Adalet Bakanı Ali Rıza Türel, 1945 yılında ikinci kez daha İmralı’yı ziyaret eder. 19 Temmuz 1945 Perşembe günü yapılan bu ziyarete devlet bürokrasisinin ve dönemin ünlü gazetecilerinin neredeyse hepsi katılır. İnceleme gezisini haber yapan Cumhuriyet gazetesinde gördüğümüz bir başlık, zaten İmralı’nın kuruluş ilkelerine ve oluş amacına aykırı geliştiğini düşündüğümüz, anlam ve uygulama konusundaki tüm dikkatin mahkûm ıslahından çok ‘daha fazla üretim / daha çok para’ olarak şekillendiğine inandığımız algıdan ötürü kaynamakta olan içimizi iyice tahrip etmeye yetti de arttı. Gazete bu ziyaret haberini şu alt başlıkla duyurur: “Cezaevi son malî sene içinde umumî bütçeden hiç para alınmadan kendi geliriyle çevrildi.”
“… inceleme gezisine Kastamonu Milletvekili Fahri Ecevit’le, Sivas Milletvekili Mithat Şükrü Bleda, Adliye Bakanlığı Müfettişlerinden Şakir Pasinler, İstanbul Cumhuriyet Savcısı Sünuhi Arsan ve gazeteciler bakanın davetlisi olarak iştirak etmişlerdir.”
İzzet Akçal’ın karşıladığı heyet adada inceleme gezisi yapmış, adanın elektrik ya da posta işlerindeki eksiklerinin giderildiği konularda kendilerine bilgi verilmiştir. İşte bu bilgilendirmede bize hayli ilginç gelen bazı kayıtlar da gazetelere yansımıştır. Hesap kitap üzerine olan bu kayıtlar, yüreğimizde, davet edilen bir felaketin sinirlerimizi bozan gürültülü ayak seslerinin çınlamasına neden olur.
“Dün İmralı cezalılarının sayısı 1047 idi (…) Verilen malûmata göre bu tesis için (1936’dan beri) devlet bütçesi 344.000 lira vermiştir. Fakat son malî sene içerisinde, İmralı Cezaevi umum bütçeden hemen hiç para almaksızın, yani kendi geliri ile çevrilmiştir (…) Motor tekneleri, balıkçı kayıkları yaptırılmış; mensucat işleri, ayakkabıcılık, çiftçilik vesaire çalışmaları da ilerletilmiştir. 100.000 liradan fazla kâr temin olunmuştur. Bugün yalnız binalar 700.000 lira değerindedir. Ambarlarda ve atölyelerde 200.000 liradan fazla kıymette eşya vardır.” (Cumhuriyet gazetesi, 20 Temmuz 1945, Cuma, Sene: 22, Gazete Yayın no: 7515, ss. 1 ve 3)
Gazetelerin birçoğu bunları yazarken, bazı gazetecilerin İmralı’yı “Cennet” diyerek övdükten sonra, adadaki cezaevinin kuruluş amacını hatırlatması da bizi şaşırtmıştır. Örneğin, bakanın yanında adayı ikinci kez ziyarete giden Son Posta gazetesi yazarlarından Kemâl Deniz bunlardan biridir.
“Cennet kelimesi cezaevi kelimesiyle kabiliteklif olmasa gerek… Fakat cezaevine bir İmralı ilave edecek olursak o zaman cennet muhakkak ki kabilitekliftir. Suça teşvik gibi olmasın ama İmralı mahkûmlar adası cidden şehre tercih edilecek bir cennet adadır.
Her türlü kötü düşünce ve hareketten uzak kalmaları için diğer cezaevlerimizden farklı olarak her biri muhtelif sanatlarda çalışan adedi 1047 olan bura mahkûmları aynı zamanda yevmiye almaktadırlar. Ekip şefleri 85, diğerleri 70 kuruş kazanıyorlar günde… Bu arada “karaborsa” aklıma gelmedi değil. Fakat sorunca adada ‘para’ olmadığı ve ‘tiket’ (*Para yerine geçen bilet) usulünün cari olduğunu söylediler. Her ne olursa olsun, ister dokumacılık, balıkçılık, kunduracılık olsun, ister meşhur soğanları, çilekleri yetişsin. Bizim düşüncemiz ruh ve ahlâk meselesidir. Bunu halledebildik mi yeter, artar bile!” (Son Posta gazetesi, 20 Temmuz 1945, Cuma, Sene: 15, Gazete Yayın no: 5373)
“Ruh ve ahlâk meselesi”… Uzun zamandır böylesi doğru bir saptama okumamış; Mutahhar Şerif Başoğlu’nun kurduğu ve dünyanın sayılı uzmanlarını hayret içinde bırakan İmralı Sosyal Sanatoryumunda, artık başarı başka yerlerde mi, örneğin daha fazla üretim, her şeyin para değeriyle ölçüldüğü bir sistemin adaya yerleştirilme çabalarında mı aranıyor diye sorup duruyorduk. Çünkü bu değişim rüzgârlarını estiği günlerden birkaç ay sonra, uzun zamandır kimselerin duymadığı şeyler olmaya başlamıştır İmralı’da.
“İmralı Cezaevinde bulunan Mehmet Karadağ adında biriyle yine Mehmet isminde diğer biri arasında üç gün evvel kanlı bir kavga olmuş ve bu sırada bıçakla yaralanan Mehmet Karadağ tedavi edilmek üzere şehrimiz Cerrahpaşa Hastanesine getirilmiştir. Mehmet Karadağ dün hastanede ölmüştür.” (Akşam gazetesi, 22 Aralık 1945, Cumartesi, Sene: 28, Gazete Yayın no: 9761, s. 2)
Bu olay elbette herhangi bir nedenle ya da herhangi bir yerde olabilirdi. Ancak çok yakın zamanlarda İmralı cezaevinde uygulanmaya başlayacak olan sistemi gördüğümüzde, ne yazık ki bu olayın eskilerin ‘münferit’ dediği bir olay olmadığına, yaşananların bundan sonra da olacağına dair zehirli bir iklimin başlangıcı olduğunu düşünüyoruz.
Tam da bu noktada, İmralı Hükümlü gazetesinde yayınlanan birkaç istatistiği hatırlamakta yarar var. Bu istatistiklerden ilki, İmralı’nın kurulduğu günden, 1949 yılının Şubat ayına kadar olan zaman diliminde mahkûmların infaz durumunu göstermektedir.
8 Kasım 1935 - 25 Şubat 1949 Aralığında İmralı’daki İnfaz Durumu
Şartla Salıverilen: 3226
Bihakkın Salıverilen: 180
Tecilen Salıverilen: 43
Nakil Edilen: 309
İade Edilen: 170
Ölenler: 46
Firar Edenler: 22
Bugünkü Mevcut: 893
Yekün: 4889 (İmralı Hükümlü gazetesi, 25 Şubat 1949, Sene: 2, Sayı: 56)
Şimdi bir de adadaki “İş Şubeleri” konusundaki istatistiklere bakalım.
İmralı’nın kendi içinde işlettiği tüzük maddelerinden 185 numaralı olanın başlığı şöyledir:
Mevcut Hükümlülerin İş Şubelerine Taksimi
Madde 185: Kadronun halen bin kişiden ibaret olmasına nazaran bütün hükümlüler; dördüncü maddede yazılı on iki iş şubesine aşağıdaki veçhile taksim edilirler:
1- Ziraat gruplarına – 400
2- Dokuma grubuna – 230
3- Terzi grubuna – 25
4- Çorap grubuna – 40
5- Kundura grubuna – 30
6- Balık grubuna – 100
7- İnşaat grubuna – 70
8- Yol grubuna – 60
9- Mandıra grubuna – 15
10- Demirci grubuna – 18
11- Değirmen grubuna – 6
12- Fırın grubuna – 6
Peki her şeyin düzenli olduğunu gördüğümüz bu istatistikleri nasıl okumalıyız? Onca olumsuzladığımız, görüşlerimizi desteklemek için verdiğimiz birçok kuşku dolu gazete haberi, devleti temsil eden bürokratların açıklamaları ve zehirli önsezilerimizin bunlarla ne ilgisi var? İmralı tüzüğünün 162. maddesine bakınca bu ilişkiyi de kurabildiğimizi gördük. Bu madde İmralı’nın kurulduğu gün ilan olunmuş ve korunagelmiştir. “İşin Gayesi” başlıklı o maddede denir ki:
“Madde 162: Müesseselerde işin gayesi, hükümlülerin tahliyelerinden sonra hayatlarını kazanabilecek derecede bir sanat öğrenmelerini, serbest hayatta muvaffak olabilmeleri için lazım gelen bilgilere sahip olmalarını ve alacakları yevmiyelerle müessesede bulundukları müddetçe yiyip içmelerini ve giyinmelerini, çıkarlarken de ellerinde küçük de olsa bir sermaye bulunmasını temin etmektir.” (İmralı Hükümlü gazetesi, 8 Nisan 1949, Yıl: 2, Sayı: 62)
Peki Mutahhar Şerif döneminde ısrarla korunan ve gözetilen bu madde hâlâ aynı titizlikle korunmakta mıdır?.. Hayır! Peki ya şimdi ne olmuştur ya da neye dönüşmüştür?
İmralı Hükümlü gazetesinde yayınlanan iki ayrı habere bakınca, uzun zaman haberlerin içeriğini anlayamadık. Birinci haberde enfes bir sonuç raporundan söz edilmektedir. Adada üretilen, olağanüstü ürün rekoltesinden... Okuduklarımızın mahkûmların ıslah edilmesi için uygulanan bir programdan çok, bir fabrikanın yıllık bilançosunu gururla duyurmasından farklı gelmedi bize. Haberin tam metni şöyledir:
“Bu yıl adamızda 94718 kilo buğday, 8360 kilo yulaf, 46555 kilo arpa, 7750 kilo nohut, 1500 kilo mısır, 216 kilo karaca, 260 kilo bezelye, 1490 kilo kuru bakla idrak edilmiştir. İmralı tipi arpacık ve soğan istihsalimiz devam etmektedir.” (İmralı Hükümlü gazetesi, 19 Ağustos 1949, Yıl: 2, Sayı: 81)
Bir diğeriyse, epey can sıkıcı hikâyeleri çağrıştıran sevimsiz bir haberdir:
“Adamızın 949 üzüm mahsülünün durumunu tetkik için Tekirdağ Şarap Fabrikasından gönderilen şarapçılık mütehassısı B. Avni incelemelerini bitirerek müessesemizden ayrılmıştır.” (İmralı Hükümlü gazetesi, 26 Ağustos 1949, Yıl: 2, Sayı: 82)
Bu haberlerin bizi neden bu kadar rahatsız ettiğini önce aynı gün, aynı gazetede, sonra da devam eden günlerde yayınlanan ve İmralı’daki mahkûmların artık ilgili kişilerin gözüne nasıl göründüğünü tartışma bırakmayacak kadar açık bir şekilde duyuran başka başka haberleri okuyunca ürpererek idrak ettik. 19 Ağustos 1949’da başlayan bu felaket haberleri, Mutahhar Şerif’in görevinden sürüldüğü zamandan beri bazılarının verdiği amansız mücadeleyi alenen kazandığını göstermektedir.
“Dokuma Ekibinde Bulunanların Bir Günde Yapmaya Mecbur Oldukları İş Miktarı
Madde 215: Tezgâhlarda çalışanlar;
a- 60 santimden 90 santime kadar tek mekikle 12 metre
b- 60 santimden 90 santime kadar çift mekikle 10 metre
c- 120 santimden 160 santime kadar tek mekikle 10 metre
d- 120 santimden 160 santime kadar çift mekikle 8 metre
e- 75 santim eninde elbiselik 15 metre
f- 150 santim eninde elbiselik 12 metre
g- 160 santimden 200 santime kadar tek mekikle 7 metre
h- 47 santim eninde birinci havlu 4 tane
i- 40 santim eninde ikinci havlu 8 tane
j- 75 santimden 90 santime kadar dört ayakla 10 metre bez dokumaya
II - Çözgü için kalem saranlar:
a- 12 nolu iplikten 17 tura
b- 16 nolu iplikten 15 tura
c- 20 nolu iplikten 11 tura
d- 24 nolu iplikten 10 tura sarmaya mecburdurlar.
III – Eğirme çıkrığı ile yün veya pamuk eğirenlerin günde asgari 300 gram düzgün ve ince büküm iplik yapmaları lazımdır.
IV – Çözgü tahar müddeti; 100 santim veya daha aşağı tezgâhlarda bir günde iki tezgâh, 120-180 santimlik tezgâhlarda iki günde bir tezgâh, fitilli işlerde iki günde bir tezgâh ve fitilsiz işlerde üç günde iki tezgâh olarak hesap edilir.
V – Hamam peştemalı, masa örtüsü, yatak çarşafı gibi düz işlenen ve metre ile ölçülmesi kabil olan mamulat metre ile ölçülür.
VI – Çözgü, boya, kaser ve haşıl işlerinde çalışanların bir günde yapmış oldukları işin normal olup olmadığı, işin nev’i, mahiyeti ve ihtiyaca göre şef tarafından tayin ve müdüriyetin tasvibine arzolunur.
VII – Tezgâhlarda mansur saranların dokumayı aksatmayacak şekilde muntazaman masura sarıp yetiştirmeleri mecburidir.” (İmralı Hükümlü gazetesi, 19 Ağustos 1949, Yıl: 2, Sayı: 81)
“Mecburiyet”…Belki de ‘İmralı adamı’nın en büyük sorunu bundan kurtulup, fiziksel ve ruhsal sağılığına kavuşmak için çalışmanın erdemine inanmış olmasıydı! Şimdi bu mecburiyet dayatması, yapılan onca emeği, yakalanan muazzam huzuru nasıl etkileyecektir? Ya da hadi bakanın ağzıyla konuşup, kaygılar içinde kıvranan sorumuzu sonra soralım: “16 bin 310 mahkûmun, 5 binden fazlası devlet eliyle çalıştırılıyor ve dahasını da yapacağız” diye açıklama yapan Adalet Bakanı bir yanda, bu açıklamayı elleri patlayana kadar alkışlayan hukukçusu, gazetecisi, bilmem necisi diğer yanda, bu dayatma sistemiyle, birilerine devletin gücünü mü gösteriyor yoksa zorluklarla yakaladığımız ve dünyanın şapka çıkardığı İmralı adası ıslah programının yıkımana yol açan bir felakete mi sürüklüyor ?
1945 yılının Ağustos ayından beri İmralı mahkûmlarının ürettikleri zaten gerekli izin kâğıtlarını halleden tüccarlar için Hasır limanında bulunan Zindan Han’ındaki İmralı ardiyesinde satılmaktadır. Tekirdağ Şarap Fabrikasının görevlisi Bay Avni’nin henüz hasadı yapılmamış üzümler için pazarlık yapmaya İmralı’ya gelmesi de nedir? Nedir mi? Gazetelerde boy boy yayınlanan reklam levhalardır. İmralı bir çeşit alışveriş merkezine dönüşmeye başlamıştır. Mecburi üretim, reklamlı satış…İçimize bıçak gibi saplanan o reklamlara bir örnek vermek isteriz:
“İmralı Yeni Cezaevinin mahsülat ve mamulâtı ucuz fiyatlarla satılmaktadır. Mısır Çarşısı No: 86, Telefon: 23850” (Akşam gazetesi, 23 Nisan 1947, Çarşamba, Sene: 29, Gazete Yayın no: 10243, s. 8)
Bir insanın çocuğunu boğmaya kalkması, hangi zaman ya da hangi çağda olursa olsun insanın içini acıtır. Vah İmralı vah!
3 Ekim 2024 / Devamı var