verip, onun Hindistan’a gitmesine izin vermemiştik. Oysa o Küba ve Tanganika’ya yorucu ve uzun uçak yolculukları yaptı. Bu yolculuklardan kısa bir süre sonra da büyük şairi son yolculuğuna uğurladık...”
Nâzım’ın büyük aşkı Galina Grigoryevna Kolesnikova, 15 Şubat 2014 günü, yaşadığı Sibirya’da ölür. 26 Ağustos 2013’de kutladığı 97. doğum gününde, sofrasında Türk dostlarından, onunla ilgili bir de kitap yazan, yazar dostu Dursun Özden de vardır. Konu dönüp dolaşıp Nâzım’a gelince o, kendisinden büyük kalbi olan küçücük kadın, son kez Nâzımını anar;
“Nâzım benden gitti. Neden mi? Çünkü Vera benden çok güzeldi. Çapkın Türk şairi haklıydı.”
Ve ardından, büyük sevgilisi Nâzım’dan öğrendiği bir tekerlemeyi bağırarak, kadehini kaldırır:
“Hadi güzelim, birlikte gezelim!”