Mahkûm emeğinin ucuz iş gücü gibi görülüp, İmralı’da ıslah amaçlı uygulanan iş esasına dayalı ceza sistemi 40’lı yılların ortasından sonra hızla değişmeye başlamıştır. Sosyal değişim sadece ekonomi de mi olur? Hayat, birbirine görünmeyen iplerle bağlı onlarca etkileşimden oluşmaz mı? Kitap okumaları için ülkenin seferber olduğu adada artık konuşulan şeylerin kimliği de değişmeye başlamıştır.
“Müessese dahilinde hükümlülerin abdest almaları, namaz kılmaları, oruç tutmaları ve mukaddes kitap okumaları serbesttir. Ancak toplu olarak tarikat âyinleri icrasına veya şeyhlik, müridlik ve sair sıfatlar takınılmasına kalkışılması veya bu gibi telkinlerde bulunulması yasaktır. Herkes diğerinin dinî hislerine ve mukaddes tanıdığı şeylere hürmete borçlu olup başkasının namaz kılmasını, abdest almasını veya dinî kitap okumasını tenkit veya tezyife kalkışamaz.” (İmralı Hükümlü gazetesi, 11 Haziran 1948, Yıl: 1, Sayı: 19)
Bakış açısının değiştiğini, o günlerde adalet sisteminin çatısından izlemek de mümkündür. Değişim o kadar hızlıdır ki; Ali Rıza Türel, 6 Nisan 1946 günü yerini sadece beş ay görev yapacak olan Mümtaz Ökmen’e, Mümtaz Ökmen yerini 10 Eylül 1947’de bakanlık koltuğuna oturan ama dokuz ay görevde kalacak olan Şinasi Devrin’e, Devrin de 11 Haziran 1948 günü Adalet Bakanlığı görevini Fuat Sirmen’e devreder. Bu başdöndüren dönemden bazı ilginç ayrıntılar da kalır tarihe. Örneğin, Şinasi Devrin’in hiçbir zaman İmralı’yı ziyaret etmemesi gibi… Belli ki Türk hukuk sisteminin karnı ağrımaktadır.
1947 yılında, dönemin başbakanı Recep Peker’in gazetelere yansıyan bir açıklaması da, bizi fazlasıyla şaşırtan bu tuhaf değişim için iyi bir örnek olacak sanıyoruz.
Akşam gazetesinde Cemalettin Bildik imzalı, “Sofra Konuşması” başlıklı bir yazı yayınlanır. Yazıda Yunanistan’ın bizden istediği 5000 kuzudan, başbakanın babasının erdemli davranışlarına, gemi güvertesinde yolculuk yapanların acıklı hallerinden, hapishanelerimizin durumuna kadar birçok konudan söz edilir. Yazının bir yerinde, Recep Peker’in İmralı’yla ilgili bir açıklaması da vardır. Başbakan Peker, “İmralı hariç bütün hapishanelerimizin yüz kızartıcı birer müessese” olduğunu söyledikten sonra devam eder:
“Sinop’ta İmralı ayarında bir hapishane yapacağız. Fakat iş bununla bitmez, birer ikişer diğer hapishanelerimiz de ıslah etmek lâzım… (Mahkûm da) nihayet bir insandır ve mahkûmiyetine bir de hapishanelerin bugünkü hayat şartı ile ilgili fecaatı inzimam etmemelidir.”
Hapishane sorunu anlatırken, babasının nasıl merhametli biri olduğunu anlatmaya başlar başbakan:
“Babam hayırsever bir adamdı (…) Bayramlarda hapishanelere gider, mahkûmların içinden kimsesiz ve muhtaç olanlarına hediyeler götürürdü. Mesela o zamanki kırmızı pareli pareli mendillerden alır, tütün, sigara kâğıdı, okuma kitabı, birer kutu da şeker koyduğu paketleri her bayram hapishanedeki muhtaç mahkûmlara dağıtmaktan büyük bir hazzı vicdan duyardı.” (Akşam gazetesi, 5 Nisan 1947, Cumartesi, Sene: 29, Gazete Yayın no: 10225)
Biz devletin en üst makamlarından birinin söylediği şeylerden hiçbir şey anlamadık açıkçası, bu yüzden bu konuda yorum yapmak istemiyoruz, artık size nasıl geldiyse, biz yazdık, siz okudunuz.
Topun havası çekilmiş, artık şut atılamaz bir hale gelmiş gibidir. Maçın topu ciğer gibi olduğundan, maçın tadı da kaçmıştır. Bir yandan mecburiyet dayatmaları, diğer yandan toz duman içinde bir adalet sistemi… Böyle bir karşılaşmada, ortada bir maç yoktur ama bol seyirci vardır.
Mahkûm gazetesindeki nezaket de bu karambolden payına düşeni alır. 1948 yılında İmralı Hükümlü gazetesinde, fıkra gibi bir yazı yayınlanır.
“Mahkûm Gözüyle Çare: Gazetelerde okuduğumuza göre son günlerde bazı İstanbul Don Kişotları kafayı tütsüleyip nârâ atmakta, sarkıntılık etmekte hayli ileri gidiyorlarmış. Bu yüzden İstanbul halkının rahatı ve huzuru kaçmış.Huzura kavuşmak, başlarını dinlemek ve bilhassa can, mal ve ırzlarının masum kalmasını isteyenlerin,Adalet Bakanlığına müraacat ederek adamızda ikâmet müsaadesi almalarını tavsiye ederiz.” (İmralı Hükümlü gazetesi, 26 Mart 1948, Yıl. 1, Sayı: 8)
Bu yazı da kafamızı hayli karıştırdı. Hatta yayınlanan bu yazının, karmakarışık olan adalet sistemiyle alay etmek için yazılmış bir yazı olabileceğini bile düşündük.
Biz öyle düşünsek ne olacak, böyle düşünsek ne olacak? Freni patlamış bir halde bayır aşağı giden bu araç bir türlü durdurulamaz. O kadar ki; yeni Adalet Bakanı Fuat Sirmen, 26 Ağustos 1948 günü İmralı adasını ziyarete giderken, yanında bulunması için –bizi çok şaşırtan- birini davet eder. Bu kişinin Son Posta muhabiriyle yaptığı konuşma aklımıza tek şeyi getirir: Tuzun koktuğu anı!
“Sabahleyin saat dokuzda Galata rıhtımından kalkacak olan Sus vapurunun bütün yolcuları içeri girmişti. Bakanla beraber İmralı’ya gidecek olanlar rıhtımda bekliyorduk.Bunların arasında Ekonomi Bakanlığı Teftiş Heyeti Reisi Nihat Pekcan da vardı (…) Ayaküstü bir iki laf ederken Nihat Pekcan, bakanın misafiri olarak İmralı’ya gelmekte olduğunu söyledi ve ilave etti: “İmralı’nın sanat ve ziraat sahasındaki geniş atölyeleri ve faaliyeti ve hâlen elinde bir milyon iki yüz elli bin lira gibi mütedavil bir sermayesinin mevcut olması, adetâ ona iktisadî bir tesis hüviyeti vermiştir” diyebiliriz. Onun için İmralı’yı bu zaviyeden görmeyi faydalı buldum.” (Son Posta gazetesi, 27 Ağustos 1948, Cuma, Sene: 19, Gazete Yayın no: 5637 + 855, Remzi Tozanoğlu imzalı, “Adalet Bakanı ile İmralı Yolunda” başlıklı yazısından alıntı)
Hani Anadolu’da kadere boyun eğmeyi işaret eden bir bir söz vardır: “Olacağına varır” derler. Hayır, bu noktada biz öyle diyemiyoruz. Çünkü bu bir kader değildir. Çağrılan gelmiştir sadece…
Sonra ne mi olur? Zehirli bir rüzgârla gelen heybesini açar ve ortalığı bir korku kumaşıyla kaplamaya başlar. Yasak ve tehdit değneği havayı defalarca döver. Yıllardır buz gibi havada ayaklarını ısıtan çoraplar, bir yılan gibi ayak bileklerine sarılmaya başlar mahkûmların.
Çorapçı ekibinde mahkûmların bir günde yapmaya mecbur oldukları iş miktarı
1- Makinada çalışanlar
a- Fanila makinası ile fanila dokuyanlar günde 10 fanila
b- Çorap dokuyanlar günde 19 çift
c- 144’lü makine ile çorap yapanlar günde 25 çift
d- 108’li makine ile çorap yapanlar günde 30 çift
e- 120’li makine ile çorap yapanlar günde 25 çift
f- 132’li makine ile çorap yapanlar günde 15 çift
g- 108’li makine ile kısa çocuk çorabı yapanlar günde 28 çift
h- 96’lı makine ile uzun çocuk çorabı yapanlar günde 35 çift
2- Çorap için kalem saranların , 12 numaralı iplikten 12, 16 numaralı iplikten 8, 20 ve 24 numaralı iplikten günde 10 tura sarmaları lâzımdır.
3- Çorap ütüleyenler bir günde 100 çift ve topuk ve burun dikenler bir günde 22 çift çıkarmaya mecburdurlar.” (İmralı Hükümlü gazetesi, 7 Ekim 1949, Yıl: 2, Sayı: 88)
Çorapçı mahkûmları sıkıştıran yeni sistem kunduracı ya da terzileri de rahat bırakmaz. 16 Eylül 1949 günü terzilerin, beş hafta sonra da kunduracıların mecbur oldukları şartnameler yayınlanır. Mecburiyet listeleri çok uzun olduğundan, bazı dayatmaları tastgele sıralamakla yetineceğiz.
Terzi ekibindeki hükümlülerin bir günde yapmaya mecbur oldukları iş miktarı
Makinada çalışanlar;
a- Astarlı hazır elbiseden bir günde 3 takım
b- Hazır ceket, bir günde 4 adet
c- Hazır pantolon, bir günde 7 tane
d- Tulum, bir günde 6 tane
e- Nevresim, bir günde 20 tane
f- Yatak çarşafı, bir günde 100 tane
g- Mendil, bir günde 250 tane
h- Şapka, bir günde 25 tane
Sipariş işlerinde çalışanlar;
a- Üç günde bir ceket
b- Bir günde bir pantolon
c- Bir günde iki yelek
d- Bir günde beş kasket
e- Üç günde bir palto
f- Bir günde iki takım pijama
Kumaş biçenlerin;
a- Astarlı hazır elbiseden bir günde 25 takım
b- Müessese mamulatı kumaştan bir günde 6 takım
c- Tulumdan bir günde 40 tane
d- Şapkadan bir günde 100 tane
El işi yapanlar;
a- Bir günde 10 takım elbise
b- Bir günde 20 hazır ceket
c- Bir günde 20 hazır pantolon
d- Bir günde 20 adet frenk gömleği…” (İmralı Hükümlü gazetesi, 16 Eylül 1949, Yıl: 2, Sayı: 85)
Bir de kunduracıların mecbur oldukları iş yüküne bakalım mı?
Kundura ekibindeki hükümlülerin bir günde yapmaya mecbur oldukları iş miktarı
1- Saya kesenler;
a- İnce iş sayasından günde en az 15 çift
b- Postal sayasından günde en az 24 çift
c- Yemeni sayasından günde en az 50 çift
2- Kösele kesenler;
a- Postal köselesinden günde en az 50 çift
b- Yemeni köselesinden günde en az 80 çift
3- Saya dikenler;
a- Düz ince iş sayasından günde en az 6 çift
b- Tırtıllı ve fantezi, günde en az 3 çift
c- Postal sayasından günde en az 12 çift
d- Yemeni sayasından günde en az 20 çift
4- Malzemesi hazır işleri dikenler;
a- Postal diken günde en az 1 çift
b- Yemeni diken günde en az 3 çift
c- Düz terlik diken günde en az 3 çift
d- Topuklu terlik diken günde en az 2 çift
e- Düz kadın iskarpini diken günde en az 1 çift
f- Kösele ökçeli, mantarlı, çift köseleli kadın iskarpini diken iki günde bir çift
5- Tamir işleri yapanlar;
a- Gizli pençe erkek işi günde en az 3 çift
b- Düz pençe erkek işi günde en az 4 çift… (İmralı Hükümlü gazetesi, 21 Ekim 1949, Yıl: 2, Sayı: 90)
İçeride buna benzer dayatmalar artık şartnamelerle yasallaşırken, dışarıdan gelenler alışık olduğumuz bahar şarkılarını söylemeye devam etmektedirler. Örneğin, 10 Nisan 1948 günü, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencileri İmralı’yı ziyarete giderler. Bu ziyaretin izlenimlerini de, 29 Nisan 1948 tarihli, Bakırköy Halkevi’nin yayınladığı Halk dergisinin 10. sayısında yayınlarlar. İmralı’nın yerden göğe kadar övüldüğü yazıda dikkatimizi çeken bir bölümü sizinle paylaşmak isteriz:
“Burada bir insanın ihtiyaçlarını karşılayacak her şey yapılıyor. İşte demir atölyesi; ocağın başında sağlam vücutlu bir hükümlü bir demir parçasını dövmekle meşgul. Marangozhanede ise en kübik oda takımları, çok orijinal oyuncaklar yapılıyor. Atölyenin şefiyle tanışıyoruz. Giyiminden ve saçlarının uzun oluşundan memur olduğu anlaşılıyor. Fakat dikkatimizi çeken nokta şu ki, adam öldürme suçundan 12 sene yattıktan sonra tahliye edilmiş ve bir vakitler hükümlü olarak çalıştığı marangozhaneye şef olmuş. Bu hadiseden de anlıyoruz ki, memleketimizin muhtaç olduğu patronaj sistemini cezaevi elinden geldiği kadar yapmaya çalışıyor. Bu belki dolayısıyla oluyor. Çünkü ön planda yer alan adanın iktisadî faaliyetidir.”
Fuat Sirmen dönemine dair bir notu da yazarak dosyamızın bu bölümünü kapatmak istiyoruz.
Remzi Tozanoğlu’nun 31 Ağustos 1948 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan bir yazısında, yeni Adalet Bakanı Fuat Sirmen’in, göreve gelir gelmez İstanbul, Üsküdar ve Toptaşı Cezaevlerini sıkıca inceledikten sonra İmralı’ya da gittiği anlatılır. Yazıyı yazan gazeteci de bakanla birlikte İmralı’ya gitmiştir. Mahkûm ıslahı konusunda dünyaya parmak ısırtmış olan İmralı’nın nereden nereye geldiğini göstermesi adına ilginç bir bölüm vardır yazıda:
“Kapıdan girer girmez solda göze çarpan kara tahta adadaki mahkûm mevcudunu, bunların nerelerde çalıştığını gösteriyordu. Bakan bu levha önünde durdu ve cezaevi müdürüne sordu:”Bugünkü mevcudunuz 850 kişi öyle mi?” Cezaevinin genç müdürü İbrahim (Saffet) Omay: “Evet, fakat bu yekünün bin, bin yüze kadar çıktığı da vakidir.”
Tahtada rakamla verilen izahatta 40 mahkûm da Yanıkkışla’da gösteriliyordu. Adalet Bakanı bu nokta üzerinde durdu. Cezaevi müdürünün verdiği izahata göre, bir milyon iki yüz elli bin lira mütedavil sermayesi bulunan İmralı Cezaevi, Edirne’de Yanıkkışla’da da arazi satın almış ve orada da bir ziraî faaliyet kurmuştur. Kara tahtada gözüken 40 mahkûm da ziraî sahada çalışmak üzere oraya gönderilmiştir ve Yanıkkışla’daki faaliyet ilerledikçe yüz mahkûm daha oraya gönderilecektir.” (Akşam gazetesi, 31 Ağustos 1948, Salı, Sene: 30, Gazete Yayın no: 10733)
Anladığımız, hayır aslında hiç anlamadığımız o ki; İmralı bir şirket gibi toprak almaya başlamış , öyle mi?..Öyle galiba, vah İmralı vah!
4 Ekim 2024 / Devamı var